Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÖYKÜDENLİK… Yaşamdaki paydaşlıkta kadının yeri “Dişi varlık” algısının bile katletme nedenine yol açabildiği bir ülkede, erkek cinsi olarak yaşamak da her gün ağırlaşan bir zamana savuruyor insanı. Anadolu’nun ana tanrıçalarından şunca yıl sonra böyle bir erkek barbarlığı çağına mı çıkacaktık biz? A rife Kalender’in, şiirden on yıllar sonra iki öykü kitabı, derken Bir Kadın Bir Zaman (Hayal, 2020) adıyla yayımladığı ilk romanı, şöyle bir sorunu kurguluyor denebilir görece: Erkekler kaba güce dayalı “küçülen beyinleri büyüyebilen erkeklikleri”yle mi yoksa bilim, düşünce, sanat, spor gibi alanlarda sergilediği üstün incelikli “küçülen erkeklikleri büyüyebilen beyinleri”yle mi yıldızlaşacak? Bu çerçevede yapıt, hem şair romanı “sav”ı taşıyacak hem de böylesi sorunsal odağında gelişecek, dikkati çekiyor. Beklenti eşiğini farklılaştırıyor bu. Şiirmetin köprüsü için Hemingway’in, “Sır, şiirin düzyazının içinde yazılması ki bu da her şey içinde yapılması en zor olanı,” deyişi anımsanabilir bu noktada. (Yazma Üzerine, Der.: Larry W.Phillips [Çev.: Elif Derviş], Bilgi, 2019, 18) O halde gelin, birlikte okumaya girişelim yapıtı. ARİFE KALENDER’DEN ŞAİR ROMANI; “BİR KADIN BİR ZAMAN” Bir Kadın Bir Zaman’da iki farklı anlatı aksı dolanık halde sürüyor. İki akış özöyküsel aktarımla gelişirken ilkinde otuz yaşlarında öğretmen Bilge var. Bilge, “duruma ve güne göre” “Elifim, Elif, Elif Teyze” (38) diye seslendiği Elif’le sanat, siyaset, yaşama kültürü vb. konularda uyumlu bir ilişki içinde. Güç koşullar altında savaşmaktan yılmaksızın bunların içinden süzülüp şairöğretmen olarak yaşama katılan Elif, Bilge’yi kızından ayırmaz. Kızının “evi uzakta”dır. (82) Bu yüzden Bilge, can yoldaşıdır. Anlatmakla yetinmez, “Al bunu… Ben toparlayıp kitap haline getiremedim. Belki sen…” (6) diyerek beklentisini yansıtıp bir defter de tutuşturur ayrıca eline genç kadının. Deftere yazdıkları kadar Bilge’ye anlattıkları da Elif’i somutlaştırır. Kaldı ki defter de Elif’in kurgu karakteri Asya’nın yazdıklarıdır. Elif’le Bilge, kurmaca olgusunu tartışılırlar aralarında. Elif’in bunları, yaşamından kalkarak yazdığı ortadadır Bilge’ye göre. Bu nedenle “Elif’le Asya defterdeki bölümlerde kesişip ayrılı(rlar),” sürekli (136) Bilge’nin yaşamı, otuzkırk yıl sonrasının sağlaması gibidir Elif için. Biz, sonuçta onun çocukluktan ergenliğe, genç kadınlıktan erişkinliğe bütün hallerini kurmacaolgusal kişi dağılımıyla öğrenip yerli yerine oturturuz. Kaldı ki Bilge, Elif’in o yıllarının somut göstergesi bağlamındadır zaten. Böylece Arife Kalender, şair Elif’i, gerek kendi anlattıkları gerekse kurmacası aracılığıyla, bir açıdan Bilge’nin yaşantısıyla örtüştürerek bütün halinde yapıta yaymış olur. 1960’lardan günümüze bütünlenik bir düzlemde üç farklı kadının öyküsü bir araya getiriliyor. Kadınlardan kalkarak Elif’i, şair ve kadın varlık anlamında son altmış yıl içine yerleştiriyoruz. Bir Kadın Bir Zaman, sonuçta kültürel varlık olarak kadın cinsine biçilen kavrayışı aşar boyutta aşk, cinsellik boyutunda açılımlar getiriyor. Ayrıca taşradan İstanbul’a uzanan bir sanat yolculuğunun, bunun için verilen savaşımın doygun anlatısı da geliyor önümüze. Kolay değildir kadın varlık olarak taşradan çıkıp şairliğe soyunmak: “Akşamları analık ve eşlik görevleri(n)i yerine getirdikten, herkesi uyuttuktan sonra şiir çalışabili(r)” Elif, ancak bu yolla “şiirin içine daha çok dal(abilir)”. (195, 197) Anlatı boyunca Arife Kalender, somut görünürleşir kendi şiirleriyle. Yazınsal bir iç dökmenin de yer yer sızdığı savlanabilir yapıttan. Ama şair edası, tınısıyla yapılandırılmış bağımsız kadın varlığa dönük düzeyli bir erotizme de tanıklık yapıyoruz romanda. Alabildiğine parıltılı dili, sürprizleriyle. DÜNYA DAMLASI Natalia Ginzburg’la Aile Odaklı “Bütün Dünlerimiz” Natalia Ginzburg’u (19161991) 1987’de, Denizli İl Kültür Müdürü Meral Doğu’nun İtalyancadan teksir kâğıtlarına çevirdiği, bölümler halinde benimle paylaştığı romanıyla tanımıştım. Çevirileri yanında yazılarıyla da dikkati çeken Kemal Atakay imzasıyla sergenlere gelen Ginzburg’un Bütün Dünlerimiz (1998; Kır mızı Kedi 2020) adlı romanı yine bir aile anlatısıyla buluşturuyor bizi. Perde, faşist hareket yükselirken avukatlığı bırakıp bu kötülükleri anlatmak üzere anılarını yazmaya çekilen babayla açılıyor, aile bireyleri kadar komşu aile bireyleriyle gelişiyor. Yazar, İtalyan ailesiyle onları biçimlendiren dü şünceden kalkarak işliyor bunları. Sonra “Roma’ya Yürüyüş”ten Polonya’nın işgaline, bu arada sosyalist düşüncelerini bırakıp faşistlerle kol kola giren “düzenbazlar”a, Güney’in yoksul köylülerine uzanıyor. Ne ki “faşistlerde taşralı kafası vardı(r), İtalya’yı taşraya döndürmüşlerdi(r).” (102) Bu arada savaş en çok kadınları baskılayıp ezer, yoksulluğu en çok onlar gö ğüsleyip ailede denge için çabalar. Kadınların, “Duçe aşkına, Duçe’nin isteğine uyarak İtalya’ya asker yetiştirmek için bir düzine çocuk doğuraca(ğı)” (105) olgusu eklenir ayrıca buna. Ne ki toplumsal yaşamın bozunumunda para öndedir, “para her zaman bağışlanır,” (66) çünkü. Gerçi Thomas Mann’daki süzme aile yapısı ardında kalan derinlikli dokuya inat olay örgüsü, kişiler arası çatışma yoluyla dış gerçekliğe ulaşılır. Ancak bu toplumsal bozunum, roman kişilerindeki dağınıklıkla, değişimle kendini gösterir. O zaman idealist çabalar, nihilist savruluşlar, başlı başına bir bozunum olarak kendini ele verir. Âdeta günümüz Türkiye’sini okurcasına geziniriz evreni, kişileriyle boşluksuz hüner sergileyen yapıtta. Yetmişseksen yıl öncesinin İtalya’sı, Türkiye halinde önümüze serilir bir tuhaf yabancılaşmayla. 6 17 Eylül 2020 Sedef Betil; Öykü Etkimesine Dayalı “Parçalar ve Zerreler” S edef Betil’in üçüncü öykü kitabı ama ben onu bu kitapla tanıdım: Parçalar ve Zerreler (İletişim, 2019). Öykü sanatının bir güçlü yanı da metni “tek etki” aracılığıyla alabildiğine sıkıştırıp anlatısal yoğunluk sağlamak. Sedef, öykülemesinde buna yükleniyor izlenimi bıraktı bende. Öykünün kabartabileceği duygu karmaşasını, taşıdığı yoğunluktan çekip bunu “tek etki”yle olabildiğince yeğinleştirmeye giriştiği görülebiliyor. Nitekim her öyküde bu etkime katmanlar halinde diplere inilmiş halde getiriliyor okur önüne. Parçalarla bunun zerreleri arasında yaşanan etkimelere benzetmek olanaklı bunları. Sevgisiz kaldığı sezilen öykü kişilerinin, bu yalnızlık ortamında tutunacakları dal karşısında yaşadığı trajik çözümsüzlüğü apaçık göstermeye girişiyor Sedef. Üstelik farklı kişilerle yaşantılara yönelip okuru, kadın erkek, ergen ergin her yaştan insanla buluşturuyor öykülerinde yine hep o “tek etki”yi tetikleyen yaklaşımla. Buysa öykülere farklı bir atmosfer biçilmesinin de önünü açıyor aynı zamanda. Yazar, sözcük seçimi, sözdizimindeki özeniyle, duygu kertmesi yönünde okuru bu etkimeye ortak kılan eksiltili anlatımıyla dikkati çekiyor. Duyguyu koyultan da bu kertme işte. İlk kitabını henüz beş yıl önce yayımlamış bir yazar olarak Sedef Betil’in öykü deneyiminin çok daha gerilere gittiği açık. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.