29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DÜNYA DAMLASI Kıran toplumunda çoban ışığı; tiyatro Tiyatro, Anadolu’da kentlerin, bir yangında ilk kurtarılacak kültür işbirliği. Bu yanıyla o, çoban ışığı, çobanyıldızı karanlıkta yol gösteren, tek tek. Şimdi tiyatro, bütün halinde hep birlikte aydınlanma ocağı olarak artık büyük bir körük, öyle güçlü çalışıyor... Ü lkemizin tiyatro tarihi, aydınlanma tarihimizi de özetliyor enikonu. Başlangıçtan Halkevlerine uzanan etkinliklerle, sonradan tüm ülkeye yayılan topyekun tiyatro savaşımıyla akan yüz elli yılın satır başları bunu gösteriyor. Bir savaşımın simgesi tiyatro, direnç kaynağı oldu hep, kılavuzluk yaptı. Namık Kemal’den Nâzım Hikmet’e, Melih Cevdet Anday’dan Haldun Taner’e, pek çok ada uzanan katkı bütünü, edebiyat ortamından tiyatroya doğru akarken, özellikle 1990’lardan sonra çeyrek yüzyıl içinde bu kez tersine bir akışla tiyatrodan yazına döndü görebildiğim kadarıyla. Yazar tiyatrocu Ferhan Şensoy’la oyun yazarı Memet Baydur’un terazide dengeyi enikonu eşitleyen tutumu sonrasında günümüzde üniversitelerin tiyatro bölümlerinde okuyan gençlerin dramatik yazarlık bölümü çıkışlılar kadar oyunculuk ya da tasarım mezunu da olsalar yazınımıza katkı koyması dikkat çekici ivme sergiliyor. Tiyatrocu yazarlara sıklıkla yer açıyorum. Anadolu’da tiyatro yapan kalemlerin katkısı ekleniyor kimileyin. Murat Orçan da bunlardan. TİYATROCU KALEM MURAT ORÇAN’IN ROMANI: ‘KUŞKONMAZ’ Murat Orçan’ı yenice tanıyorum. Yaşamöyküsüne göre edebiyatla ilişkisi tiyatroyla başlıyor, Anadolu’da kimi kentlerin tiyatrolarında görev alıp on beş yılı aşkın eylemli tiyatro yapıyor. Murat’ın, “kendini geliştirmeye çalıştığı” açık. Romanlarından önce yayımlanmış iki oyunu var yazarın. Ardı sıra Kent Kitap’ça yayımlanmış iki de roman. İlki Savaşın Şafağında Aşk (2016). Ben, ikincisini okudum: Kuşkonmaz (2018). 1986 doğumlu Murat, kendisinden otuz yıl önce yaşanan 67 Eylül olaylarına sarmaladığı salkım hikâyeleriyle, senaryo havasında örüntülediği yapıtında Kuşkonmaz mahallesi sakinlerinin yaşamından kalkarak 1950’lerde yükselişe geçen, 1960’lar Türk sinemasının sofistike aile melodramı eşgüdümüyle uyumlu bir roman evreni kuruyor denebilir âdeta. Okurken gide gide böyle bir havaya kaptırıyorsunuz zaten kendinizi. Asım, Bekir Kâhya’nın çalıştırdığı İnci Kıraathanesi’ne sığınmış, ayakları oynamayan sandalyeler üzerine kurduğu yatağıyla kahveyi “altı sandalyelik bir yaşam” (149) alanına çevirmiştir. Bekir Kâhya, on sekizinin eşiğindeki Asım’ın babası yaşındadır ancak ikili, bir “giz paydaşlığı” içindedir aynı zamanda. Kendini okutturan anlatı da olsa dile dönük çabası yeterli değil henüz genç yazarın. Anlatılan hikâyeyle yetinip üstelik bunu gündelik, kullanmalık iletişim diliyle sürdürmek doğru değil. Mesel kıvamında kimi anlatılarla araya girdiği de oluyor Murat’ın. Ancak gerek ikiliyi yapılandırmada gerekse aralarındaki ilişkiyi gerçektenlik temeline oturtmakta belli bir başarı yakalıyor yine de. Biliyoruz ki bilimin, felsefenin, farklı alanların vb. nasıl kendine özgü dili var ve yapıtlar, bu alanların dilmantık yapısına nasıl uyarlanıyorsa herhangi roman da önce yazınsal dile, ardı sıra roman türünün diline, mantığına yaslanmak zorunda. Bu nedenle yazar, elöyküsel anlatısını sürdürürken okur yer yer sarsıntılı, engebeli bir okumayla sürdürüyor romanı. Kimileyin doğrudan okura yönelik sesleniş de okumayı kesintiye uğratıyor. Murat, Asım’ın nahif yanını zedeliyor böyle olduğunda. Yine de iyi bir başlangıç tiyatrocu kalem Murat Orçan’dan: Kuşkonmaz. ÖYKÜDENLİK… Başak Baysallı’yla Romandaki Hikâye; ‘Fresko Apartmanı’ S evtapAyyıldız’ın üçüncü öykü kitabı Ne Mutlu Apartmanı’na (İndie, 2020) geçmeden önce Başak Baysallı’nın ilk öykü kitabı Fresko Apartmanı’ndaki (Everest, 2020) öykülere uğrayalım istiyorum ilkin. Bu hafta, masama aldığım üç kitap da ortak bir izlekte buluşuyor. Değil mi ki tiyatrodan söz ediyoruz, Başak’ın öykülerindeki tiyatroyu, o tutkuyu görmemek elde mi? Öyle ya “Kostüm terzisi ol(an)” (14), çocukluğunda Asım gibi 67 Eylül’ün dehşetini yaşamış, yetmişini aşmış bir kadın, tiyatro tutkusu nedeniyle kuliste “eski bir kanepenin üzerinde uyuy(an)” (23) savaş kaçkını genç kadın nasıl görmezden gelinsin? Üstelik romanoyun karakteri “Fosforlu Cevriye” rolünde hikâyelerde gezinedururken bu “yabancı”? İçiniz ezilip yüreğiniz titreyerek okuyorsunuz bu kişilerin hikâyelerini. Ancak Başak’ın yapıtı bir öyküler toplamı olarak mı alınmalı yoksa her biri kişilerin doğrudan ya da dolayımlı aktarısıyla bütünlenen bir ortak hikâye tayfı halinde mi? Aralara ustalıkla girdirilen işlevsel yinelemeler zaten öyküde bağlamı değil bütünlenimi öne çıkarıyor. Böylece bu bütünsel evrende roman dil mantığına göre bir kapsayıcılık, kendiliğinden kişileri, oluntuları birleştirip sıraya diziyor. En iyimser yaklaşımla bile Fresko Apartmanı’nın hikâye biçemiyle kurgulandığı, kişilerin kendi hikâyelerini, “asırlık bir sandıktan çıkarır(casına)” (12) doğrudan ya da dolayımlı anlatarak ortaya koyup bütünlediği ileri sürülebilir. Apartmandakilerin her birinin hikâyesinin birbiri içinden geçip birbirine dönerek bağlanıklık yarattığı, yapıtın bu zorunla romana dönüştüğü görülüyor. (“Hepimizi ne hale getirdiler!” [42]) B.Nihan Eren’in Hayal Otel’deki (YKY, 2020) kurgulamasına benzer bir biçimlendirme olduğu kestirilebilir bunun. Hangi niyetle yaklaşırsanız yaklaşın, ama okuyun Fresko Apartmanı’nı. www.sadikaslankara.com her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 4 15 Ekim 2020 JeanLouıs Fournier’den ‘FotoRoman’; ‘Kuzeyli Annem’ J eanLouis Fournier, yaşamını, gösteri sanatlarıyla içlidışlı sürdüren bir yazar. Kuzeyli Annem (Çev.: Aysel Bora, YKY, 2017) adlı yapıtı da kendine özgü bir tür “fotoroman” kalıbıyla üretilmiş görüntü veriyor. Yazar, annesini, “Senin eski bir fotoğrafını buldum,” (10) diyerek yeniden yapılandırmaya koyuluyor. Sinemada çokça kullanılan, öteki sanat dallarında da hatırı sayılır örneklerine rastlanan, fotoğraf veya duran zamandan kalkarak donuk görüntü üzerinden geçmişi yapılandırma JeanLouis Fournier’in yaptığı. Yapıtı sıra dışı kılan, yazarın, bir anlatıcı olarak özöyküsel kurgulamayla aile albümünden kalkarak annesini yeniden yaratmaya yönelmiş görünmekle birlikte bunu anı yığışmasından çıkarıp farklı açıya yaslandırmasında. Nitekim albümü kapatmış izlenimi bırakıp notlar halinde anımsamalarını sürdürürken son bir kareyle noktalıyor ama yine de bunu bir roman olarak tamamlıyor yazar. İlk saptama şu olabilir: Alaysamaya dayalı yabancılaştırma. Romanı bu yaklaşımla kuran JeanLouis Fournier, alaysamayı yabancılaştırma etmeni olarak kullanırken, metni de alabildiğine havalandırıp buna eylemlilik katıyor. Bu alaysama, “duldan beter” (39) yaşam sürmüş annenin hüznüyle buluşmayı engellemiyor kuşkusuz. Yazar, üstelik bunu çocukken başlattığı bir oyunculuk hüneriyle gerçekleştiriyor: “…maskaralık yapmayı çok severdim. Annemi güldürmeye bayılırdım. Sessiz skeçler, pantomimler oynardım.” (36) Ama sonuçta hüzün dağdağası karşılıyor okuru. Gülümseten hüznüyle sıcak duygular yayan bir roman Kuzeyli Annem.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle