17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 ARALIK / SAYI1029 EDİTÖR'DEN Ilk taşı kadınlar ve çevreciler attı, sonra da insan hakları savunuculan. 12 Eylül'ün ağır, sert ve baskıcı iktidarıyla baş edebilmenin yolu sivil bir nefes alabilmekten geçiyordu. îktidar için asıl tehlike, insan hakları savunucularıydı, şiddet de kullanarak seslerini kesmeye çalışü. Başaramadı. KadınJar ve çevreciler de sözlerini sokağa taşıdılar. Söz karşılığını buldu, hem kadın hakları hem çevre bilinci yavaş yavaş da olsa yayıldı. Sivil toplum, sivil itaatsizliği ile duyurdu kendini, Bergama köylüleri, Cumartesi Anneleri, sadece sokağa değil, Ankara'ya da taşıdılar taleplerini. Gözaltına alındılar, şiddet gördüler, ama onlar yasal sınırlarının farkında, karşı şiddet içermeyen eylemleriyle toplumsal onayı da aldılar! Ne yazık ki Cumartesi Anneleri, daha büyük bir şiddet tehdidinin karşısında susmak, Galatasaray Lisesi'nin önünü gelip geçenlere bırakmak zorunda kaldı. Galatasaray bir Plaza de Mayo olamadı ve iktidarın şiddeti yeterince teşhir edilemedi, gözaltında kayıpların demokrasiyi, bununla birlikte hepimizin gündelik hayatını ve geleceğini nasıl engellediği anlatılamadı. Kısacası, sivilleşmenin doğrudan politik yüzü ne toplumun genelinde ne de "sivil iktidar"larda kabul gördü... Türkiye'de son verilere göre, içinde hemen hemen, her ilçenin yardımlaşma derneklerinin de yer aldığı 150 bin sivil toplum örgütü var. Ama toplumsal bir dönüştürücülüğü üstlenenlerin, siyasal ve ekonomik konuları temel alanlarının sayısı oldukça az. Demokrasi, insan hakları, çevre, kadın, çocuk alanlannda çahşanlar Türkiye'nin Irak savaşına katılmaması, Susurluk, Şemdinli gibi "derin" olayların üzerindeki örtünün atılması gibi konularda aynı metnin altında buluşabiliyorlar. Ama, konunun teorisyenleri dışında tutsa da, kendilerini STK gören bir sendika ile TÜSlAD'ın bir araya gelmesi ne kadar mümkün? Aynca, sivil toplum kuruluşu olabilmenin kriterleri ne? Özgür Erbaş işte bu soruların yanıtını aradı. Ortaya çıktı ki, talepleri STK'lerle dile getirmeye ve çözüm bulmaya çalışmak yetmiyor, STK'lerle hükümet güdümündeki sivil toplum örgütleri (GONGO) arasındaki çıkar çatışmasım gözden kaçırmamak gerekiyor. Çünkü dünya nüfusunun en zengin ülkelerde yaşayan yüzde yirmisi dünya hasılasının yüzde 86'sına sahipken, üç milyon msan kronik açlık çekerken, Türkiye'de de en zengin aüfusun yüzde yirmisiyle en yoksulun yüzde yirmisi ırasındaki fark yirmi kata yaklaşmışken söz havada jsilı kalıyor... lyi haftalar Berat Günçıkan bguncikan@yahoo. com Marka için DNA testi Markalaşmaya dair Türkiye'den iki örnek: Hülya Avşar ve Okan Bayülgen. Çünkü marka onların DNA'sında var! Avşar, "Ben markayım" diyor, Bayülgen ise "insan marka olmaz!" Anlaşılan Türkiye pazara ürünleriyle giremeyince, iş popüler kişilere kalıyor... Anlaşamayacakları belli olunca, Okan Bayülgen salondakilerle birlikte konuşmaya devam edelım dedi ve mikrofon dolaşmaya başladı. Avşar "Ukala olmaktan kastınız ne?" sorusunu, "tnsanlara karşı bir tutum değil bu. Örneğin, Matild Manukyan'ın yaşamını benden iyi oynayacak kişiler olabilir, ama ben oynayacağım! Burada tevazu göstermem. Şımarık olmak da bir taktiktir, blöftür" diye yanıtladı. Sinema, müzik, tekstil, dergicilik ve inşaat sektörlerinde i§ yapmasına itiraz etti bir başkası ve "Marka bu kadar çok işle uğraşır mı? diye sordu. "Kendimi çok seviyorum" diye söze başladı Hülya Avşar. Kendinden emin, güleryüzlü halini hiç elden bırakmadan "Başıma gelenJerikabulediyorum. Yaşlanmayı seviyorum ve yaşımı güzel yaşıyorum. Bu saatten sonra şöhret için uğraşamam. Geleceğe bir şeyler kalsm istiyorum" dedi. Bayülgen'e gelen ilk soru belki de hemen herkesin kafasındakiyle aynı, "Insanlan terslediğiniz, rahat konuştuğunuz için mi markasımz?" "Hayır" dedi Bayülgen, "Televizyon şovu, kendimizi yüksek duvarlı evlere hapsedip, her yıl araba değiştirmemize ve gidemeyeceğimiz yazlıklar almamıza yarıyor. Benim tavırlarım bizim şovu sattırıyor, ama bu, başka yerde işe yaramaz". Başka bir seyircinin, "Babamın çocukluğunda radyonun içinde adamlar var sanılı Özgür Erbaş M Cumhuriyet DERGÎ* arkakşmak, yeni dönemin en temel şiarı. Elma deyince aklımza bir marka geliyorsa, işte bunu başaran kişi, hayatta da başarıyı elde etmiş sayılıyor. Bu konuda deneyim aktarımı ise büyük önem taşıyor. Kendi alanlarında çeşitli başarılara inıza atmış kişiler Istanbul'da "Marka 2005 Konferansı"nda bir araya geldiler. Öykülerini anlatması için çağrılan konuklardan "Ingiltere'nin sutyen kraliçesi' unvanına sahip Michelle Mone, 15 yaşında okulu bırakmak zorunda kalmış. Bugün 200 milyon dolar yıllık satış yapan bir şirkete sahip. Başka bir başarı öyküsünün sahibi Iran asıllı Sahar Hashemi. Hashemi, avukatlıktan sıkılıp, Ingiltere'nin en büyük kahve magazaları zincirini kurmuş ve Dünya Ekonomik Forumu'nda "Genç Küresel Lider" seçilmiş. Konferansın Türkiye'den örnekler bölümünde ise şov dünyasından iki isim Hülya Avşar ve Okan Bayülgen var. Onlar, marka olmak DNA'larına işlemesi nedeniyle konuşmacıydılar. Oysa alameti farika yani marka, ticarete dair bir kavram. Ahnıp satılan ürünleri, benzerlerinden ayırt etmeye yarıyor. Küresel ekonominin içinde söz sahibi olamayan Türkiye'nin markaları da şov dünyasından oluyor elbet. Imtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına tlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: îbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel'Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Mehmet Sucu Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Baski: îhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna / Istanbul Idare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/îstanbul Cumhuriyet Reklam (0212) 251 98 7475 (0212)343 72 74 *Cumhuriyet Gazetesi'nin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet. com.tr İNSAN MARKA OLUR MU? Şov, Avşar ile Bayülgen'in "marka özellikleri"nin anlatılmasıyla başladı. Ekrana önce Avşar'ın hısım akrabası, arkadaşları geldi. "O bir marka, çünkü" ile başlayan cümleler kurdular. Ve tabii ne kadar düzenli, çalışkan, tertipli, programlı olduğuna dair övgüler birbirini izledi. Son olarak kızı Zehra Çilingiroğlu'na uzandı mikrofon. "Annem çok titiz" dedi Zehra gülümseyerek, "Onunla ders çalışınca iki saat sürüyor, babamla iki daldka ". Bütün salon kahkahalar la güldü. Sıra Okan Bayülgen'in ekip arkadaşlarıyla yapılan röportajlara geldi. Genel olarak, "Okan çok iyidir, insanların kalbinin kırılmasına dayanamaz. Biraz takıntılıdır, sigaranın sönüp sönmediğini sürekli kontrol eder" demekle yetindıler. Derken ışıklar yanıp söndü, müziğin sesi yükseldi. Hülya Avşar ve Okan Bayülgen sahne aldılar. Büyük sahnenin ortasındaki şık, beyaz koltuğun birer koluna yerleştiler. Her ne hikmetse ikisi de heyecanlı görünüyordu. Bayülgen, "Ikimiz de konferansta eğlenceli bir kapanış yapmak için burada olduğumuzu biliyoruz" deyince Avşar'dan uzun bir "Yooo" geldi. Bayülgen, "Tamam bilmiyormuşuz" dedi ve söz tekrar Avşar'a geçti. "Bir insanın markaolacağına inanıyorum", diyerek başladı söze. Ardından marka olmanın şartlarını sıraladı; "Marka olmak sanatçı olmaktan geçer. Yani önce sanatçı olmayı başarmak gerek. Mütevazı olmamak, şımarık ve ukala olmak, kalp kırmadan aşağılamak, sözünü esirgememek lazım." Ardından bir sanatçı olarak marka könferansına çağrılmasının altmı çizdi ve "Kısaca, güvenilir, çağdaş, şımarık, ukala ve samimi olduğum için buradayım" sözlerıyle markalaşmasının sırrını verdi! Okan Bayülgen, sıkılmış çocuk yüzüyle dinledi Avşar'ı ve "Klonlanmış iki koyun olarak buradayız" dedi cevaben. Ne söylerse gülmeye hazır salon, tebessüm etmekle yetindi ve birer ikişer kalkıp gitmeye başladı dinleyiciler. Bayülgen "Insandan marka olmaz. Ürettikleri markadır" diyerek başladı sözüne ve itirazlarını sıraladı "Marka bırtakım özelliklerin dondurulması demektir. Güveni de bu sağlar. Bu durum varsa, ortada sanatçı yoktur." Avşar, buna da itiraz etti. yormuş. Sizi bu nedenle mi sevmiyor acaba?" sorusunu ise "Biz hakikaten o kutunun içindeyiz. Böyle birsıkıştmlmışlığımızvar. Bencebuincelenmeli" diye yanıtladı. İnsanın markalaşması fikrinden rahatsız olan gazeteci Musa Ağacık, "insanın markaJaşması, metalaşması anlamına gelmiyor mu" diyerek itiraz etti. Bayülgen, "İnsanın markalaşması birtakım özelliklerinin danışmanlarının denetimine geçmesidir" dedi Avşar buna da itiraz etti, "Ne alakası var! insan yaptıklarıyla anılır. Bak birhorladım, millet telefonuna horlama melodisi yüklemeye başladı Bu da bir marka özelliği mesela" dedi gülerek. Salondan gelen sorular da tükenip şovun sonuna gelındi. Avşar çabasının nedenini, "Ben öldükten sonra benim için bir şey yapsalar bana ne faydası var? Bu nedenle dört yıldır kendi adınıa tenis turnuvası düzenliyorum" diyerek özetlcdi. Bayülgen ise "Ben de adıma orjiler (toplu seks) düzcnlcnsin istiyorum. Ben ölünce bu isteğimi yerine getirin lütfen " diyerek sahneden indi. işte Türkiye'nin iki popüler ürününün, son istekleri bıınlar. Ünlü olmayı başararak yarattıkları alan da onların markaları. Görünen o ki sistemi oturmayan ülkelerin insanlarına mamul olmak düşüyor. • tresani ıpranmış saçlara bakım yapar Papatya Ekstresi ihtiva eden yumuşak bir bakım şampuanı Kepeğe karşı etkilidir Saç köklerini güçlendirir saçlara canlılık kazandırır Isırgan Otu, kafa derisinde kan dolaşımını uyanr saç köklerini besler 'V HAAJtWASSER BDU0EN Saçlarmıza doğal bakım Yedi Bitkisel Ekstre içeren saçlara yumuşaklık ve parlaklık kazandıran saç kremi Eczanelerde, Parfümerilerde ve seçkin Marketlerde
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle