17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 8 8 EYLÜL 2018, CUMARTESİ 10 bin adımda Ankaraİtibarını arayan başkent Burak Kuru  [email protected] Son dönemin izleri can sıksa da, 19201980 arası Türkiye’de mimarlık adına gelişmelerin en önemli merkezlerinden olan Ankara’nın eski yapıları ve sokakları hâlâ ayakta. Kuğulu Park Hotel Sonno ve Ot kafe İstanbulluların Ankara’nın sıkıcılığına ilişkin esprileri, Ankara severlerin de şehirlerinin önemini kanıtlama çabasıyla sundukları argümanlar, bir sohbette konu başkente gelince en sık karşılaştığım manzaranın parçası. Konunun önemli aktörlerinden Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek görevi bıraktığından beri bir süredir ortalarda yok. Bundan duyulan memnuniyet, Ankara tartışmalarında iki karşıt tarafı birleştiren tek nokta olarak gözüküyor. Önyargının kırıldığı yerler 19201980 arası Türkiye’de mimarlık adına gelişmelerin en önemli merkezlerinden olan Ankara’ya bu dönemin hemen akabinde göreve gelip 23 yıl 7 ay başkanlık yapan siyasetçinin bıraktığı iz kolay silinir değil tabii. Bu dönemdeki izler, her icraat sonrası yaşanan tartışmayla anlaşılıyor ki, Ankara’nın imajına olumlu bir etki yapabilmiş değil. O nedenle kendimden yola çıkarak, o izlerin daha az olduğu, bir İstanbullunun kısıtlı vakit içerisinde Ankara’ya sempati duymasını sağlayabileceği yerlerden bahsedeceğim. İstanbul’dakinin aksine müreffeh bir bölgenin adı olan Gaziosmanpaşa ve Çankaya’nın sınırları içerisinde olacağız. İsterseniz akşam saatleri de uğrayabilirsiniz ama sabah yürüyüşü olsun, kalabalıklaşmadan gelelim, Seğmenler Parkı’nda kısa bir tur atıp, parkı İran Caddesi tarafından terk ederek cadde boyunca yürüyelim. Burada büyükelçilikler, sosyetik mağazalar, lüks restoranlar ve geniş kaldırımlar göreceksiniz. Bir İstanbullu için Ankara önyargısının kırıldığı yerlerden birindesiniz artık. Ankara’nın kadim AVM’lerinden Karum önünüzde, biraz aşağısında solda Kuğulu Park’ı göreceksiniz. Burası her saat kalabalık. Sokak satıcılarından bir kısmını parktaki hayvanlarla paylaşmak şartıyla Ankara simidi alıp deneyin seveceksinizbanklarda oturup nefeslenebilirsiniz. Artık Tunalı Hilmi Caddesi’ne de girmiş bulunuyorsunuz. Bolca çarşı, bolca dükkân, bolca insan sizi bekliyor. Sokak lezzetini simitle geçiştirmek istemeyene parkın yanındaki Kıtır’da kumpir önerebilirim. Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki turumuzu tamamlayıp tekrardan Tunalı Hilmi Bey heykelinin önünden devam ediyoruz yukarıya doğru. Bu kez Arjantin Caddesi’ne de uğramayı ihmal etmiyoruz. Uzun soluklu oturmak için Abay Kunanbay Caddesi’ndeki Varuna Gezgin ya da Güniz Sokak’ın hemen başındaki Mazi Antika Cafe uğranabilecek noktalar. Hilalin tam ortasında bir yıldız Güniz Sokak’a gelmişken sokağın tarihimizdeki önemini düşünüp, çok değil 20 yıl öncesine kadar Türkiye’nin bu sokaktan yönetildiğini düşünerek gelinen noktaya şaşıralım beraber. Bir not, Süleyman Demirel’in evinin ölümünden Anıtkabir Güniz Sokak, Demirel’in evi sonra müze yapılması kararlaştırılmıştı ancak henüz adım atılmamış. Ankara’ya geliş amacınız fark etmeksizin, turist de yerli de olsanız kendinizi özellikle tatil günlerinde kalabalığa kaptırdığınızda ulaşacağınız bir nokta var: Eski adıyla Rasattepe, şimdiki adıyla Anıttepe. Yani Anıtkabir. Gazi Orman Çiftliği’nde Ziraat Mühendisi Tahsin (Coşkan) Bey’e Atatürk kendisi için yapılacak mezara dair şunları söylemiş: “Dört yanı ve üstü kapalı olmasın. Açıklardan esen rüzgâr bana yurdun her yanından haber getirir gibi, kabrimin üstünde dolaşsın. Kapıya bir yazıt konulsun. Üzerine, ‘Gençliğe Söylevim’ yazılsın. Orası yol uğrağıdır. Her geçen, her zaman okusun.” “Anıtkabir, Ankara’nın hemen hemen ortasındadır” diye rehberlere giren Rasattepe mevkii anıt mezar için seçilirken yapılan tartışmalarda en önemli argümanı Balıkesir Milletvekili Süreyya Örgeevren sunmuş. Christopher S. Wilson’ın titiz çalışması, Anıtkabir’in Ötesi, Atatürk’ün Mezar Mimarisi kitabından (Koç Üniversitesi Yayınları) aktarıyorum: “Rasattepe’nin bunlardan başka bir özelliği daha vardır ki, hayali genişçe olan her kişiyi derin bir şekilde ilgilendirir sanırım. Rasattepe bugünkü ve yarınki Ankara’nın genel görünüşüne göre bir ucu Dikmen’de öteki ucu Etlik’te olan bir hilalin tam ortasında bir yıldız gibidir. Ankara hilalin gövdesidir. Anıtkabir’in burada yapılması kabul edilirse, şöyle bir durum ortaya çıkacaktır: Türkiye’nin başkenti olan Ankara şehri kollarını açmış Atatürk’ü kucaklamış olacaktır. Atatürk’ü böylece bayrağımızdaki yarım ayın yıldızının ortasına yatırmış olacağız. Atatürk bayrağımızla sembolik olarak birleşmiş olacaktır.” O kucaklaşmayı Anıtkabir’de her gün görebilirsiniz. Eğer görmediyseniz bir görün. Unutmanız mümkün değil. Rotterdam ile Dubai yan yana Ankara’daki önemli yapılar ve görülecek noktalar çok fazla. Uğramanız gereken yerlerin bir kısmı birbirine yakın, bazıları da şehre dağılmış durumda. İki kaynak önerebilirim geçmişle şimdiyi kıyaslamanıza yardımcı olması için. Birincisi Goethe Enstitüsü’nün “Bir Başkentin Oluşumu, Avusturyalı, Alman ve İsviçreli Mimarların Ankara’daki İzleri” projesi (aynı adlı internet sitesi var) diğeri de Ankara sokaklarına ve şehirdeki sivil mimarinin en nadide örneklerini sunan Instagram hesabı Ankara Apartmanları. Size güzelce yoldaşlık edecekler.. Zira ben artık sokaklarına ve eski apartmanlarına bayıldığım Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a dönüyorum. Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra şehirde yapılan binaları ve şehirleşmeyi düşünüp, günümüzde karşı karşıya kaldığım, Rotterdam’da yer alabilecek kadar güzel örneklerine rağmen ezici çoğunluğu Dubai’yi andırırcasına “Ben buradayım” diye bağıran devasa, rüküş yapıları görünce bunun sebebi üzerine kafa yoruyorum. İşin içinden çıkamayınca aradığım cevabı Goethe’nin 1786’da İtalya Seyahati sırasında Vicenza’da düştüğü notta buluyorum. Ankara için uyarlayabilir, Türkiye’nin her noktası için söyleyebiliriz: “Burada (Andrea) Palladio’nun gerçekleştirdiği bu muazzam binaları yerinde inceleyince ve bunların insanların dar, kirli ihtiyaçları yüzünden nasıl bozulduğunu, bu binaların çoğunun nasıl yaptıranların güçlerinin üstünde olduğunu, bu şahane anıtların yüksek bir insan dehasının öteki insanların hayatına ne kadar az uyduğunu görünce insanın aklına şu geliyor: Bütün başka konularda da böyle. Çünkü eğer o insanların asıl ihtiyaçları yüceltilmek istenirse, onların hakiki, asil bir varoluşunun mükemmelliğini hissettirmeleri sağlanmak istenirse onlardan pek az teşekkür alınır. Ama onları aldatır, masallar anlatır, gün be gün böyle devam ederek onları kötüleştirirseniz, o zaman onların adamı olursunuz. İşte bu nedenle yeni dönem bir sürü zevksiz şeyden hoşlanıyor: Bunu, dostlarımı aşağılamak için söylemiyorum, yalnızca onların böyle olduğuna ve her şeyin nasıl olsa öyle olduğuna şaşmamak gerektiği için söylüyorum.” Karum Pagoda görünümlü bina. #negüzelbina: Pakistan Büyükelçiliği Ankara ilk başkent olduğunda İngiltere, “Büyükelçi seviyesinde bir diplomatı Anadolu’nun ortasında bir dağ köyünde” tutmayacağını belirtmiş olsa da Almanya ve Rusya’nın öncülüğünde daha sonra Büyükelçilikler bir bir açılmış. Ve her biri mimari açıdan göz okşuyor. Pakistan Büyükelçiliği, Sedad Hakkı Eldem’in elinden çıkma, şık bir eser. 1964 doğumlu binayı İran Caddesi üzerinde görebilirsiniz. Bülent Şık Ülkemizde gıda güvenliğiyle ilgili her kriz durumunda yapılan olağan açıklamalardan biri, yaşanan sorunun münferit bir sorun olduğu, alınan önlemlerle kısa zamanda her şeyin düzeleceği ve endişelenecek bir durum olmadığıdır. Ama bu söylem doğru değil. Gıda güvenliği, gıda maddelerinin topraktan veya elde edildikleri noktadan başlayıp sofralarımıza uzanan süreç içinde sağlıklı ve besleyici özelliklerini korumalarını sağlamak için yapılması gereken işlemler bütününü ifade eder. Gıda güvenliği sorunlarına yol açan pek çok unsur var; ama halk sağlığı açısından mikrobiyolojik ve kimyasal risk unsurları çok önemli. Mikrobiyolojik açıdan gıda maddelerinin hastalık yapan mikropları içermemesi, kimyasal açıdan da zehirli nitelikte kimyasalların gıdalarda bulunmaması istenir. Küreselleşme ve özellikle uluslararası ticaretin artmasına paralel olarak gıda güvenliğiyle ilgili Yavaşlık hayat kurtarır riskler de artıyor. Gıda maddelerinin üretildiği yerle tüketildiği yer birbirinden uzaklaştıkça gıda güvenliğini sağlamak zorlaşıyor. Konuya elbette bir mühendislik problemi olarak bakmak ve gıda güvenliği sorunlarını çözmek için neler yapmak gerekiyor sorusuna yanıtlar aramak da mümkün. Zaten bu yapılıyor da. Ama yapılan çalışmaların etkinliğini sınırlayan çeşitli etmenler de var. Ancak o etmenlere değinmeden önce gıda üretiminde kendine yeterlilik meselesine bakmak gerekiyor. Üretilemeyen ya da ihtiyaca yetmeyen gıda maddelerinin ithal edilmesi doğaldır. Bir ülkenin bir gıda maddesini üretme, kendine yeterliliğini artırma potansiyeli varken o gıda maddesini dış alım yoluyla karşılamaya yönelmesi ise akla aykırıdır. Ancak ne yazık ki ülkemizde son 30 yıl içinde çeşitli gıda ürünlerinin temininde izlenen politika budur. Bu durum kendine yeterliliğin geri plana itilmesi sonucunu doğurduğu gibi gıda güvenliği açısından da ciddi sorunlar doğurmaktadır. Gıda maddelerinin nasıl üretildiğini, hangi şartlarda taşındığını, ne gibi tehlike unsurlarını içerdiğini bilmek için analitik çalışmalar yapmak şart. Dolayısıyla gıda maddeleri ihtiyacını dış alım yolu ile karşılamanın zorunluluk olduğu durumlarda gıda güvenliğini sağlamak için yapılması gerekli ürün kontrollerinin çok sıkı tutulması bir gerekliliktir. Şu an için ülkemizde bu kontrollerin iyi yapıldığı söylenemez. Bunun en önemli nedeniyse devletin gıda kontrol ve denetim hizmetlerinde zaaf içinde olması. Bu zaaf sadece ithal ürünlerle de sınırlı değil. Sorunu çözmek mümkün Kamu kurumları aracılığıyla sadece dış alım yaptığımız gıda ürünlerinde değil, içeride üretilen ürünlerde de dikkatle planlanmış bir izleme, denetim ve kontrol programlarının yapılması gerekli ama neoliberal ekonomi politikaları kamuyu sü rekli küçültürken bunu yapmak çok zor. Mevcut neoliberal ekonomi anlayışı hız üzerine kurulu; yani üretimtüketim sürecini yavaşlatacak her türlü anlayış, kural, yasal düzenleme ve uygulama birer engel olarak görülüyor. Oysa gıda güvenliğinin sağlanması yavaş işleyen bir sistemi gerektirir. Gıda maddesinin özelliklerine göre sağlık açısından risk oluşturabilecek unsurların belirlenmesi ve ilgili gıda maddesinde var olup olmadığının tespiti bazen günler sürebilecek bir iştir. Tonlarca gıda maddesi taşınırken, gümrükte, depoda ya da meyve sebze halinde bekliyorken, kısaca geçen süre maliyeti artıran en önemli gider kalemiyken yavaşlığa tahammül yoktur. Dolayısıyla kontroller de son derece gevşektir ya da geçmişte pek çok olayda açığa çıktığı gibi hiç yoktur. Ne yazık ki genel durum bu. Ancak bu durum bir kader değil, sorunları çözmek olanaklıdır. En azından kontrol ve denetim çalışmaları layığıyla yapılsa yaşanan gıda güvenliği sorunlarının çoğunu önlemenin mümkün olacağı söylenebilir. Dolayısıyla temel meseleyi işbaşındaki siyasal iradenin yetersizliği, ihmalkârlığı olarak görmek gerekiyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle