29 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ADNAN ÖZYALÇINER’DEN ‘YOK OLAN İSTANBUL’ ‘İstanbul sefertası gibi yükseliyor!’ Uzun süredir tarihi ve coğrafyasıyla İstanbul’un bu eşsiz güzelliği yara almaya devam ederken tarihi doku, yaşam biçimi, kültürel yaşamı, doğası, kentin yoksullaşması pahasına ekonomik, endüstriyel ve toplumsal konumu hiçe sayılarak “kentsel dönüşüm”lerle plansız yapılanmalarla yok ediliyor. Usta yazar Adnan Özyalçıner kitabında bir şehrin izini sürüyor. GAMZE AKDEMİR gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr n İstanbul’a salt bireysel değil, toplumsal olarak sayısız gözle bakan, öyle yaşayan, her daim esinlenen ve kaleminin ucunu kentin harcını betona boğan aymazlara eleştirel doğrultuda sivrilten bir yazarsınız. Yok Olan İstanbul’da, kentin o yok oluşu sahadan hangi tespitlerle nasıl eyleme geçiyor yazar? İstanbul önceleri az katlı apartman ya da evlerin sıralandığı ağaçlıklı sokaklarıyla vardı. Geniş alanların kentiydi. Yeşil alanları, parklarıyla birlikte. Tepelerini kulelerin, minarelerinin, kubbelerinin yükselttiği bir kentti. Dupduru bir denizin, masmavi bir gökyüzünün kuşattığı. İSTANBUL PARÇA PARÇA! Kentin alanları daralırken ağacından, kuşundan da yoksun kaldı. Betonlaşan yeşil alanlarla birlikte. Gökdelenler minareli, kubbeli, kuleli tepeleri düzleştirdi. Yeşil tepeler gittikçe karararak gri bir renge büründü. Gökyüzünü de daraltarak. İstanbul, yaygın bir kentti, şimdi sefertası gibi kat kat yükselerek darlaştı. Gittikçe de daralıyor. Plansız gelişen, İstanbul’u çirkinleştiren bu gidişe seyirci kalmamak gerekir. İstanbul’un yok edilemeyen güzellikleriyle zenginliklerine sahip çıkarak. n Yok Olan İstanbul’da, o devam eden yıkıcı sürecin geleceğine ilişkin yakın ve uzun vadeli düşünceniz? Koronavirüs salgınının tahakkümündeki İstanbul’u nasıl dinliyor ve yazıyorsunuz? Dönülmez akşamın ufku mu yoksa hâlâ geç değil mi? İstanbul yok olmakla, yok edilmekle kalmıyor. Parçalanıyor şimdi de. Kanal İstanbul, ortadan ikiye bölecek kenti. Hoş İstanbul, zaten Boğaz’la ikiye bölünmüş. Bu kez dört parçaya bölünecek. Parça parça yani. Para babalarına peşkeş çekiliyor. Kısadan bu yapılanlara/yapılacaklara karşı durmalı, kente sahip çıkılmalı. Uzun sürede ise demokratik, halkçı bir düzen, yaşadığımız haksızlıklara, adaletsizliklere olduğu gibi, bu olup bitene de dur diyebilir ancak. Koronavirüs kuşatmasındaki İstanbul’da da hastalığın acısını gene kentin yoksul kesimiyle işçiler, emekçiler çekiyor. Öncesindeki kentsel dönüşümlerde çektiği acılar gibi. Koronavirüsle halkın acısı katlanıyor kısacası. TARİHSEL VE MAVİSEL BİR DÜŞ! n Çepeçevre surların, tüm kıvrımlarıyla semtlerin, kılcal damarlarıyla kentin dünkü ve bugünkü durumuna ilişkin paylaştığınız uzak ve yakın tarihi bilgiler kentin bir zamanki durumunun üç boyutlu şeklini de ortaya koyuyor. En büyük darbeyi alanları sıralarsanız hangilerini başlara koyardınız? Başta yeşil alanlarla ilişkimiz kesildi. Ünlü gezinti yerlerimizden hangisi betonlaşmadan kurtuldu. Çamlıca mı? Kağıthane mi, Boğaziçi’nin hangi semti? Adalar bile kuşa döndürülüyor. Peki, üç yanı denizlerle çevrili İstanbul’da hiç plaj kaldı mı? Florya, Salacak, Küçüksu, Sarıyer’in Altınkum’u, Moda, Süreyyapaşa plajları nerede? Kala kala Caddebostan Halk Plajı’nın bulanık denizine mi kaldık? n Son olarak bir düş kuralım ve ideallerdeki İstanbul’u anlatmanızı rica edelim bir örnek güzergâh çizerek... Haliç, iki yakasındaki Fener, Balat, Kasımpaşa, Hasköy, Eyüp Sultan’ı, Sütlüce’siyle başlı başına bir güzelliktir. Bir de başına bir taç gibi oturan Piyerloti olunca. Bir sabah, erkenden Piyerloti sırtlarından güneşin doğuşunu izlemenin mutluluğunu, yeni bir güne başlamanın umudunu kimse alamaz elinizden burada. Haliç’in üstü yedi tepesi ile suriçi: Karagümrük, Fatih, Aksaray, Kocamustafapaşa, Yedikule, Samatya, Beyazıt, Sultanahmet, Eminönü, Liman, Galata, Sarayburnu’ndan sonra karşı yaka: Kadıköy. Gölgeli cami VEDAT ARIK avluları, güneşli alanlarında uçuşan güvercinleriyle. Kalan güzellikleri, her iki yakasını bezeyen semtleriyle Boğaziçi: Üsküdar, Bebek, Rumeli, Anadolu hisarları, Kandilli, Emirgân, Kanlıca, Sarıyer, Beykoz kıyılarıyla Anadolu, Rumeli Kavağı’na uzanır. Geceleri sapsarı, testekerlek bir ay doğar. Gökyüzünde yükselip Boğaz’ın sularında parıldayarak akar gece boyunca. Kimse engel olamaz buna. Uzayıp giden masmavi bir denizin ortasında, çam ağaçlarına sarınmış, güneşte parıldayarak inci bir gerdanlık gibi sıralanmış, çevresinde kanat çırparak dolanan martılarıyla yüzen Adalar tamamlar İstanbul düşümüzü. n Yok Olan İstanbul / Adnan Özyalçıner / Evrensel Basım Yayın / 116 s. / 2020. PINAR BOYLU GOGULAN’DAN ‘SİYAH’ Gölgen de sensin!.. Siyah, “Yeni Alman Tıbbı”na göre hastalıkların, çatışmaların ve travmaların hangi durumlarda ortaya çıktığına ve nasıl çözümlenebileceğine dair ayrıntılı açıklamalar ve örneklerle okura ışık tutuyor. AYLİN KAYA P ınar Boylu Gogulan, Lacivert ve Mor’un devamı niteliğindeki ve konu bakımından geniş bir yelpazeye sahip Siyah’ta, danışanlarından verdiği örneklerle hastalıkların gerçek sebebini irdeliyor. Küçük büyük bütün hastalıkların bizi aslında en iyi dostumuzla, kendimizle, tanıştırmak için kapımızı çaldığının altını çiziyor. “Yeni Alman Tıbbı”na göre çoğu zaman kendimize, sırtımızı döndüğümüz noktada alarm veriyor vücudumuz; ruhsal benliğimiz giderek artan şiddetli bir sarsıntıyla bizi kendimize getirmeye çalışıyor. Yeni Alman Tıbbı, modern tıpla işbirliği içinde ilerleyen ve danışana yeni tedavi kapıları aralayan bilimsel bir çalışmanın ürünü. Psikiyatr ve cerrah Ryke Geerd Hamer’ın yaşadığı travmatik bir olay sonucu ortaya çıkıyor. Doktor Hamer bir kazada oğlunu kaybettikten kısa bir süre sonra prostat kanseri oluyor. Tedavisi süresince aynı teşhisin konulduğu yüzlerce hastayı inceliyor. Kendisiyle benzer bir duygusal çatışma yaşadıklarını fark ettiğinde tomografi sonuçlarına bakıyor. Hepsinin beyninde, aynı noktayı işaret eden bir baloncuk oluştuğunu keşfediyor. Öyle ki bu baloncuğa Hamer Odağı ismi veriliyor. Travma ve hastalıkların çıkış noktasını bularak, özgürleşebileceğimiz gerçeğini kabul etmek atılacak ilk ve belki de en önemli adım. Bu noktada başvurulan regresyon ve soybilim çalışmaları birbirini tamamlıyor ve destekliyor. Lacivert, Mor ve Siyah serisinin ana teması, hastalık ve travmalar başta olmak üzere korkular, kanıksanmış çaresizlikler ve kendini tekrar eden olumsuzluklara “dur” demek. Bilimsel çalışmalara dayanan, deneyler ve ispatlarla ilerleyen yeni Alman Tıbbı’nın esas alındığı Lacivert, Mor ve Siyah, tam da bu sebeplerden dolayı özgün bir çalışma, kişisel gelişim kitaplarına yeni bir soluk getiriyor. Elbette Gogulan’ın kusursuz bir anlatıcı rolüne bürünmeksizin okura kendi çatışmalarını, travmalarını ve döngülerini korkusuzca anlatması da kitabın fark yaratan özelliklerinden biri. n Siyah / Pınar Boylu Gogulan / Libros Kitap 272 s. 4 17 Aralık 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle