03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÖYKÜDENLİK… Masal bitti, uyanma saati geldi mi… Korona, belli, “bir musibet bin nasihattan yeğdir”i somutlamak için katıldı aramıza. Toplumsal yaşam, ekonomik, sınıfsal yapı, ilişkilenişler covıd19 öncesisonrasına göre şimdiden ele alınmaya başladı bile. Uzantıları bunun edebiyata da yansıyacaktır elbette. 12Eylül sonrasında yurt, canlıcansız varlığı; toplumsa kalangöçen insanıyla bu kıyıcı savrulmadan eksiksiz pay almıştı. Yaşam, “12 Eylül öncesi” “12 Eylül sonrası” olarak bıçakla kesilmişçesine birbirinden ayrıldı zaten. Sanat da bütün dalları, türleriyle geleneksel köklerinden kopar hale geldi, böyle bir tehlikeye karşı savunma sisteminin, direnç mekanizmasının yetersizleştiğini gördü, ne yapacağını şaşırdı; şiir, öykü, roman vb. yazınsal türlerin tümü, kendi doğrultusunda çözüm arayışına girdi. Birey de ciddi dönüşüm geçirdi, yazınsanat ortamlarında köktenci tutumlarla, farklı okullara bağlı dağılmalara rastlandı. 1980’den 90’a ulanan, uzun mu uzun o yıllarda çözülüş olgusu dönemin edebiyat dergilerinde de su yüzüne vurdu. 1990 Kuşağı, eskilerin başta ihtiyatla karşıladığı, farklı okullarınsa etkilemeye giriştiği çözümsüzlük sürecinde, işte bu mayalanmayla uç verdi. 12 Mart darbesiyle 12 Eylül kırımı arasında doğdu onlar. Asıl büyük çıkışlarınıysa 2000 başlarında yaptılar. Giderek çok büyük bir “umut kuşağı”na evrildiler. Ama hep “öykücü” olarak anıldılar, 50 Kuşağı yazarlarındaki anmaya koşut. İNSANIN DÖNE DOLAŞA GELIP DOĞAYLA BULUŞTUĞU DIRENGEN RUH Öyle ya 1950 Kuşağı yazarları da 1930’larda doğmuş 1950’lerde başlayan üretimlerini 60’lar boyunca dorukta sürdürüp edebiyata ağırlıklarını koymuşlardı. Romanda da çok önemli yapıtlar verdiler ya, yaygın anlamda öykücü kuşağı olarak anıldılar yine. Kuşkusuz bu, öyküde yaşanan o büyük fışkırmanın sonucuydu. 90 Kuşağı, öyküde de romanda da onları izledi işte. Sözünü ettiğim 90 Kuşağı yazarlarından biri de Hakan Akdoğan. Hakan Akdoğan öyküyle başladı, Mer merden Ev adlı ilk öykü kitabından sonra hep romanda kaldı. Eksik Parça’nın yayımladığı bu yapıtlar: Nü Peride (1998), Gölge Yaşatan (2001), İlişmek (2005), Struma Karanlıkta Bir Ninni (2009), Varlık ve Piçlik (2014), altıncısı da Kirpi Mesafesi (2019) Hakan’dan sonra Şebnem İşigüzel, Faruk Duman, Sema Kaygusuz, İnan Çetin, Murat Yalçın, Abdullah Ataşçı, Başar Başarır, Doğu Yücel, Eren Aysan vb. kuşak şairyazarları edebiyatın roman hanesine damga vurmakta gecikmedi. Gelenekle bağını korurken ona yeni kanallar açıp bütün edebiyatımızı peşinde sürükleyen kuşak oldu 90 yazarları. Bu ara da yeni bir gerçekçilik anlayışının da öncülüğünü yaptılar. “Yeni bir gerçekçilik” dedim, nedir bu, diye soranlara söyleyeyim şuracıkta. Toplumsal olanın çevreninden kopmayan, içe dönük karamsarlık yerine iç kaygıyı nesnelleştirip bunu içe akıtmaktan kaçınarak dışa çıkaran, insana dönük sorunları yine bireytoplumdoğa ilişkisi odağında temellendiren, bu arada biçemsel olarak yinelemeye sırt dönüp sürekli kendini yenileyen, her yazarın, yapıtıyla kendisine başka yollar aradığı bir gerçekçilik diyeyim yuvarlamayla. İşte bu kaba tanımla örtüşen tutum, Hakan Akdoğan’ın son romanında bir kez daha önümüze geliyor: Kirpi Mesafesi. HAKAN AKDOĞAN; BIR MANIFEST ROMAN “KIRPI MESAFESI”… Önce, “kirpi mesafesi”nden neyi anlamamız gerekiyor, buna göz atalım: “Kirpi mesafesi, gerçek sevgi mesafesidir.” “Ne dikenleri birbirlerine batacak kadar yakın ne de üşüyecek kadar uzakta (olmak)”… (90) Roman, Sorgun’un ağzından aktarılıyor. Sorgun, bir vagonun koridorunda dünyaya gelmiş, otuz yaşında “teröristlerin yerleştirdiği bomba”yla yine bir vagonda bu kez “yüzü(n)ün şeklini kaybe(tmiştir).” (7, 8) Biz onu, bir sitede kiraladığı “dönüştürülen kapıcı dairesinde” (23) yaşarken dinlemeye başlarız. Sorgun, irkiltici “çirkinliği”yle bu sitede sekiz yıla yakın kalacaktır. Yapıt, onun yaşama mücadelesini aktarıyor işte bize. Çeviri yapar, İngilizce ders verir, satın aldığı bir taksiyi çalıştırır Sorgun, görece para sıkıntısı yoktur yani. Ancak “yüzü olmayan (bu) adamı”, “siteden atmak hayatlarındaki en önemli amaçtı(r)” komşuların (32, 36), yaşam mücadelesinin ne denli güçlüklerle örülü olduğunu bilir Sorgun: “Toplumda yaşamak için vahşi olmak zorundasın (der). Ama insan toplumda kalmak için vahşileştikçe kendisine yabancılaşıyor.” (11) “Neden nefret ediyordur” insanlar ondan? “Çirkin olduğu(.) için” tabii. Oysa “bu yapılanların ırkçılıktan farkı yok(tur).” (39) Bu yüzden “bebekler dışında herkes lekelidir,” anlatıcıya göre. (33) “Ama ne yazık ki her toplum her zaman bir zenci arıyor(dur) kendine.” (77) Sorgun’u, hepimizin ötekileştirdiği, yanımızda yöremizde, âdeta kirpi mesafesinde yaşamaya çabalayan bir adamı karakter anlamında yapılandırıp roman evrenine buyur ediyor Hakan. Gerçeklikle kendi düş dünyasını iç içe yaşayıp denge kurmaya girişen anlatıcısını bu şekilde farklı bir dille yapılandırıp önümüze getiriyor. Sonuçta özöyküsel anlatımıyla Sorgun’un dramına, okuru tanık yapabiliyor. Böylece duygudaşlık köprüsü kurmayı da hakkıyla başarıyor. Bunda yaşamına katılan Sorgun’u çoklaştıran oda dostlarının da rolü var. Yitirdiği küçük oğlunun altında ezilen tek site sakini, sonra felçli baba, fahişelik yapan bir kadın. Hüzünlü bir yaşamöyküsünün külleri üzerinde yapılandırıyor roman karakterini Hakan. Sitede kalmak için kendince yollar bulan Sorgun’un, çöpe bırakılan atıklardan ürettiği gerekçe sahiciliği zedelemiyor değil bir ölçüde. Entelektüel, farklı nitelikte bir “öteki”nin düzeyli sabuklamaları eşliğinde okunuyor yapıt. Düşünsel derinliğiyle denemeye göz kırpan, bu arada okuru “sıradan faşizm” vb. sorunlar arasında gezindirip ötekileştirmenin farkındalığını vurgulayan Kirpi Mesafesi, Hakan Akdoğan’ın toplumsal sorumlulukla örülü yirmi yılı bulan romancılığında, “kirpi mesafesi” yürüyüş eşliğinde, yazınımıza armağan ettiği Sorgun karakteriyle de anılacak bir roman aynı zamanda. n 12 16 Nisan 2019 Zeynep Gülçin; “Yağmur Fena, Burada Kal”… Ö ykü Gazetesi’ni yayına hazırlayan Faruk Duman, Ercan y.Yılmaz, sonradan gruba katılan İnan Çetin’le birlikte bir öykücü de Zeynep Gülçin. Yağmur Fena, Burada Kal (Kırmızı Kedi, 2020), Zeynep’in ilk öykü kitabı. Farklı çevrelerden küçük insanların dünyası, bizi yoksul, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyen yaşantılarla buluşturuyor bu öykülerde. Yapıca, işlenişçe birbirinden ayrı kurulmaya çalışılan öyküler, her zaman böyle bir sonuç üretemese de sıcak duygular eşliğinde okunabiliyor yine. Örneğin “Hiç Kimse”, “Bulut Geçti” adlı öykülerin ilkinde örtüklükle kapalılığın öyküye getirdiği derinlik yanında ikincisinde bunun neredeyse doğrudan “kapatılarak” sağlanmış olması, öykünün duyarlık dengesinde aksamaya yol açıyor. Oysa her ikisi de güzel öykü ama anlatıda kapalılığın doğal bir örtüklükleştirmeyle sağlanması zorunlu. Aynı şekilde “Bir Gece” başlıklı öykü de güzel bir kapalılık taşıyor içinde, nedeni okuru etkin kılması. Bir ilk kitapta rastlanabilecek kimi aksamalara karşın okuma isteği yayan öyküler bunlar. Yoksul dünyaların, kıyıda dursalar da içli tutumları, davranışlarıyla görünürleşen insanları, Zeynep’in öykülerinde kavrayıcı bir kuşatıcılıkla sarabiliyor çünkü okuru. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle