Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 ARALIK 2005 / SAYI 1029 SAVAŞA KARŞI YAZMAK Malina'da Ben, "Artık var olmayı istemiyorum, çünkü savaşı istemiyorum" diyordu. Ingeborg Bachmann için yazmak, başlı başına savaşa karşı bir barış ütopyası kurmaktı. îmgeleri ve dili hep barış içindi. Bachmann şimdi "Savaşa Karşı Yazmak" sergisinde.. Elif Su ye yazmıştı. Haklıydı, hem dilinden kovulmuş olmak hem de savaşın yıktığı, artık koruyamayan ev, Malina'da düşte de olsa, çocukluk ülkesini cinayet mahalline çevirerek can yakacaktı. Görünmeyen gölün kıyısında dikilirlerken babası elini omzundan çekiverecekti, çünkü yanlarına gelen mezarcıydı. Babası emredercesine yaşlı mezarcıya bakıyor, mezarcı korkuyla yüzünü çocuğa çevirip "Burası öldürülmüş kız çocuklarının mezarlığıdır" diyordu. Bachmann "Bana bunu böyle söylemeye hakkı yoktu" diye getiriyordu yazının dcvamını "Ben acı acı ağlıyorum". Nasyonal sosyalistlerin iktidarından kurtuldukları o yazı elbette hiç unutmadı. "Bu yaşadığım en güzel yaz olarak kalacak. Herkes, barışı pek hissetmiyoruz demekte, ama benim için barış, barıştır" diye yazdı. ERTELENMİŞ ZAMAN... 1946'da felscfe öğrenimine başladı. îlk şiir kitabı" Ertelenmiş Zaman "da Grup 47 'lerle benzer kaygılar ve düşünceler içindeydi, soğuk savaşın politikasına direniş, yeniden ortaya çıkan savaş tehlikesine karşı duyulan korku, yenilenen bir topluma yönelik umutlar... 1953'te Italya'ya gitti, bir süre Roma ve Napoli'de yaşadı. Savaşın ve yıkımın dilsel göstergelerinin karşısına ütopyasını bu yıllarda çıkardı. "Güneşin altında yoktur daha güzeli, güneşin altında olmaktan" diye yazdı "Güneşe" şiirinde. Güneşe bu övgünün arka yüzünde "Büyük ayı" vardı. Yazar için bu, hem zorbalığın, hem de atom silahlarının güncel tehdidinin simgesiydi. 1957 de Berlin'e taşınan Bachmann savaşa ve atom silahlarına karşı çıktı. "Atom Silahlanmasına Karşı Çağrı"yı imzaladı, komitenin de başkanlık divanına girdi. 1959'da savaşta görme yetisini yitirenler adına konan radyo oyunları ödülünün verilişi sırasında yaptığı konuşmada görebilmenin koşulu olarak "acı"dan söz etti, ona göre insanoğlunun taşıyabilme gücüne sahip bulunduğu gerçek, olup biteni yanılsamalardan uzak görebilmek, göz nurunu yitirmiş olmanın karşılığında bir başka ve yanıltılamaz toplumsal direnme gücünü kazanabilmekti. "Silahlar însin" şiirinde ise şöyle diyordu: "Bugün için sözcükleri taze tutmak istiyorum/silahların başında iş bırakımına gidileceği gün için/sözcükler meçhul kalsın istiyorum, o işten kazanılan ekmeğin/küfleneceği gün için yeryüzünde büyük kapılardan/dilsiz bir kalabalığın çıkacağı gün için/ O anarşist gün için vermek istiyorum kavgamı..." 1959'da evinde çıkan bir yangında ağır yaralanarak ölen Bachmann ölümünden birkaç ay önce yaptığı bir röportajda barış içersinde bir yaşama ilişkin umudunu dillendirmişti. "Binlerce yıldır bunu barış içinde yaşamayı hep yıktılar" diyordu "Ben gerçekten bir şeye inanıyorum ve bunu 'bir gün gelecek' diye adlandırıyorum. Artık buna inanamadığım gün, yazmam da olanaksızla S avaşa karşı kim, ne yazabilir? Bu sorunun yanıtı şimdilerde "hiçbir şey"e doğru evriliyor. Sanki dünya ısınırken insan biraz daha soğuyor. Edebiyat da bu soğuyan insanın derinliklerine yaslanıyor, ama o sıcaklıktan, şiddetten, savaştan kopararak... Oysa Ingeborg Bachmann için yazmak, savaşa karşı, barış içinde yaşanan bir dünyanın ütopyasını kurmaktı. Dili de imgeleri de bu ütopyanın hizmetindeydi... Malina'da "Şimdi savaş var. Sadece şu kısacık molayı verebilirsin, daha fazlasını değil" diyordu romanla aynı adı taşıyan kahraman. Ben ise kadın kahraman "O halde" diye karşı çıkıyordu "Artık var olmayı istemiyorum, çünkü savaşı istemiyorum... Ben savaşın son bulmasını istiyorum". Bachmann'ın savaşa ve barışa dair yazdıkları bir sergiye konu oldu. "Savaşa Karşı Yazmak Ingeborg Bahchmann 19261973" adıyla Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu'nda, 9 Ocak 2006'ya kadar, Seyit Ali Ak'ın hazırladığı metinlerde, yazarın hem kişisel tarihi var, hem de metinlerinden alıntılarla, savaşa dair düşünceleri. Bachmann, 25 Haziran 1926'da Avusturya'nın en güney noktasında bir federe devlet olan Karnten'in başkenti Klagenfurt'ta doğdu. Öğretmen bir ailenin ilk çocuğuydu ve savaş Hitler kılığında çıktı karşısına. Helga Bödefeld ile yaptığı röportajda şunları söylüyordu: " Bütün çocukluğumu yıkmış olan çok belli bir an var. Hitler'in birliklerinin Klagenfurt'a girişi. O denli korkunç bir olaydı ki bu, anılarım o günle birlikte başladı. Belki daha sonra asla yaşamadığım şiddette, çok erken gelmiş bir acıyla. Doğal olarak o zamanlar bütün bunları bir yetişkinin kavrayabüeceği anlamda kavramış değilim. Ama duyumsanabilen o korkunç vahşilik, haykırmalar, marşlar ve yürüyüşler... Olüm karşısında duydu ğum ilk korku, o zaman uyandı. Sessız, huzur içindeki Karntenimize koskoca bir ordu girmişti..." Bu savaştan da önce, doğduğu kentte bir sınır kavgası vardı ve Bachmann'ın dili Windisch, ne Slovaklar ne de Almanlar tarafından doğru dürüst anlaşılabiliyordu. Alman milliyetçilerine göre bu dil sözde Slovakça'danfarklıydı. Bachmann daha 1943 'tekaleme aldığı öyküsü "Honditsh Haçı"nda hem sınırm askeri bir bölgeye dönüştürülmesine, hem savaşın yüceltilmesine karşı çıkmakla kalmıyor, Windisch'lilerin dilin sınırlarını silebileceklerini vurguluyordu. "Onlar bir köprü oluşturmaktalar, köprünün ayakları da gerek bu yanda, gerekse karşı tarafta iyi ve sağlam oturmakta. Ve durum hep böyle kalabilse, çok iyi olur"... Heinrich Böll, Bachmann'ı anlatırken "Kim yurdundan ve dilinden böyle kovulmuşsa, o dilinden hep 'kovulmuş' kalır" di Rojbin Tugan Hakkâri'nin üniversite okuyan ilk kızı ve ilk kadın avukatı Berat Günçıkan Suskunluğu affedemiyorum B mak çocuklara da bulaşıyor. Okul ilk yaranın açıldığı yer, Türkçe öğrenmek için harcanan çaba sınıfın memur çocuklarının hep birkaç adım gerisinde tutuyor. Oysa o iddialı, bir an önce başarmak istiyor, çünkü görüyor ki, öğretmenler hep "başarılı" öğrencilerin safında. Dildeki farklılık, "o ve ben"e dönüşünce tedirginliği yatıştırma annesine düşüyor, "Onlar öyle öğrenmişler" diyor "Onların dili bu, ama bu ayrılık yaratmaz. Eline iğne batan herkesin canı yanar". Bu bilgi sakinleştiriyor Rojbin'i. Evden çıkan bir bilgi de "îyi Rojbin'in yaşamındaki bir ilk de, ailenin ilk ve kötü insanlar vardır". Her insanda iyilik kızı olmak. 1971de doğuyor. O yılların kısve kötülüğün bir arada bulunduğu düşüncemen esnekliği sayesinde ismi nüfus kayıtlarısi bir lüks Rojbin için, çünkü ancak böyle bir na tereddütsüz geçiriliyor. Rojbin "Güneşi ayrım ayakta kalmayı kolaylaştırabiliyor. gören" demek. Ortaokul mezunu babası yasÇocukluğunu 12 Eylül kesiyor. Babası kıtığının altında hep bir kitapla uyuyunca okuzına verdiği isim nedeniyle tutuklanıp Diyarbakır Cezaevi'ne götürülüyor. Hiç görüşmüyorlar babakız. Çıktığında eski babası da YuvınevltTİ • Kitahevlcrı iftsS (0212) 2WS9 7S değil artık, konuşmuyor. Gördüğü işkenceVC ClOSllıII 11111/ A l i leri, arkadaşının yanı düzcnledikİL'ii ort.ikopeiıisyonLı Irak'a tJzgürkik başında kendisini yaktığını, arkadaşlarından götürmüşlerdir. öğreniyor Rojbin. O KIBRIS'ta çözüm ingilleıu AI3D ve AB'nin cezaevindeyken doğan, yaşananlardan dolayı hemşirelerin ağız birliOıi.Hİoğuda cüzümün yol ği ederek "Kader" ismini verdiği kız kardeşi neredeyse sesini bile ekünıeniktir. duymuyor babasının. HAKAN KIRKULAK www.hakanca.com Kız Meslek Liscsi'ne yazdırılıyor ilkokuldan ölünmüş bir yürek, tam bir akıl... Rojbin Tugan biraz da bu işte. 35 yaşında. Hakkâri'nin ilk kadın avu \ katı, Van Barosu'nun temsilcisi. Ihtimalle yakında kurulacak Hakkâri Barosu'nun da ilk başkanı olacak. "Mayınlara Karşı Toplumsal Bilinç Oluşturma Grubu'nun kurucusu. Boşaltılan köylerle Ügili dava dosyalarında onun imzası var. Ne zamandır dans etmiyor, film izlemiyor, yüzmüyor... Yani ağır davalar, ağır bir hayatı da mimliyor. Evet, bu bir tercih, ama... sonra. öfkeyle öğreniyor dikiş dikmeyi, yemek yapmayı. Çünkü polisler babasını götürmek için eve gelip her yeri, her şeyi dağıttıklarından bu yana aklında avukat olmak var. Üniversite sınavlarında Istanbul Hukuk'u kazanıyor. Babası dahil oldukları Ertuşi Aşireti'ni kızını okutmakta iknaya zorlanıyor, "Nasıl olsa evlenecek" deniliyor, "Okuyup da ne yapacak?" Sonunda Rojbin kazanıyor, bir ilki daha başarıp Hakkâri'nin üniversitede okuyan ilk kızı oluyor. CUMHUR KESKİN'İN YEĞENİ... Okula girişte sırf kimliğinde Hakkâri yazdığı için her öğrenciden daha fazla aranmasına, Bahçelievler'de oturdukları apartman dairesinin annesinin giysileri nedeniyle basılmasına, her yerde kendisini anlatmak için ayrı bir çaba harcamak zorunda kalmasına rağmen okulu bitiriyor. Istanbul onun da başını döndürüyor, deniz, dans, sinema, caddeler boyu yürüyebilmek... Evet, bir dava nasıl açılır, nasıl takip edilir, öğreniyor ama biliyor ki, Hakkâri'de avukatlık yapmak, insanlan davacı olmaya ikna etmek zor... Stajını tamamlayıp Istanbul'da avukatlığa başlıyor. Bir Ankara ziyaretinde eski CHP milletvekili dayısı Cumhur Keskin, hayalini dillendiriyor: Ben seninle birlikte avukatlık yapmak istiyorum. O gün kararını verip Hakkâri'ye dönüyor Rojbin. Gelip de büroda bir kadının oturduğunu görenler, kapıyı çekip çıkıyor önceleri, kimi "Rojbin Efendi" diye sesleniyor. O üzerine mesleğinin yıktığı erkekliği kırmak için oje sürüp makyaj yapıyor. Davalar birbirini izliyor. Her davada o biraz daha örseleniyor. "Hayatımın en acı şeyi" diyor "Insanların acılarını görüp onlara yardım edememek. Ben bu çaresizliği yüzlerce defa yaşadım. Çocuğu öldürülen anneler gelirdi, ben de onlarla ağlamak isterdim, ama ağlayamazdım. O beni karşısında bir umut, acısına bir ortak olarak görüyordu. Ben ağlarsam onun gücü azalacaktı". Şiddetten o ve ailesi de payına düşeni alıyor, ama 2000 yılının Ocak ayı farklı. Hayallerine ortak olduğu dayısı Cumhur Keskin Van'da, bürosunda öldürülüyor. Her şeye rağmen Hakkâri'de kalmayı sürdürüyor. Nereye gitse huzursuz hissediyor kendisini. Keyfe yaklaştığı her anda Hakkâri bir borç gibi yapışıyor yakasına. Bir zamanlar "Buradan başka bir yerde yaşayamam" dediği Istanbul, ikinci Hakkâri'si oluyor. "Insanları, affedemiyorum" diyor. "O suskunluk affedi lir bir suskunluk değil. Burada hayatlarını onlar gibi devam ettirmek isteyen, huzurdan başka bir şey istemeyen insanlar var. Onlar, sanki burası yokmuş, burada hiçbir şey yaşanmıyormuş gibi hayatlarını devam ettiriyorlar" diyor. Şemdinli olaylarını îstanbul'da öğreniyor, telefonla an an izliyor olup biteni, insanların üzerlerine ateş açıldığında attıkları çığlıkları. Suskunluk daha da yakıyor canını, "îstanbul'da, Ankara'da da bir huzursuzluk olmalı oysa, insanlar ağız tadıyla sofralarına oturamamalılar " diye düşünüyor... Şimdi Şemdinli'de ortaya çıkan gerçeklerin üzerinin kapatılmamasının peşinde Rojbin. "Mayınlara Karşı Toplumsal Bilinç Oluşturma Grubu"yla da bölgenin mayınlı alanlarını, mayın patlamalarıyla ölenleri, sakat kalanları saptamaya çalışıyor. Çalışmalarda öngörmedikleri kadar ağır manzarayla karşılaşıyor, evinin iki metre ötcsine mayın nedeniyle gidemeyen insanların olduğunu görüyor. Kadına yönelik şiddeti önlemeyi de amaçları arasına katıyor. Rojbin Tugan. Yüreğini de tamamlamak istiyor...• TÜRKİYE ABD AB İNGİLTERE İLİŞKİLERİ