Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MERHABA Ahmet Rasim’in bir tarih kitabı Agâh Sırrı Levend, Ahmet Rasim başlıklı kitabında (TDK, 1965) “Rasim’in eserleri yoruma ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır; canlı birer tablo halindedir.” der. O tablolar bugün de canlıdır, çünkü Ahmet Rasim günceli yazınsallaştırmayı başarmıştır. B en Ahmet Rasim ilkokulu mezunuyum. Rasim’in Ahmet Mithat için söylediğini ben onun için söyleyebilirim: “Ahmet Rasim’e olan muhabbetim kadimdir. Tâ mektepten beri severim.” Yüzü aşkın yapıtıyla bence yazınımızın en okunası yazarlarından biridir Rasim. Onun “edip” değil “muharrir” olduğunu öne sürenler görülür. Rasim’in bu iki kavram arasındaki ayrıma takıldığını hiç sanmıyorum. O, edebiyat yapma hevesiyle değil, gördüğü, bildiği gibi yazmıştır. Doğrusu da budur. Bir İstanbullu olarak yaşadığı döneme ilişkin gözlem, izlenim ve düşüncelerini gerek gördüğünde kurmacaya da başvurarak cıvıl cıvıl bir üslupla (biçemle) kâğıda aktarmıştır. Agâh Sırrı Levend, Ahmet Rasim başlıklı kitabında (TDK, 1965) “Rasim’in eserleri yoruma ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır; canlı birer tablo halindedir.” der. O tablolar bugün de canlıdır, çünkü A. Rasim günceli yazınsallaştırmayı başarmıştır. GÜNCELİ GEÇMİŞTEN AYIRMAYAN Şimdinin, en eski günlerden gelen bir silsilenin doğurgusu olduğunu bilir. Onun için tarihe meraklıdır. “Mektepte tarih okudum, anlamadım. Mektepten çıktıktan sonra baktım adamakıllı bir tarih kitabı yoktu ve ikinci Abdülhamit devrinde tarih okumak adeta bir cürümdü.” diye anlatır. “Tarihi cem edilmemiş ve rabıtai ilmiyye ve fenniyyeye malik olmamış milletler, henüz terbiyei siyasiyye ve medeniyyesini ikmâl etmemiş olanlardır.” düşüncesindedir. Kültür yaşamımızda saptadığı tarih bilgisi ve bilinci yoksunluğunu biraz olsun gidermek için kendisi tarihçiliğe, Ahmet Cevdet Paşa düzeyinde olmasa da, alçakgönüllü bir şekilde yönelecektir. En kapsamlı tarih çalışması Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi’dir. “Bu eserimizde en dikkate aldığım husus, nasıl yaşamış olduğumuzdur.” der. Başka tarih kitapları da yazmıştır. Elbette bunları tarihçiliğin zayıf olduğu dönemde yazıldıklarını düşü nerek değerlendirmek gerekir. A. Rasim’in tarih çalışmalarından hâlâ yararlanabileceğini düşünüyorum. Örneğin, İstibdattan Hâkimiyyyeti Millliyeye yapıtından... Agâh Sırrı Levent’e göre, “Türkiye’de Batı’ya dönüş ve yenileşme hareketinin bir özetidir.” bu yapıt. “...III. Selim’in tahta geçişinden (...) ilk meşrutiyetin ilânına kadar geçen olayları anlatır.” Ne yazık ki, yapıt orada kesilmiş, arkası gelmemiştir. Yarıda kalmış bu yapıtın ne kadar değerli olduğunu Hıfzı Veldet Velidedeoğlu göstermiştir bize. Günümüz Türkçesine çok güzel bir şekilde aktardıktan sonra bize sunmuştur, doyurucu bir önsöz ve yapıtın özünü yansıtan yeni başlıkla: Osmanlı İmparatorluğunun Reform Çabaları İçinde Batış Evreleri (Çağdaş yayınları, 1987). REFORM GEREKSİNİMİ Rasim, Cevdet Paşa tarihinden de yararlanarak, Osmanlının reform gereksinimini tartışılmaz şekilde ortaya koyar. İçerde “Anadolu ve Rumeli zulüm ve teaddi ile harap”tır. “Gerek İstanbul’da, gerek taşralarda insanın değeri yok idi. Adam öldürmek ile piliç kesmek bir gibiydi.” Dışarıyla ilişki bakımdan, Osmanlının Fransız Devriminin ayrımına varmamış olmaması hayret vericidir. Dahası: Rasim’e göre, “... hükümet ve milletin böyle bir devrimi dile getirecek (anlatacak) sözlü ve yazılı bir dili olduğundan bile büyük kuşkuya düşülebilir.” O haliyle Osmanlı insan hakları bildirgesini de değerlendiremeyecektir. Napolyon’un Mısır’ı işgal girişimi bu bildirgeye Osmanlının olumsuz bakmasına bahane oluşturacaktır: “İnsan hakları adını verdikleri serkeşlik anlamını taşıyan bildirgeleri...” İnsan haklarını Avrupa’dan gelen kötü bir şey gibi görme eğilimi o zamanlar başlamıştır. Rasim anlatır: “Avrupa’nın dışişlerine ve siyasal sorunlarına hiç mi hiç aldırmıyorduk”. Nitekim, 1815 Viyana Kongresine “Avusturya Başbakanı Metternich’in delege göndermemiz için yaptığı çağrıya” Osmanlı olumsuz yanıt verecektir. Bence bu yanlış karar Os manlı için sonun başlangıcı olmuştur. Avrupa masasında bir özne olmak yerine Avrupalıların tümünün nesnesi olmak seçilmiştir. Rasim, alaylı bir şekilde anımsatır: “Viyana Kongresi’nin kararlarından olan komitacılığın yasaklanması kararı bizi kapsamıyordu.” Elindekini tutmak için değişim, atılım gerektiğini anlamaz, statükodan medet umarsan, sonunda elindekini yitirirsin. İKİ ADIM İLERİ, BİR ADIM GERİ Elbette, o sıralarda bildiğimiz reform çabaları başlamıştı. Ancak, reformcuların karşısında ellerindeki gücü yitirmemek için dinselciliğe sarılan, sünni halkın eğitim düzeyinin düşüklüğünden yararlanan bir kesim vardı. Gene de Osmanlı reform hareketi Tanzimat aşamasına ulaşmayı başardı. “İşte Reşit Paşa yabancıların gözünde sakatlıkla betimlenmiş olan Osmanlı Devleti’nin dış ve iç ilâçlarını toplayıp hazırlamak için kullandığı bilgece yöntem bakımından tektir.” der A. Rasim. Ne ki, Tanzimat atılımının nereye kadar gidebildiğini biliyoruz: “Reşit Paşa’nın, kâfirler tarafından para ile edilmiş birer gâvur oldukları inancı doğmuştu”. Osmanlı reformları hep iki üç adım ileri, bir adım geri şeklinde yürümüştür. O geri adımlar ölümcül gecikmelere, Velidedeoğlu’nun deyişiyle “batış evreleri”ne dönüşmüştür. Ahmet Rasim Osmanlı modernleşmesinin bu dinamiğini bence iyi görmüştür. Gene de, Osmanlı modernleşmesinin Cumhuriyet’in yolunu açtığını düşünmek yanlış olmaz. Gerçi Cumhuriyetin sağladığı büyük atılımdan sonraki reform hareketlerinin de iki adım ileri bir adım geri şeklinde gerçekleştiği söylenebilir. Neden böyle? Gene Rasim’i anımsayalım: “Cumhuriyetin can ve yürekten çalışması gereken bir mesele varsa o da halkın gözünü açmaktır.” Başka bir deyişle, halkın hem Eşkâli Zaman’ı, hem de eşkâli tarihi görebilmesini sağlamak gerekir(di). Hey gidi tatlı dilli Ahmet Rasim! Bugün yaşıyor olsaydın bütün yılanları görürdük. n KITAP l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına: Alev Coşkun l Genel Yayın Yönetmeni: Aykut Küçükkaya l Yayın Yönetmeni: Turgay Fişekçi l Editör: Gamze Akdemir l Tasarım: Bahadır Aktaş l Sorumlu Müdür: Olcay Büyüktaş Akça l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul l Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. Aş., Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A/41 Bahçelievler İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. B u sayımızda ülkemizin kültür tarihinde çok önemli bir yeri olan Azra Erhat’ı, anı kitabı En Hakiki Mürşit ile konuk ediyoruz. Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Halikarnas Balıkçısı gibi aydınlarla Anadolu hümanizmi denilen düşünceye can vererek çağdaş toplumla Anadolu’nun üç bin yıllık tarihini birleştirdi. İnsanlık kültürünün aydınlık yüzünün ilk çağlardan günümüze nasıl ulu bir ırmak gibi akmakta olduğunu gösterdi. Bu kuşağın bir temel özelliği de bireyci yanlarını geride bırakıp yaptıkları her şeyde ortak emeği, “imece”yi öne çıkarmış olmalarıdır. Her biri tek başlarına çok önemli kültür insanları olmalarına karşın çalışmaları hep ortak imzalıdır. Neyin yararlı, neyin güzel olduğuna birlikte karar vermişler, birlikte gerçekleştirmişlerdir. Önceleri arkalarında kendilerini anlayan, heyecanlarına ortak olan Hasan Âli Yücel gibi bir Eğitim Bakanı olması, bakanlık desteğiyle klasik yapıtların dilimize çevrilmesi, Tercüme dergisinin yayımlanması büyük ivme katmıştı kültür hayatımıza. Sonrasında hortlayan gericilikle üniversitelerden kovuldular, tek başlarına sürdürmek zorunda kaldılar mücadelelerini. Sabahattin Eyuboğlu’nun Maçka, Bronz Sokakta bir apartmanın bahçe katındaki dairesi ölümüne dek her pazartesi aydınların buluşma, yaratma, paylaşma ortamı oldu. Türküyle şiir, düşünceyle hayat birbirini alevlendirdi. Pek çok önemli yapıt burada filizlendi, olgunlaştı. Bu insanların 12 Mart döneminde gizli örgüt suçlamasıyla hapse atılmış olmaları ise tarihimizin en büyük hukuk skandallarından biri olmayı bugün de sürdürüyor. Sonunda hayatlar gelip geçiyor ama kültürel miras, insancıl düşünce, güzel anılar hep yaşıyor… turgay.fisekci@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap