23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BAŞAK BAYSALLI’DAN ‘FRESKO APARTMANI’ Yabancı kim? Kim yabancı? Fresko Apartmanı, Kuzguncuk’ta, birbirlerini hafızalarıyla var eden, birbirlerinin hayatlarına sığınan Kirkor’un, Rüya’nın, Eleni’nin, Ani’nin, Nadia’nın, Ali Turhan’ın, Bora’nın ve İsmail’in kavuşma alanı. Napoli’den İstanbul’a gelen Defne’nin araladığı tozlu tahta bavul Matilda’nın bahçesine, kimsenin bilmediği kırık bir aşk hikâyesine, bu aşka duyulan saygıya, 67 Eylül olaylarına ve yurdundan kovulan Rumlara açılıyor. S. CEYDA DEMİRCİOĞLU n Fresko Apartmanı birbirini bütünleyen öykülerden oluşuyor. Onları bir arada tutan güçlü bir bağ var. Bu durum öykünün sınırlarını genişletir mi, metni romana yaklaştırır mı? Kitabı yazma sürecinde çok düşündüm. Tür olarak öykü mü, yoksa roman mı olacaktı? Ben, hikâyenin türü belirlediğine inanıyorum. Öyküleri bir arada tutan ana bir hikâye olsa da her öykü bambaşka bir hikâyeye açılıyor. Bu hikâyeler bütünün içinde kaybolmasın diye metni romana dönüştürmedim, ancak bir yandan da öykünün sınırlarını zorlamış olabilirim. Belki de bugün odaklanmamız gereken, kitapların türü değil; okunmaya değer bir hikâyeyi barındırıp barındırmadığı. KİMLİK, AİDİYET, GÖÇ, SAVAŞ! n Ayna ile başlayalım: “Nasıl oldu da bu hale geldim?”, “Kimim ben? Cevriye miyim, Nadia mıyım?”, “Burası neresi? Ben neredeyim?” Nadia böyle sorguluyor kendini. Öykülerin omurgası halindeki iç seslerin, öteki olanın var olma çabası olarak seçilmiş bir üslup mu? İç sesler, karakterin iç dünyasını yansıtmak için kolaylık sağlıyor ve kimseyle konuşulamayanı içeriyor. Ben de varım, buradayım, diyebilmenin bir yolu. Karakterin görünür olmasını sağlamak için seçtiğim bir yöntem aynı zamanda. n Nadia... Bu toprakların Fosforlu Cevriye’sine öykünmüş; savaş bitesiye geldiği topraklara dönmek isteyen bir “yabancı” var karşımızda. Bu “yabancı” bizi nerelere götürmek istiyor? Aynanın karşısına sanırım. Orada kimlik, aidiyet, göç, savaş gibi sorunları sorgulamamızı; yabancı deyip geçtiğimiz insanların iç seslerini duymamızı istiyor. ‘Yabancı kim?’ sorusuna yanıt aramamızı da… n Kirkor… Sessizliğinin büyüsü, apartmanın eli ayağı İsmail’e “Her şeye yetişeceğim diye uğraşıyor hâlâ” dedirten dirayeti, “Apartmanı, olduğu gibi korumalıyız” diyerek inandığı değerlere sahip çıkışı… Öykülerin ortak vicdanı diyebilir miyiz ona? Kirkor, hayatımda böyle biri olsaydı ne iyi olurdu dediğim ve bu duyguyla yarattığım bir karakter. Yazma sürecinde de bana kol kanat gerdi sanki. İdealize edildiğini de söylemek mümkün. Kirkor, onunla karşılaşan herkesin derdine deva; vicdanına ses olsun istedim. n Kirkor’un mekânı ve olay yeri Fresko Apartmanı’na mekân poetikası açısından bakıldığında Matilda’nın bahçesinden diğer dairelere tümlenen bir yapılanma var. Mekân ötekini, yalnızı, azınlığı; tutunmaya ve var olmaya çalışanı kapsıyor. Bu bütünselliğin kalbinde Kirkor ve Matilda yanan bir yalım halinde duruyor sanki. Matilda’nın bahçesi Kirkor’un yaşama tutunduğu, acıları göğüslediği, kendini avuttuğu yer. Apartmanı ayakta tutan yer. Matilda ve Kirkor’a gelince… Biri olmadan diğerini anlatmak, onlar olmadan hafızayı diri tutmak pek mümkün değil. İkisi de hikâyenin belkemiği. n Sığınak’ın odak figürü Ali Turhan’a kulak verelim: “Kirkor, yeni bir dünya kurdu burada. Yaralarımızı birlikte sarmaya çalışıyoruz. Başka bir şey gelmiyor elimizden.” Bir de İsmail söz alsın: “Eşikten geçtim bir kere. Ben içerideyim, onlar dışarda. Kim ne düşünürse düşünsün…” Her ikisi de dışarıdan gelip içeriye sığınıyor. Kim içeride, kim dışarıda; neresi dışarısı ve içerisi? Gelenekte iz bırakmış edebi metinlerden yararlanmak, onları çağrıştıracak imgeler yaratmak benim için önemli. Okuduklarım yazma eylemi sırasında zihnimde yankılanır durur, bu yankıyı özgün bir sese dönüştürebildiysem ne mutlu bana. Sorunuza gelince… Anlayışsızlar, vurdumduymazlar, unutarak yaşayanlar dışarıda; buna karşılık yaşama aşkla, sevgiyle, dostlukla tutunanlar; özgürlük için mücadele verenler, hayal kırıklığı yaşayanlar içeride ve içerisi yaraların iyileştirildiği yer. YAŞAMA TUTUNMA ÇABASI n İmgeler ve izleklere de değinelim. Likör, bavul, yemek masası, Matilda’nın çiçekleri… Öykülerin her biri için ayrı tadı olan imgeleri bir de sizden dinleyelim. İmgeler, anı ve çağrışım yüklüdür, hikâyeyi taşıyan detaylardır. Likör kavanozuna ve tahta bavula dokunan el; yemek masasındaki sohbetler, çiçeklerin kokusu… Hepsi bir hikâye içerir, imgeler çoğu zaman çağrıştırdıklarıyla bizi o hikâyenin parçası yapar. Hikâye imgeler sayesinde bize yer açar. n Yenidünya Likörü’ndeki “Evrenin sonsuzluğunun yanında insan ömrünün bir anlamı var mıydı?” ve Sığınak’taki “Oysa biricik sanılan hayatların taşıdığı anlam, evrenin sonsuzluğunun yanında bir hiçti” cümleleri apartman sakinleri için bir yol haritası gibi. Onlar birçok kavramı sorguladıkları için bir aradalar. Dışarıdakilerin kıymet verdiği değerleri yerle bir etmek için de… Bu cümleler, dışarıdakilerin kendi hayatlarını her şeyden üstün tutmasına bir yanıt; başkasının yaşamını görmezden gelen kibirli, bencil tutuma karşı çıkış olarak da okunabilir. n “İnsan öğrendikçe yol alır, yol aldıkça değişir. Değiştikçe bazı şeylerle vedalaşır, bazılarına da kucak açar. Geçmişi bilmek, bizi geleceğe taşır. Bilirsek hikâyenin bir parçası oluruz.” Kirkor’un sözlerinin ışığında vazgeçmenin apartmanın sakinleri için önemi nedir? Vazgeçmek, kalıpları kırmak; öğretilene sırt çevirmek bir bakıma. Vazgeçme eylemi bazen zorunluluk, bazen de bilinçli bir tercih. Her ne olursa olsun insanın yol almasını sağlayan bir eylem. Öykü kahramanlarını vazgeçişe sürükleyen nedenler başka olsa da beraberinde gelen dayanma gücü, yaşama tutunma çabası ortak. n Fresko Apartmanı / Başak Baysallı / Everest Yay. / 112 s. / 2020. Masallarda saklı kalan zamanlar; ‘Kesi Yeri’ Nazlı Akçura’nın dokuz öyküden oluşan Kesi Yeri (Everest Yayınları), çocukluklarında kaybolmuş insanların yaşamlarını, can acıtıcı öykülerini, fantastik öğelere de başvurarak aktaran bir ilk kitap. Z. DOĞAN KORELİ Nazlı Akçura’nın hüzünle karılmış öykülerden oluşan Kesi Yeri’nde, kanayan kalplerin kesik acısı anılarla derinleşiyor. Hemen hepsi kendisine ait olmasını istediği ama bir türlü kendisinin olamayan çocukluğunu özleyen yara izli, kırgınlıkları olan öykü kişileri. Ruhlarında aile içi ve/veya toplumsal travmaların izlerini taşıyorlar. Öykülerde daha iyi bir yaşam umuduyla küçücük bir botla Ege’nin karanlık sularına gömülüp giden mülteci çocuklar dile geliyor. Aile içi çözülmeyi, babasının saçlarını okşamasını isteyerek aşmaya çalışan kız çocuğunu okuyoruz derken. Evi, sıcacık anne yemeğini, düşüp dizlerini kanatmayı unutmuş masumları; erkek şiddetinin çaresizliğini yaşayan, yazgıları ortak kadınları ardından. Kanser sürecini bir hastane odasında, Sisyphus’un yılmayan gücüyle aşmaya çalışan, yaşamdaki hiçbir çiğliğin artık ona dokunmadığı Aygün Abi, evlilikteki hayalleri hep sonraya bırakılmış Günışığı Hanım ve parası bitse de umudu bitmeyen insanlar da yaşadıklarına tanık ediyor okurları. Hafif tebessüm ettiğiniz, geçmişine gülen gözlerle bakan kahramanlar da var elbet. Tek bir çatal kalburabastı ile Ayvalık’ın Rum evleri dizili dar sokaklarında geçen çocukluğuna dönen Minik Burhan mesela. Yazar, gelecek tasarımı olmayan, dünyası bozulmamış, azgın ekonomik rekabete yenilmemiş, çıkar ilişkileri gözünü kör etmemiş bireyleri; kıvrak, akıcı, döngüsel metinlerle anlatıyor. Başlangıçta ilintisiz gibi duran öyküler, “küskün” ve “dertli” kırgınların sessizliğinde buluşuyor. n 19 28 Ocak 2021
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle