Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MERHABA Yaşlılığı yaşamak Yazmak, iyi gözlemlemeyi, gözlenen verileri düşünselliğin imbiğinden geçirerek olayları, durumları, sorunları özgün bir üslupla anlatıya dönüştürme edimidir. Olayları göz önüne sererken yazar olmadığını vurgulayacak denli alçakgönüllülük gösteren Hendrik Groen, bu açıdan değerlendiriyor yaşlılık sorunlarını. Bu bağlamda Kuzey Amsterdam’da kadınerkek bir arada yaşayan huzurevi ortamından yansımalar sunacağım. HENDRIK GROEN KİM? Hendrik Groen, kitabının başında¹ “Bu kitap roman mı, yoksa gerçek mi” sorusuna, “Hiçbir şey yalan değil, ama her şey gerçek de değil” diyerek yaşlılığın dar kapısından içeri sokuyor okuru. 1 Ocak 2013 Salı günü yazmaya başladığı gizli güncesine “Yeni bir yıl. Yaşlıları hâlâ sevmiyorum. Yürütecin peşinden ayaklarını sürüyerek yürüyüşleri, yersiz sabırsızlıkları, bitmeyen şikâyetleri, çayın yanında yedikleri kurabiyeleri, inleyip sızlanmaları. Ben mi? Ben kendim seksen üç yaşındayım” diye başlıyor. Böylece, Groen’un, güçlü gözlemlerini, ironi yanı ağır basan bir anlatıyla yansıtacağı baştan anlaşılıyor: “Ben, Hendrikus Gerardus Groen” her zaman doğru, cana yakın, kibar ve yardım sever biriyimdir. Gerçekten böyle biri olduğum için değil; başka biri olma cesaretini gösteremeyişimden. (...) Babam ve annem bana Hendrik adını koyarak ileri görüşlü olduklarını göstermişlerdi.² (...) Bu gidişle kendimi depresyona sokacağım. O anda gerçek Hendrik Groen hakkında da bir şeyler kaleme almaya karar verdim; tam bir yıl süreyle Amsterdam’da bir huzurevindeki yaşama dair kendi sansürsüz bakışımı vereceğim.” YANSIMALAR Yazmak, iyi gözlemlemeyi, gözlenen verileri düşünselliğin imbiğinden geçirerek olayları, durumları, sorunları özgün bir üslupla anlatıya dönüştürme edimidir. Olayları göz önüne sererken yazar olmadığını vurgulayacak denli alçakgönüllülük gösteren Groen, bu açıdan değerlendiriyor yaşlılık sorunlarını. Bu bağlamda Kuzey Amsterdam’da kadınerkek bir arada yaşayan huzurevi ortamından yansımalar sunacağım yazımda. İç donanımı yatılı okulları andıran bu koruyucu yuvalarda huzur içinde yaşandığı sanılır. Bilge düşünür Montaigne, “Her insanda insanlığın halleri vardır” der. İnsan, yaşanan ortamların olanaklarına göre değişim gösterse de insanlıktan bir parçayı özünde taşıyorsa oraya uyum sağlar. Örgütlenip dayanışarak güç kazanmasının özünde bu dayanışma duygusu yatıyor. Groen, kadın hastalarla ilişki kurarak nerdeyse eski aşklarını yeniden yaşıyor. Öyle ki, birine tutkunken, yeni gelen kişilik yönünden kendisiyle uyum içindeyse ona yönelebiliyor. Groen’un huzurevine yeni katılan Eefje Brand’la anlaşması, insanın belli bir yaştan sonra sevginin anıya döküldüğü sanısını yalanlıyor. Onu daha ilk görüşte, huzurevinde insan ilişkilerinin iyi olmadığına değinerek “Burada çok arkadaş bulamayacaksınız ancak size kendimi tavsiye edebilirim” diyebiliyor. Başında kitap okuduğu, hastaneye yatırıldığında kızından çok ziyaretinde bulunan Groen’un, Eefje’nin son yolculuğuna uğurlandığı törende yaptığı konuşma yürek yakıcıdır: “Eefje öldü. Saat 11.00’de kırışık alnını öpüp ‘Yarın görüşürüz’ dedim. Bir saat geçtikten sonra sessizce uyudu. Az önce bakmaya gittim. Hâlâ çok güzeldi. Onun adına sevinmek istiyordum, ancak henüz üzüntülüyüm. 2014 yılına cenazeyle gireceğiz. Mutsuz yıllar!” Yahya Kemal Beyatlı, “Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde” dese de, Groen için, yok olup giden Eefje, sanki her an ölümü beklenen, elini eline değdirmediği bir sevgi yumağı değil, yeryüzünde güzellik denen duygu meleğiydi. SONA DOĞRU Yitiren, ilişki kurduğu her kişinin yüzünde ölümün rengini görürken, bir an olsun, kendi son anını şu düşüncelerle yansıtan 83’lük Groen gibi, ölüm içinde yaşam, yaşam içinde ölüm gerçeğini bilgece duyumsayan yardımsever bir ruhun, ölen başka bir arkadaşını yolcularken içinden geçirdikleridir: “Gerçek hayatın yavaş yavaş kaçınılmaz olarak elimizden kayıp gittiğinin farkına varmak, yavaş yavaş haşlanan ve hiçbir şeyi duyumsamayan kurbağanın aksine uzun süre dehşetle kendi gerilemenizin farkında oluyor, giderek daha sık aralıklarla siyah bir deliğe gömülüyorsunuz. İçine tekrar düşeceğinizi bildiğiniz o delikten daha kısa süreliğine yukarıya tırmanıyorsunuz. Yolun sizi nereye götüreceğini görebilmeniz için yeterince vaktiniz olacak. Geride, birkaç neşeli demans hastası dışında, zihni bulanık, acılı, korkak, kızgın, yaşlı bir insan yığını kalıyor. Önce olmayan şeyleri hatırlamaya çalışacaksınız huzursuzca, sonra bir sandalye veya yatakta boş boş önünüze bakacaksınız.” SEVGILI OKURLARIM Sevgili Okurlarım, Groen’un çizdiği tablo irkiltici gelebilir. Ama bize göre daha şanslı. O, demans, Alzheimer hastalıklarına tutulup kendini başka bir âlemde varsayarak, sizi karşısında görüp başkası sandığı, kafasını yere çarpıp kaşı gözü parçalananların bulunduğu bir ortamda yaşıyor. Bizler ise her an onlara tanık olmanın yanında, yeryüzünün her noktasına yayılan Covid19’un canından ettiği milyonlarca insanın, onların arasında yüzlerce doktorun, sağlıkçının, gözünü dünyaya yeni açan bebelerin, karnındakini doğurmadan bir iki gün içinde ölen annelerin, toplumu aydınlatma yolunda çaba gösteren bilim insanının, sanatçının aramızdan ayrıldığına tanık oluyoruz. İnsanın neler yaşadığını algılayıp çareler arayarak hem zararı en aza indirgeriz, hem onlara karşı insanlık görevimizi yerine getirmiş oluruz... ¹ Hendrik Groen / 83 1/4 Yaşındaki Hendrik Groen’un Gizli Güncesi / Hollandaca aslından çeviren: Erhan Gürer / Can Yay. / 371 s. ² Yazar, Hollandacada “dürüstlük abidesi” anlamına gelen ‘brave Hendrik’ deyimine gönderme yapıyor. (Ç.N.) n KITAP l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına: Alev Coşkun l Genel Yayın Yönetmeni: Aykut Küçükkaya l Editör: Gamze Akdemir l Tasarım: Bahadır Aktaş l Sorumlu Müdür: Olcay Büyüktaş Akça l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul l Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. Aş., Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A/41 Bahçelievler İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. B u sayımızın kapağında, Türk edebiyat eleştirisinin önde gelen isimlerinden Memet Fuat yer alıyor. Konur Ertop, 19 Aralık 2002’de yitirdiğimiz Memet Fuat’ı ve yazınını mercek altına aldığı yazısında, onun eleştirmen kimliği, düşünceleri ve yazı dünyasına katkılarının yanı sıra kendisini nasıl algıladığını, izlediği yaşama yolunu da inceliyor. Üçüncü sayfamızda, 83 1/4 Yaşındaki Hendrik Groen’un Gizli Güncesi isimli yapıttan hareketle kaleme aldığı ‘Yaşlılığı Yaşamak’ başlıklı yazısıyla Adnan Binyazar yer alıyor. Gamze Akdemir, Adnan Özyalçıner ile kentsel dönüşümler ve plansız yapılanmalarla yok edilen kadim şehrin izini sürdüğü Yok Olan İstanbul kitabı üzerine konuşuyor. Onur Bilge Kula, ‘Niçin Doğu’ya açılmalı?’ başlıklı yazısında, nitelikli yazınsal yapıtlar üretmek için yerleşik estetik anlayışın ötesine geçmeyi gerekli gördüğünü imliyor. Erendiz Atasü, Nilgün Çelik’in yaşama kadınların açısından toplumsal / siyasal dertlere dokunduğu öykü kitabı Gelenler’i irdeliyor. Büşra Uyar, Behçet Çelik’in ilk iki öykü kitabının bir araya getirilmesiyle oluşan İki Deli Derviş Yazyalnızı’nı inceliyor. Püren Mutlutürk Meral, Ayşe Pınar Köprücü’nün kendini dönüşüme ve yeniliğe bırakamayan belki de her gün karşılaştığımız bir yapraktan yola çıkarak büyüme korkusunu şefkatle ele aldığı Bir Sonbahar Öyküsü’nü değerlendiriyor. Sinem Gündem, İsmail Güzelsoy’un aşkı, insan olmayı, bizi biz yapan değerleri ve ahlakı eski İstanbul’un dekor olduğu bir kıyamet senaryosunda ustalıkla anlattığı Kıpırdamıyoruz romanını inceliyor. Y. Bekir Yurdakul, Başak Baysallı’nın, sekiz öyküden oluşan Tarlakuşu Mahallesi kitabını değerlendiriyor. Emek Yurdakul, çocuk yazınından dört yeni kitabı tanıtıyor. Aylin Kaya, Pınar Boylu Gogulan’ın, Yeni Alman Tıbbı’na göre hastalıkların, çatışmaların ve travmaların hangi durumlarda ortaya çıktığına ve nasıl çözümlenebileceğine ilişkin örneklerle okura ışık tuttuğu Siyah’ı tanıtıyor. Vitrindekiler ve Bulmaca köşelerimiz yepyeni bir düşün trafiğiyle daha karşınızda. İyi okumalar… Editörden cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap