Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘ROMANI SOYUNDURAN
İKİ TURNUSOL VAR:
ANLATICI VE SOFYA!’
‘Öykü bir mahremiyet alanıdır.
Her bir kadının hele ki annesi yeri-
n
ne koyduğu anlatıcının gözünde Sofya’nın
Roman soyundurularak öykü giyindirilerek
yeri bambaşka, bir merkez nokta adeta.
Sofya’nın anılarının çevresinde pervane-
derinleşip kavramsallığa ulaşır!’
ler gibiler sıklıkla. Bu zarif, şefkatli kadının
kurgudaki yerini, önemini anlatır mısın?
‘ROMANDAKİ DİL, MANTIK FARKLIDIR:
Romanı soyunduran iki turnusol var: Anlatıcı
ÖYKÜ DİLİYLE YOLA ÇIKILAMAZ!’
ve Sofya. İkisi arasındaki fark anlatıcının gözü
Yayımlanan ilk romanın Bin Yüz Bir Giz (Ümit Yayın-
n
örtük, Sofya’nın gözüyse görük; şu bizim şaş-
cılık, 1993 / Can Yayınları 2013); ikinci romanın Selgesus’ta
kın anlatıcımız kendisini nice uyanık kabul etse
Buse (Ümit Yayıncılık, 1996), bu otuz yılın sonunda yayım-
de uzmanlık alanı dışında ayakta uyuyan biri.
lanan yedinci, sonuncu romanınsa Halley’de Yedi Kadın
Biz onun bakışıyla yanaşarak romanı so-
(Cumhuriyet Kitapları, 2025).
yundurmaya girişirken nitekim milim milim
Bu arada 1990’da Ferit Oğuz Bayır Roman Yarışması’nda
ilerleyebiliyoruz.
Kör Memdali’nin Çınar Ağacı adlı yayımlanmamış romanın-
Oysa Sofya orada dikili bir ağaç, nasıl ama
la aldığın özel ödülü de düşünürsek kırk yıllık bir roman de-
dağ başında ormanın ulu ağacı. Biz onun aracı-
neyimi söz konusu.
lığıyla dünyayla bütünleşip bir açıdan evrensel
Bu deneyim serüvenini, aradan geçen zaman zarfında ro-
ölçekli bir uygarlık tarihinin izlerine dokunuyo-
manlarındaki ortak noktaları yorumlamak anlamında neler
ruz, bunun ne mene bir şey olduğunu ne anla-
söyler yazarımız? Ayrıca hangi yeni tasarıları bekliyor biz M.
ma karşılık gelebileceğini sezmeye çalışıyoruz.
Sadık Aslankara okuyucularını?
Okur olarak anlatıcımız aracılığıyla romanın
Romandaki dil, mantık farklı; önce bunu yerine koyalım, öy-
içlerine dalsak da Sofya’nın peşine takılıyoruz.
kü diliyle yola çıkılamaz, öykü kurmaya, hele hele hikâye an-
Anlatıcıyla birlikte bu kez Sofya’yı izlemeye
latmaya benzeyen bir yapı yansıtmaz asla roman.
koyuluyor, böylece de ikili izlemeye geçiyoruz.
El altından dağıtıma çıkmış, “romanın, öykünün uzun hali
Evrensel uygarlık ölçütüyle yerel uygarlık
olduğu” gibisinden hamhalat düşünceye kimilerinin prim ver-
‘DERDİM, KENDİ DİLİMİ YARATMAK.
ölçütlerinin nerelerde birbirine değip örtüştü-
diğine de tanık olabiliyoruz, bu ayrı.
HÂLÂ BUNUN KAVGASINDAYIM!
ğünü, nerelerde değmeden öylece donduğunu
Her yazınsal türde gözlendiği üzere elbette romanın da ken-
BU HEDEFİMDEN ASLA ŞAŞMIYORUM’
somut görebiliyoruz.
disi gibi olmayı arzu edeceğini, onun da biriciklik, teklik sergi-
1990’daki Kör Memdali’nin Çınar Ağacı, bu evrenin verimi-
Bir dokumanın atkısı çözgüsü gibi alabiliriz
lemek isteyeceğini kestirebiliriz. Ne var ki roman, soyundurul-
dir. Yanında onun, yayımlamadığım bunun gibi beş-altı roman
ikiliyi. Sofya atkısıysa eğer Halley’de Yedi Ka-
mak için vardır, oysa öykü giyindirilmek ister hep.
daha bulunduğunu söyleyeyim.
dın dokumasının, şu bizim çakar almaz anlatı-
Öykü bir mahremiyet alanıdır, size aittir. Roman soyunduru-
Oyunlar da var yine ama en az öykü yazmışım bu evrede,
cımızsa çözgüsü, ikisi birlikte dokurlar romanı.
larak, öykü giyindirilerek derinleşip kavramsallığa ulaşır çün-
başlangıç evresinin tam tersi tutumla.
kü. Bu yolla bireyin dünyasında her an yeniden üretilir, böyle-
ÖZGÜR KADININ MECLİSİ:
Yazılanlar yayımlanabilir ama yayımlanmasa da dünya bir şey
ce yakaladığı kavramsallık tortusuyla görece de olsa sürdürdü-
AMFİ VE KÜRSÜ!
yitirmez, Haldun Taner üstadın söylediği gibi. Ben yayımlamadım,
ğü bir kalıcılık olgusuyla varlığını korur.
Femilerin her gece oturum yapıp bir araya
n benden sonra yayımlanırmış, bu da beni doğrudan ilgilendirmez.
geldikleri, “amfi” adını verdikleri, anlatıcının
‘TÜRKÇEDE VERİMLENEN ROMAN, BATI Söyledim ya, derdim benim, kendi dilimi yaratmak, özel bir
“Femileri daha yakından tanımama yol açtı”
BİÇEMLİ ANLATI OLDUĞU İÇİN KAVGAMIZ dilden söz ediyorum. Herkesin anlayacağı ama salt M. Sadık
dediği, kendisinde bir “değişim” yarattığından
ÇOK DAHA BÜYÜK, HEP SÜRECEK!’ Aslankara’ya ait bir dil. Hâlâ bunun kavgasındayım. Ben yaka-
bahsettiği toplantılar ve hele ki o “kürsü”nün
Türkçede verimlenen roman, Batı biçemli anlatı olduğu için lamaya çalışıyorum, o kaçıyor. Dilimle aramdaki ilişki Kerem’le
yerini, önemini açarsa ne der yazarı?
kavgamız çok daha büyük, hep sürecek. Şiirde, öyküde geleneksel Aslı hikâyesi, dilim dilim yana yana gidiyorum Gamzeciğim.
Erkeklerin değil de salt kadınların kürsü ku-
yolla bize dek gelen şiir, hikâye sanatımız yolumuzu aydınlatabiliyor. Haa, ölçünlü dille yazarsınız tamam ama bunu aşmaktan söz
rup bağımsız, özgür varlıklar olarak konuştu-
Oysa romanı bu dilde var etmek, bunu dilimize özgü yeniden ya- ediyorum ben. Ergenliğimde düpdüzgün anlatıldığında bunun
ğu, kürsü sahipliği yaptığı tek yer Halley. Bu
ratmak zorundayız. Bu yüzden dünya yazını içinde şiirde, öyküde edebiyat olacağını sanırdım, neyi kaleme alacaksanız.
kürsü karşısında şaşkınlık yaşar anlatıcı, bu,
enikonu benzersizliğe sahibiz ama romanda işimiz çok daha zor. Kaldı ki herhangi yazınsal yapıtın özgün bir dil yansıtması
onun için yaşamının çok farklı bir deneyimidir.
Kendi payıma bu yeniden yaratma konusunda tek sığınağı- kadar yazarın bir kavramsallık da yapılandırıp ortaya koyması
Bunu bir an için genişletelim; TBMM, Bir- mızın dilimiz olduğu kanısındayım. beklenir. Klasikler, bu kavramsallıkla kalıcılaşmayı başarır.
leşmiş Milletler vb. kurumlarda hep kadınla-
Bu yüzden ben verimlerimde yoğun dil işçiliğiyle anlatı kur- Ben de işte bu nedenle her yapıtımla hem bana ait bir dil ya-
rın olduğunu. Düşü bile çarpar insanı. maya çabalıyorum. Her seferinde ayrı bir biçemle yapıtı çatıla- ratma hedefine kilitliyorum kendimi hem de o yapıtta bir kav-
Nasıl da özgürler, kendileri dışında, koy-
maya girişiyorum, görece bu kolay ama bir yazarın hedefi üs- ramsal tortu yaratarak okurda bunun kalıcı olmasını sağlamaya
dukları kural dışında kadınları bu kürsüde en- lup kurmayı da aşıp kendi dilini yaratmak, yaratabilmek olmalı. çabalıyorum. Diyeceğim hep çalışıyorum, yalnız çalışıyorum.
gelleyen hiçbir kısıt yok, kısıt bir yana tabu 1965-75 arası yoğun biçimde süren yazma eylemim sonra- Bu hedefimden asla şaşmıyorum.
da yok. Orta malı deyiş var ya hani, “serbest sında bir boşluk bırakarak 1989’a dek neredeyse on beş yıl ka- Nitekim biri öykü ikisi roman bitmiş üç farklı dosyayla
kürsü”, bu da kadına özgü öyle bir kürsü işte. dar bir kıyıda durduğum ya da geri çekildiğim gibisinden orta- boğuşmayı sürdürüyorum şu dönemde; yukarıda açımlamaya
Ama anlatıcı, bunun aynı zamanda bir sö- ya atılacak görüş gerçekçi olmaz. Bu yıllar boyunca öykü, ro- çalıştığım iki ölçütü dikkate aldığımda, bakalım artık ne olur?
küm atölyesi olduğunu kavratıyor biz okurla- man, oyun durmadan yazdım, arada kimi deneme yazıları da Haa, bunlar da yayımlanmadan kalırmış, önemli mi?
ürettim. Üstelik bunların içinde bitmişi, yarım kalmışıyla ro- Yeter ki gücümü koruyup çalışmalarımı emekle karmayı sür-
ra. Çünkü kürsüye çıkan her kadın burada bü-
tün yüklerinden arınıp çırçıplak kalıyor, dingin- man türünün öne çıktığını da gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. dürebileyim ben.
n
leşip hafifliyor, soyundukça soyunuyor, böy-
lelikle adeta bebek masumiyetinde saflığa bü-
rünerek Halley’in uzay kapsülünde beyin-sinir
yor” der, “40’lı yıllar, bugünleri de yönlendiriyor” diye ekler.
düellosu var? Sonra kadınların tümünün “dil-tarih”in öne
sistemi içindeki rolünü, işlevini sürdürüyor.
İşte biz bir yandan Cumhuriyetin kuruluş felsefesi yönün-
çıktığı bir Ankara bağlantısı var. Bu da önemli bağlantı.
Anlatıcı aracılığıyla biz bunun böyle olduğunu sayfalar
Çok yaşa Gamzeciğim, soruların olmasa durduk yere böyle de, açılışını Atatürk’ün yaptığı Aydınlanma kalesi olarak
ilerledikçe aşama aşama kavrayıp algılıyoruz.
bir yer açamaz, anlatamazdım. Roman ortadadır, okurla “dil-tarih”i alırken 1940’larda fakültenin öğretim üyelerine,
arasına girilmez. Bu sorular, bizi romanda doğrudan dünyadaki ülkenin seçkin aydınlarına yönelik kıyımı da yansıtıyoruz.
‘ANKARA DİL-TARİH’E SAYGI DURUŞUNU
Aydınlanma olgusuna, Anadolu Aydınlanmasının bilinmeyen Bunların ucunda birer çocuk, genç olarak kıyımın eziyeti-
GEREKLİ GÖRDÜM. BU KADINLARI
kahramanlarına, o saf aydın kalbine ayrılan bölümcelere götürüyor. ni çeken, sonrasında kendilerini bir daha toparlayamayan in-
HALLEY’E ULAŞTIRAN TABELADA DA
Öte yandan bütün bu güzelliklerin yanında kaynatılan “cadı sanların, özellikle Sofya’yla Ulviye’nin kişisel tarihine
ANKARA, DİL-TARİH, ORTAK İKİ NOKTA!
kazanı” şeytanlığıyla yüzleştiriyor bizi. Üstelik bütün bunlar, yöneliyoruz.
Romanın kadınların yaşamlarına ilişkin incelikli
n
Bu ikisinin, sonradan yine aynı fakültenin hocası Hürri-
Cumhuriyetin kenti Ankara odaklı işlenip ele alınıyor. Bu çer-
bağlantılar eşliğinde kadın düşmanı eril düzenin yanı sıra
yet Hanım’ın da katılımıyla 1940’lar ardından adeta yeni bir
çevede A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öne çıkıyor. Dil-
Sofya ve Ulviye’nin yaşamlarında öne çıkan; yakın tarihin
Aydınlanma dalgası yaratarak Halley’i yapılandırışına ge-
tarihe saygı duruşunu gerekli gördüm, baştan söylemiş olayım.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin ürettiği enerjiden, ilkesel
liyoruz böylece. Bu açıdan ilgili bölümceler romanın ana
Bu konuda azımsanmayacak kaynak söz konusu. Biri-
bütünlükten gitgide sıyrıldığı; ceberut devlet anlayışına,
omurgası açısından da büyük önem taşıyor.
ni anayım hadi. Uğur Mumcu’nun 40’ların Cadı Kazanı
antidemokratik baskılara direnen, görev ve erdem anlayışına
(1990) adlı yapıtı öne çekilebilir. Ayrıca senin de çok yerinde saptadığın üzere, kadınların han-
sahip vatanseverlerin sürek avlarına tabi tutulduğu; idealist
Uğur Mumcu, bu çok emekli yapıtında, “40’lı yıllar, ya- gisi, nerelerden çıkagelse de onları Halley’e ulaştıran tabelada
değerler, kimi çözülme, bozunumdan muzdarip toplumsal
değişime ilişkin karanlık dönemleriyle nasıl incelikli bir zın tarihimizin pek aydınlanmayan bir bölümünü oluşturu- hep Ankara, dil-tarih ortak iki nokta halinde sabit duruyor.
n
24 Nisan 2025
10