Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MAHİR GÜVEN’DEN ‘AĞABEY’ Göçebeliğin ve direnişin romanı… Fransa’da göçmen bir ailenin çocuğu olarak 1986’da doğan Mahir Güven, ilk romanı Ağabey ile göçebe insanların yaşamlarına tanıklık ederken Suriye iç savaşına, cihatçılara, onların Fransa’daki etkilerine yer veriyor. HASAN AKARSU R omanda Ağabey Azad ile kardeşi Hâkim anlatıcıdır. Babaları Suriye’den Fransa’ya göç edip taksicilik yaparak geçinir. Eşi ölür, babaanne Zahiye Suriye’de kalır ve on beş yıl sonra Fransa’ya getirilip huzurevine bırakılır. Kardeş Hâkim’in İslam dinini benimsemesinde emeği vardır. Baba, içkiyi sever, beş ablası olup kendisi altıncı kardeştir ve huysuzdur. İki oğlunu iyi yetiştirmek ister. Küçük oğlu hemşire olurken büyük oğlu Azad liseyi bitiremez ve Paris’te taksicilik yapar. Argo konuşmalarıyla, uyuşturucu kullanmasıyla aykırı bir genç olarak ilginçtir. Kardeşi hemşirelik yaparken mesleğini ilerletip ameliyat yapacak duruma gelir, kalp nakli bile yapar. Endonezyalı yaşlı Doktor Naem (Gendu) elinden tutar. Adaletsizliğe tepki gösteren kardeş, Suriye’de yaşananlara, Müslümanlara yapılan eziyetlere üzülür ve cihatçılara katılmak ister. Sınır Tanımayan Doktorlar’dan biriyle tanışıp Suriye’ye gitme yolunu arar. Strasburg’da tanıdığı Doktor Bedrettin ona yardım eder. Fransa’da göçmenlere “Fransa’nın atıkları” gibi davranılmasına tepkilidir. Uçakla Atina’ya, gemiyle Bodrum’a oradan da Urfa’ya ve Suriye’nin Tadmur kentine, ailesinin köklerinin bulunduğu yere ulaşır. Katıldığı gruba uyum sağlar, İslamcıları savunur ve Batı’yla savaşım içinde olur. Halep’te, ElBab’ta, Beşar’a direnenlerin yanındadır. Üç yıl sonra cihatçılardan kurtulmak ister. Onların arasına girdikten sonra çıkmak zordur. Fransa’yı havaya uçuracağını söyleyip kurtulur ve Paris’e döner. Canlı bomba ola cak, ancak başka bir arabayı patlatıp kendisinin öldüğüne inandıracaktır çevresini. Öyle de yapar. Çaldığı bir arabayı havaya uçurur, kendisi arabada yoktur. FRANSA, POLİS, CİHAT! Ağabey Azad’ın taksici lik yaparken polislerle ilişkisi olur, ajanlık yapmak zorunda kalır. Polis Gwen onun yakasını bırakmaz. Onun üzerinden kardeşi izlenir. Bir hastaneden kimyasal malzeme çalınır. Hastanede, kardeşin parmak izleri belirlenir. Ağabey, kardeşin bir şeylerin peşinde olduğunu anlar, ancak polise bilgi vermez. Avukata danışıp hareket eder. Fransa’da, 11 Eylül saldırısı, Charlie Baskını sonrasında cihatçılara karşı yoğun bir çalışma yürütülür. Avukat, Ağabey’e her şeyi polise anlatmasını söyler. Ağabey, kardeşi korumak amacıyla bilgi vermez. Kardeşle Portekiz’e geçip orada yaşamayı düşünür. Huzurevinde neneyi ziyaret ederler birlikte. Polis de başka kimlik kullanan kardeşi izler. Kardeşin, ağabeyin arabasını habersiz alıp kaçması kuşkuları arttırır. Önceden belirtildiği gibi kardeş, ağabeyin arabasının aynısını kaçırıp patlatır. Ağabey’i buluşma yerine çağırıp birlikte otobanda Portekiz’e doğru kaçarlar. Romanın sonunda Azad, taksiye müşteri olarak binen yolcuyla tanışır, onun editör olduğunu öğrenir. Editör, Azad’a yazma yeteneği olduğunu söyleyince o da bu romanı yazmaya başlar. Mahir Güven, Ağabey romanında Fransa’da İslamcı terörün yarattığı olumsuz etkileri, polisin çalışmalarını, Paris’in gece eğlencelerini, uyuşturucu kullananları vb. kimi kez argoya da başvurarak akıcı bir dille anlatıyor. n Ağabey / Mahir Güven / Çeviren: Ebru Erbaş / Can Yayınları / 256 s. / Şubat 2020. ŞAZIYE KARLIKLI’DAN ‘TÜRK MATA HARİ EMİNE ADALET’ Bu dünyadan Emine Adalet geçti… ‘Atatürk’ün huzurunda bir dansöz’ ya da ‘Hitler’e göbek atan Türk casusu’ diye tanımlayınca olmuyor, hikâyesi. İPEK ALTUNTAŞ E mine Adalet, ‘Haremin Son Kızı’ olarak tanıtılarak dünyanın en önemli salonlarında sahne aldı, en ünlü yapımcıların filmlerinde oynadı. Peki neler oldu da ömrünün son yıllarını ‘İstanbul’un Gülü’ olarak Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki pavyonlarda geçirdi… Dünya tarihine yön veren siyasiler bir yana, Ümmü Gülsüm’den Zeki Müren’e saygın sanatçıların da hayranlığını kazanan Adalet’in 75 yıllık ömrü tam da ‘hayatımı yazsam roman olur’ denecek cinstendi ki öyle de oldu. İBRETLİK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ Babası, Sakarya’da şehit olduğunda Adalet dokuz yaşındaydı. Anneciği ise eşinin yokluğuna sadece iki yıl dayanabildi. Emine Adalet 11 yaşına geldiğinde öksüzdü. Mutlaka memur olmasını isteyen fedakâr babaannesi ile baş başa kaldı. Ancak o, memur değil sahne sanatçısı olmak istiyor ve bunun için de henüz 14 yaşındayken Alman dans öğretmeni Harry Pee ile evlenecek kadar gözünü karartıyor. Sonrasında Emine Adalet’in İstanbul Ayaspaşa’daki bahçeli ahşap evinden çıkıp, Samsun, Ordu, Konya, sonra da lüks içinde yaşadığı Rodos, Beyrut, Şam, Kahire, Berlin, Viyana, New York, Londra ve Hamburg’a oradan da, yükseldikçe daha da tepeye çıkma arzusunun getirdiği kayıplar ve acılar içinde İstanbul’a dönmesiyle son bulan ibretlik bir yaşam öyküsü var. 1931 yılında Konya’da Gazi Mustafa Kemal’e, diye tanıtılan, Atatürk’ün huzurunda zeybek oynayan Emine Adalet, Atatürk’ün “Avrupa’ya gitmeli, bizim milli danslarımızı tanıtmalı sın. Haydi kızım, göreyim seni. Türk adını sen de sanatınla duyur dünyaya” sözleriyle tiyatro mu dans mı ikilemine kendi içinde son veriyor. Elini öpmek için hamle yaptığında “Sanatçı el öpmez” diyerek onu iki yanağından öpen Atatürk’ün izi geçmesin diye yanaklarını günlerce yıkamıyor. Böylesine Cumhuriyet âşığı bir kadın nasıl oluyor da Hitler’den davet alıyor, onunla vals yapıyor ve nasıl ‘Nazi sanatçısı’ olarak kabul görüyor, işte o da tıpkı dönemin İngiliz kralı VI. George ile romantik flörtü gibi kitabın sayfalarında gizli. Nazilerden aldığı casusluk teklifini elinin tersiyle itmesi ama bir yandan da sanatını ve güzelliğini kullanarak üst düzey Nazi subaylarından aldığı bilgileri gizli şifrelerle Türkiye’ye göndermesi… DÜNYA TARİHİNE DE IŞIK TUTUYOR Her ne kadar kitap KurmacaBiyografi türünde tanımlansa da yazar Karlıklı, gazeteciliğinden kaynaklı araştırmaları ve ciddi bir arşiv desteğiyle Emine Adalet’in yaşam öyküsünü gerçeklikle harmanlamış. Kitap için, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yıllarının sosyal ve duygusal haritasını çıkarıyor demek yanlış olmaz. İstanbul’un işgali sırasında çekilen ızdırap ve çaresizlikten Nazi döneminde Yahudiler’in yaşadıkları işkencelere kadar o dönemin her duygusu Karlıklı’nın kaleminden okuyucunun ruhuna geçiyor. Herkes bilsin ki, bu dünyadan varlığın zirvesini, yokluğun dibini gören yine de hayatta kalmayı başaran, aşklarıyla, dünyanın alkışladığı başarıları, tarifsiz acıları ve önlenemez hırslarıyla “Türkiye sanatçıların ve sanatın mezarıdır” diyen bir Emine Adalet geçti… n Emine Adalet / Şaziye Karlıklı / Doğan Kitap / 308 s. / 2020. 6 16 Nisan 2020