29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SELÇUK BARAN’DAN ‘TÜRKAN HANIM’IN ÖLÜMÜ’ Öyküden tiyatroya ‘Türkan Hanım’! İnsanın iç dünyasını (dönemine göre) cesurca ve başarıyla yansıtan, öykücülüğümüzün önemli kalemlerinden Selçuk Baran’ın Türkan Hanım’ın Ölümü, 199091 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu’nca “Türkan Hanım” adıyla sahnelenmiş bir oyun. Yazarın aynı isimde bir öyküsü de bulunuyor. Hem öykü hem oyun tek kitap olarak yayımlandı. SERKAN FIRTINA Öykücülüğümüzün önemli kalemlerinden Selçuk Baran’ın kitapları Yapı Kredi Yayınları’nca yeniden yayımlanmaya başlandı. 1999’da aramızdan ayrılan yazar, 19871993 yılları arasında İstanbul Radyosu için radyo oyunları kaleme aldı. “Çocuğun Biri” adlı ilk öyküsü 1968’te Yeditepe dergisinde çıktı. “Haziran” ile 1973 TDK Öykü Ödülü’nü kazandı; “Bir Solgun Adam” ile 1974 Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon aldı; “Anaların Hakkı” ile 1978 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Adnan Özyalçıner ile paylaştı; “Bozkır Çiçekleri” ile 1979 Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon aldı. Selçuk Baran edebiyat camiasından ve okurlardan beklediği ilgiyi görmediğini ve yalnız bırakıldığını düşünerek 1993’te yazmayı bıraktığını açıklar. Yapıtlarında insanın iç dünyasını (dönemine göre) cesurca ve başarıyla yansıtan Selçuk Baran, kuşkusuz yeniden okunmayı hak eden önemli bir yazar. Behçet Necatigil’den Vedat Günyol’a, Füsun Akatlı’dan Selim İleri’ye, Hulki Aktunç’tan İbrahim Yıldırım’a, İnci Aral’dan Behçet Çelik’e kadar pek çok yazarın ilgisine mahzar olan bir kalem. Ancak günümüz okur tarafından pek bilinmiyor. EDEBİYAT VE TİYATRO Ben size Baran’ın Türkan Hanım’ın Ölümü isimli oyunundan bahsetmek istiyorum. 199091 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu’nca “Türkan Hanım” adıyla sahnelenmiş bir oyun. Yazarın aynı isimde bir öyküsü de bulunuyor. Hem öykü hem oyun tek kitap olarak basılmış. Özellikle edebiyattan sahneye uyarlama yapmak isteyenlerin veya bu alanda akademik çalışmalar yürütenlerin kaçırmaması gereken bir kitap Türkan Hanım’ın Ölümü. Öykü ve oyunu birlikte okuduktan sonra aslında yazarın her iki türü bir anlamda birleştirdiği hissine kapılıyorsunuz. Öyküde kendi yaşamına son veren Türkan Hanım’ın ardından yaşananlar ve kişilerin onun hakkındaki düşünceleri yer alırken; oyunda ise ilginç ölüm hikâyelerine meraklı Türkan Hanım’ın gündelik hayatı, çevresi ile olan ilişkileri, onu ölüme doğru sürükleyen duygular, yaşantılar, evliliği ve sonu hüsranla biten aşkı gösteriliyor. Selçuk Baran oyunda parantez içi kullanımlarını o kadar yerinde ve işlevsel kullanıyor ki oyunun ritmini bozmuyor. Oyunun edebi lezzeti de okunmasını artırıyor. Oyun, Bahanur Garan Gökşen’in çabasıyla Devlet Tiyatroları dramaturgi arşivinden bulunup çıkarılıyor. Bu yönüyle ilk kez basılan oyun, Selçuk Baran külliyatı içerisinde ayrı bir önem taşıyor. Selçuk Baran’ı okuyun; hüzünlü ve şiirsel yolculuğu sizi edebiyatın ve tiyatronun büyülü yolculuğuna çıkaracak. n Türkan Hanımın Ölümü (oyun ve öykü) / Selçuk Baran / Hazırlayan: Bahanur Garan Gökşen / Yapı Kredi Yayınları / 104 s. / 2020. N. İPEK GÖKDEL’DEN ‘KEFARET’ ‘Kalemim öykünün kölesi!’ Kişi hem var hem yok olmayı başarabilir mi? O başardı! Birazdan kendi cenazesini kaldıracak... Gökdel’in, İstanbulUrfa hattında geçen ve bu coğrafyada yaşayan genç erkeklerin dünyasını sarmalayan romanı Kefaret (DEX); alegorik bir roman sayılmaz. Bilimkurgu hiç değil. Felsefi öğütler veren bir kurmaca adeta. Ve Gezi Direnişi’nde yaşananların polisiyesi. Ve Urfa ile İstanbul’u anlatan bir şehrengiz! ALİN KAYALAR n Karakalem Roman Serisi; üç kitaplık, İstanbul’un Anadolu’nun gizemlerini, efsanelerini hatta komplo teorilerini de barındıran ve Netflix’te ilk yerli yapım olan fantastik bir seri. Fakat hemen sonrasında biçeminiz değişti ve fantastik öğeler yok oldu. Tövbe her ne kadar distopik bir fonda geçse de oldukça gerçekçi üç ana karakterin dramlarını sunuyor. Bu değişimi ne tetikledi? Cümlelerin, betimlemelerin derinliğine değil, hikâyeye odaklanmış bir yazarım. Anlatacak çok hikâyem, yazacak çok romanım var. Anlatmakta olduğum kök hikâye kendi anlatım dilini oluşturuyor, diyebiliriz. Karakalem Roman Serisi fantastik öğeler taşırken, Tövbe yeraltından ses veren bir gerçekliği haykırıyordu. Hikâyenin kölesi olmuş bir kalemim. Romanda anlatılan karakterler ve olaylar hangi yönde yazmamı isterse öyle yazıyorum, diyebiliriz. Kalemim öykünün kölesi, ruhum özgür! ‘UNUTTURMAMAK İÇİN YAZDIM!’ n Beşinci romanınız Kefaret; kendi cenazesine giden bir adamla başlıyor. Kapakta da gözü bantlı bir adamın fotoğrafı var, Tövbe’nin kapağında ise gözü bantlı bir kadın vardı. Kefaret ve Tövbe ilişkisini anlatır mısınız? Her ikisinin de anlatım dili benzer ve yakın geçmişin izlerini taşıyan ve bugünü anlatan romanlar. Fakat Kefaret, bu coğrafyada yaşayan genç erkeklerin dünyasını, Tövbe ise genç kadınların dünyasını sarıp sarmalıyor. Hem dişil ağızdan hem eril ağızdan yazmayı seviyorum. Tövbe’de üç kadının iç sesini yazarken Kefaret’te erkekleri dile getirdim. İkileme olmasa da kapakları bu sebeple benzer. n Kefaret’te tartıştığınız karşıt uçlar, ikilikler var. Kefaret’teki asıl dertleriniz neydi? Hafıza oyunbaz bir maymun. Kefaret; unutturmamak için yazıldı. Ölenler unutulmasın, Gezi Olayları unutulmasın, vicdan sızlasın diye. Kefaret, yazar ile okur arasındaki perdeyi kaldıran bir roman oldu. Hikâyenin ve karakterlerin nereye evrileceğini, olayların nasıl gelişeceğini okurdan saklamadan yazmak istedim. Okura ne sürpriz yaptım ne de ondan bir şey gizledim. Çünkü aslolan insanın dönüşüm yolculuğunu anlatmaktı. n Bir şehri tüm yönleriyle yazmayı da seven bir yazarsınız. İstanbul ve Urfa’yı öyle güzel anlatıyorsunuz ki… Urfa’yı anlatır mısınız, nasıl yaşadınız o coğrafyayı? Urfa ve civarında geçirdiğim her gün, her gece, uğradığım her ev, her pazaryeri, her köşe, her yer sofrası beni benden aldı. Tarihi ve arkeolojik mekânlar deseniz başlı başına bir masal âlemi. Yaşamın akıp durduğu gündelik Urfa’ya tutkun oldum. Sokak aralarından yükselen namelere, insanlarının düşünce biçimine, feodalizmin izlerine, binlerce yıllık kültürlerin aynı potada eriyişine âşık oldum. Kefaret’te de okurlar Urfa’yı benim gözümden görebilsin diye, kelimelerim izin verdiğince yazmaya gayret ettim. n Kefaret’te yazarlığınız, diliniz artık başka bir yöne yol alıyor gibi. Bugün yaşadıklarımız ve/veya öznel deneyimleriniz bunda ne kadar etkili? Yaşama dair umut taşıdığımız zamanlarda yazdıklarımızla, üzerimizde binlerce tonluk baskı hissederek kapana kısıldığımızda yazdıklarımızın aynı olması beklenemez. Kefaret’in ana mekânları Urfa ve İstanbul gibi gözükse de aslen “mezarlık ve Gezi Parkı”dır. Kısıtlamaların, yolsuzlukların, haksızlıkların, adaletsizliğin ayyuka çıktığı zamanlardayız. Yazmak saklanmanın bir türü. Baş edemediğin, onaylamadığın dünyayı uzaktan uzağa protesto etmek gibi. Michel Foucault, “Artık kendimize ait bir yüzümüz olmasın, yazımızın altına saklanalım diye yazarız aynı zamanda” diyor. Ben de Kefaret’in sayfalarına sakladım yüzümü. Çünkü dünyada ve ülkemde olanlar yüzümü kızartıyor, çok üzülüyorum ve kelimelerimce isyan ediyorum. n Yeni kitap geliyor mu? Evet. Bambaşka bir türde üstelik. Bir aile destanı yazıyorum. n 8 4 Mart 2021
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle