07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÖYKÜDENLİK… Anlatıda doğatoplumbirey buluşması Romanöykü, önümüzde açtığı ufukla doğayı, toplumu, bireyi farklı kurmaca evrenler eşliğinde yeniden algılayıp olguları görme olanağı sunuyor. Böylece yapıtlar aracılığıyla karşılaştırma, ayırma, seçme, eleştirme vb. nitel değerler kazanabiliyoruz. S avaşla şiddetin, açla açıkta kalanın son bulduğu, başta kadınçocuk, genç, yaşlı herkesin özgürce yaşayıp kendini gerçekleştirdiği, doğayla uyumlu, adaletli bir yaşamın kurulduğu dünyaya dönük özlem her geçen gün artıyor. Özellikle romanda doğacı, toplumsalcı yaşamla iç içe kurmaca evrenler, karakterler insanın yaşama havını tazeleyip ona umut, direnç aşılıyor. Bizden ya da dışarıdan pek çok yazarın, böyle bir aşamada yapıtlar üretmesi sevindirici. Son yıllarda Buket Uzuner, Faruk Duman, Aslı Perker, Deniz Gezgin, Zeynep Göğüş vb. yazarlarımızın bu yöndeki roman verimi bunu gösteriyor. Deniz Gezgin, YerKuşAğı’nda (Can, 2020), insanın doğayla ilişkisine dönük âdeta örtük bir requiem yaratırken, Azerbaycanlı yazar Maksat Nur, Şehrin Sahibi’yle (Çev.: İmdat Avşar, Alakarga, 2017) Çernobil’i de içine alacak biçimde bir toplumsalcı kara anlatı getiriyor. Ömer Arslan ise Güneşi Kötü Evler’deki öykülerinde (Everest, 2019) doğatoplum dengesiyle yol alıyor. Deniz Gezgin’le Yükselen Doğa Romanı: “YerKuşAğı”… Deniz Gezgin, Ahraz (2012) adlı ilk romanından sonra bu kez doğrudan doğaya yöneliyor, insanın onunla kavgasına odaklanıp neredeyse doğabilimci, etnolog hatta kültür tarihçisi kimliğiyle farklı evren açılımı sunuyor okura. Bir çocuğun, babası ya da avcı canavarlar tarafından av partilerinde derdest edilen, ancak bir biçimde yeniden giydirilip melül, mahzun canlandırılan orman bireyleriyle kaplı salonda onlarla sürdürdüğü hüzünlü oyun bağlamında özetlenebilir YerKuşAğı. “Çürüyemediklerinden sesleri uçup da bir başka şeye karışmamış, ölmüş ama yok olmamışlardı(r)” çünkü bu yapıntılar. “Onları yatağında duy(acak)” (23), seslerin peşine takılacaktır işte çocuk. Çünkü her şey “göbekten dile bağlı”dır, “sesle bedenlenmek”tir bu olsa olsa. (37, 43) Kaldı ki avcılar da “[a]v hayvanından sanki o yokmuşçasına konuşurlar, adsız sansız. Hayvanın sözü duyacağından ve hikâyeyi dinleyeceğinden emin, kelimelerden bir kafes örerler. Hikâyesi olmayan av da olmaz.” (60) Sonradan adına “Moy” diyeceğimiz çocuğun ateşli hastalıkla boğuşması, bu nedenle düşle gerçeğin sarmal anlatı düzleminde birbirine koşulması çoksesli bir anlatı düzlemine de kucak açıyor zorunlu olarak. Ne ki Moy, hayvanından bitkisine her bir orman canlısının da değişkesi bağlamında görünür bize. Avcıların “erkekçe ritüel”ine (26) karşı doğayla çocuğun saydamlığı, duruluğuna dayalı ikizil ritüelden kalkarak yapılandırıyor romanı Deniz. Oyunsu özü alabildiğine renkli, çağıltılı da olsa yoğun örtüklük, akışkanlığı ağırlaştırıyor görece ama yüksek soyutlayım, dönüştürüm göz kamaştırıyor ille. Karakterlerde “karışıklık”, “bir görünüp bir kaybolur”luk, onları “bir say(mak)”lık (72), roman evreni içinde olağan. Yazarın, Ahraz’daki eğilimi de bu yöndeydi zaten. “İnsanların etrafı çevrili vahşi parklar inşa ettiği bir yüzyılda” (76) yaşanmakta olan yabancılaştırma ironisi de denebilir bunun için. Kaçıp kurtulmaya çalışan bitki, hayvan, insan her canlının yer aldığı vahşi bir “yeme töreni” ya da. DÜNYA DAMLASI Maksat Nur; Bir Azerbaycan Soyutlaması “Şehrin Sahibi”… M aksat Nur, Şehrin Sahibi adlı bu ilginç romanında anlatıcının ağzından, “her şey, aslında bir rüyadan ibaretti,” deyip, 1986 Nisan’ında Çernobil’le ağır sanayi bozunumunu da buna eklemleyerek zamanı bir iki güne sığdırıyor. Hayatı annesiyle, komşusu Rus kadının ortak yoldaşlık baskılamasıyla geçen, sevgilisiyle ilişkisini bile düze çıkaramayan anlatıcı Bakü’de, “tiyatro ve sinema salonlarının bulunduğu resmi bina”da arşiv sorumlusudur, bunun için Moskova’da “yüksek sinema arşivciliği eğitimi” (35) almıştır. O nisan sabahında “şehrin valisi, daha doğrusu sahibi” (20) onu bu binadan otomobiline alır, birlikte kenti gezerler. Böylelikle ro man geriye dönüşlerle, anlatıcının geçmiş yaşantısını didikleyişiyle, bunlara yönelik eleştirel bakışıyla sürer. Vali, annenin çocukluk arkadaşıdır, görece bir ilişki de vardır aralarında. Valinin resmi otomobilinde dolaşırken karşılarına çıkan her insanda “kıllanmakta olan sıfatlar” görmeye başlar anlatıcı; “bütün avaneler hayvan gibi homurdan(maktadır)” çünkü. Artık “bütün memurların omuzlarının üzerinde adeta boy atmış hayvan başla rı… görüyordu(r).” (27, 37, 38) “Burası, üyeleri insan olan gerçek bir hayvanat bahçesi”dir. (71) Kaldı ki anlatıcı da “Valinin otomobilinde olduğu gibi, (kendisinin) tazıya döndüğü(n)ü hisse(der).” (94) Kurulan böylesi fantastik evrende kara anlatıyla içlidışlı grotesk bir damar üzerinde kayıyor denebilir roman. Maksat Nur, anlatıcıya valiyle, annesiyle, annenin figürana dönüştürdüğü babayla geçmişe yönelik anımsayışlar gezisi yaptırırken toplum yaşamının farklı kesitlerine, toplumsal oluntularla dönüşümlere bakmanın da önünü açıyor aynı zamanda. Kendi cenderesinde yaşamaya koşullandırılıp düşünsel, sanatsal temelde üretimi elinden alınan, baskılamayla yalnızlaştırılmış insanın böyle bir toplumda bu sistemin yöneticileriyle ilişki ağına dönük bir anlatı Şehrin Sahibi. Bu yanıyla derin acılarla örülü hüzün yumağı distopya örneği bağlamında alınabilir yapıt. Geçmiş bir döneme göz atmanın da fırsatı ayrıca… Ömer Arslan; “Güneşi Kötü Evler”de Öyküsel Bağlam… 1 990 sonrası öykü veriminde gözlediğimiz “bağlam” kurma kavrayışının pek çok yazarı içine çektiği, ilgi odağı olmayı sürdürdüğü anlaşılıyor. Öyküde “bağlam”, bir kitaptaki öyküleri, romanın kapsayıcı dilmantık yapısına dayamaksızın kapsanıklık temelinde ama yine de bağlam yönünde birbiriyle ilişkilendirip tümünü de kavramsal bütünlük içine almak anlamında alınabilir. Bağlam, kişi, kişinin herhangi özelliği, olay, yer, zaman, nesne, renk, ses vb. çeşitli gereçlerle somutsoyut kurulabilir. Bu çerçevede öykü yazınımızda buna dönük pek çok örnek gösterilebilir kuşkusuz. Ömer Arslan’ın Güneşi Kötü Evler’ini okurken bunları düşünmeden edemedim. Çünkü Ömer de bu tür bağlamlı öykülerle, bunun güzel örnekleriyle geliyor. Onu, bu ikinci öykü kitabıyla tanıdım. Öyküde boşluk bırakmayışıyla, dildeki özeniyle, sözcük seçiminde kendini geliştirmeye dönük çabasıyla dikkati çekiyor ilk ağızda. Yer yer eski hikâye geleneğiyle bağ kuruyormuş havası yaysa da bunları güneşe çıkarıp tazelediği, anlamca yoğunlaştırıp koyulttuğu da gözleniyor. Nahif anlatımın getirdiği farklı bir dirilik de denebilir bunun için. Yazar, öykülerinde bağlamı, kişilerin farklı zaman eşiklerinde karşımıza yaş, cinsiyet, kültür, sınıf ayrılıklarına dayalı olarak gelişiyle, bu yolla ortaya çıkan değişkelerle kuruyor. Bunları, kapsayıcılıktan uzak, işlevsel görev yüklemediği ayrıntılarla, salt okunan öyküyle sınırlı kalmak üzere bir araya getiriyor. Ayrıca örtük tuttuğu alaysama, öykülere ayrı bir değer de yüklüyor. Okuyun Ömer’in öykülerini, seveceksiniz. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 22 20 Ağustos 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle