28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ADEM KOCAMAZ’DAN ‘PARİS’TE BEŞ GÜN’ Sait Faik’in yaralı günleri Sait Faik’in siroz tedavisi için gittiği Paris’teki beş gününü konu alan kitabı üstüne Adem Kocamaz ile konuştuk. SERKAN ERDEN n En son Veli’nin Oğlu Orhan adlı kitabınla edebiyatseverlerle buluşmuştun. Şimdi de Sait Faik’i konu alan Paris’te Beş Gün adlı romanınla okurlarının karşısına çıktın. Orhan Veli ile Sait Faik’i genel olarak ve kitapların düzleminde karşılaştırırsan neler söylemek istersin? Orhan Veli şiirleri ile Sait Faik hikâyeleri akrabadır. Gündelik yaşamımızda bazen farkına varamadığımız güzelliklerin, yaşama sevincinin şiir ve hikâye şubeleridir bu iki isim. Basit ve sıradan gibi görünen renkli durumları en yalın hâliyle görüp yine en yalın hâliyle bize gösterirler. Onların eserlerini okuyanlar dünyayı bir çiçek dürbününden görebilme şansını yakalar. Edebiyatımızdan evrensel duyguları, durumları yakalayabilmiş yazarlar bana göre en başta Sait Faik ve Orhan Veli’dir. Zira kendilerinden ve etraflarından yola çıkarak dünyanın en uzak köşesindeki insanların dahi kendilerinden bir şeyler bulabileceği eserler ortaya koydular. Edebî akrabalıklarının yanında kişisel dostlukları da vardı. Her ikisinin de sonunu bohem yaşamları hazırladı ne yazık ki. Ortak yanları saymakla bitmez. Kitaplarımın düzleminde karşılaştıracak olursam Veli’nin Oğlu Orhan’da kelebek ömrüne sığdırılmış destansı bir yaşamı ele almıştım. Paris’te Beş Gün’de Sait Faik’in dar bir zamanda yaşadığı olaylara ve ruh dünyasına mercek tutmaya çalıştım. n Paris’te Beş Gün’ün konusundan ve yazarken nasıl bir yol izlediğinden söz eder misin? Sait Faik, 1951 kışında siroz hastalığına deva bulabilmek için yaralı bir ruhla Paris’e gidiyor. Fakat orada tahlil için karaciğerinden bir parça alınacağını öğrenince korkup paniğe kapılıyor ve beş gün sonra tedavi olmadan apar topar İstanbul’a dönüyor. Romanımın konusu özetle bu. Kaleme alırken o günlerin tek tanığı olan Naim Tirali’nin “Sait Faik’in Paris’teki Anlaşılmaz Beş Günü” adlı yazısından yola çıktım. Metnimi kurgularken Sait Faik’in hikâyelerinden de yararlandım. Zira onun yaşamı ile hikâyeleri iç içe geçmiştir. Ayrıca Orhan Kemal’in kendine gönderdiği bir mektuptan, Sait Faik’in Paris’te geçirdiği günlerden bahsettiği, biri amcasına öteki Samet Ağaoğlu’na yazılmış iki mektuptan yararlandım. Ağaoğlu’na yazdığı mektupta, “Yani uzun lafın kısası senin bir hikâye kahramanın hâline geldim ve öteye de geçtim” sözleriyle özetliyordu Paris’teki ruh hâlini. O ruh hâlini anlayabilmek için işaret ettiği hikâyelerin izini sürdüğümde Cahit Irgat’a, Paris’te bırakılan ve yıllar sonra karşılaşılan eski bir sevgili ve oğuldan bahsetmiş olduğunu hatırladım. Çünkü söz konusu hikâyelerin birinde, dostu Irgat’a bahsetmiş olduğu ilişkiye benzer bir olaya rastladım ve bu hikâyeden de yararlandım. Başka yerlerde duran parçalar bir roman kurgusu için birleşmişti ama Sait Faik’in orada böyle bir sevgilisi ve bir oğlu var mıydı? Emin değilim. Zaten anlattığı bu anının ardından Sait Faik’e şöyle söylüyordu Cahit Irgat: “Bu, yazmak için tasarladığın bir hikâye miydi, gerçek miydi? Bilmiyorum. Bana anlattığın buydu kısaca.” Bununla birlikte o sır dolu beş gün bir roman olarak kurgulanacaksa bu ilginç anıya da yüz çeviremezdim. n Bu kitap bir üçlemenin ikinci kitabı. Bundan sonra sırada ne var? Nâzım Hikmet’i konu alan bir roman yazmak istiyorum. Ama onunla ilgili kapsamlı kitaplar, biyografik romanlar yazıldı. Aynı şeyi yahut benzerini bir de ben yapmış olmak istemem. Bu nedenle Nâzım’ın bir dönemine mercek tutmak istiyorum. Onu da söylemiş olayım: Nâzım’ın açlık grevi günlerini konu alan bir roman. n Paris’te Beş Gün / Adem Kocamaz / Dorlion Yayınları / 104 s. / 2020. ALEXANDRE DUMAS’DAN ‘TEPEDELENLİ ALİ PAŞA’ Kayıp kellenin izinde Dumas sadece Ali Paşa’nın gaddarlıklarını, politik manevralarını, sapkın zevklerini gözler önüne sermez, Osmanlı’nın dize getiremediği bir coğrafyanın “eşkıya” tipolojisi hakkında da ilginç portreler sunar. CEMRE VURAL O smanlı’nın son dönemine üstünkörü bir bakış attığımızda dahi, ülkede ciddi ekonomik, siyasi ve idari çözülmelerin olduğunu görmekte güçlük çekmeyiz. Bu çözülmelerin Osmanlı’ya faturası hayli ağırdır. Bilançoya göz attığımızda ise, yerel idareler sürekli güç kazanırken merkezi otoritenin durmadan irtifa kaybettiğini görürüz. Gözlerimizi Balkanlar’a çevirdiğimizde, Tepedelen’de doğan ve çeşitli badireler atlattıktan sonra, bugünkü Arnavutluk ve Mora da dahil Yunanistan’ın birçok bölgesinin yönetimini ele geçirmeyi başaran Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa’nın hikâyesi dikkat çeker. Ali Paşa’nın eşkıyalıktan tiranlığa, tiranlıktan isyancı konumuna geçişkenlik gösteren hayat hikâyesini ve hayatının belli başlı kırılma noktalarını Alexandre Dumas’nın kaleme aldığı tarihsel roman üzerinden takip ettiğimizde, Machiavelli’nin Prens adlı eserinde adından sıkça söz ettiği muhteris ve acımasız lider Cesare Borgia’nın kişiliğiyle örtüşen bir imgeyle karşılaşırız. Bunun nedenini, Ali Paşa’nın tıpkı Borgia gibi kendi çıkarları doğrultusunda korkusuzca hareket eden biri olmasında ve gerek merkezi otoritenin gerekse de yönetimi altındaki halkın gözünde kendini her koşulda meşrulaştırabilme becerisinde aramak gerekir. Bu öyle bir beceridir ki, insanın kanını donduran, hunharca işlenmiş bir cinayet bile bu muazzam irade terbiyecisinin ellerinde bir anda nefsi müdafaaya dönüşüverir. Bu yüzden Dumas’nın gözünde Ali Paşa, Cesare Borgia’nın Balkanlar’daki karanlık gölgesi gibidir. Buna bir de Sade’cı zevkler eklenince, okurun iştahını kabartan popüler bir roman kahramanı ortaya çıkar. Dumas’nın başarısı ise, basmakalıp içinde, tarihsel olanı beklenmedik bir durulukla yakalamamızı sağlayacak ayrıntılarla olayları ve kişileri işlemesinde yatar. Dumas’nın çizdiği Ali Paşa portresi öylesine radikaldir ki, hem ailesine hem tebaasına hem de düşmanı olan Yunan dağlılarına ancak kendi çıkarlarına ters düşmedikleri takdirde yaşam hakkı tanır. Aksi halde, Ali Paşa onları ortadan kaldırmakta hiçbir beis görmez. Kendi hâkimiyeti ve kendi arzuları bütün değerlerin ve hâkimiyetlerin üzerindedir. Kendi bulunduğu coğrafyanın mutlak hâkimi olma arzusunu her şeyin üstünde tutan Ali Paşa, İngiliz ve Fransız delegelerle yaptığı yazışmalar ve görüşmelerde dahi, Osmanlı Devleti’nin temsilcisi gibi davranmaktan çok uzaktır. Buna rağmen uzun süre hem merkezi yönetimi idare etmeyi hem de güçlü devletlerle kendi çıkarlarına uygun gizli ya da açık anlaşmalar yapmayı sürdürmüştür. Ta ki tatmin olmaz kişiliği onu bir isyancı konumuna sürükleyene kadar. Sürekli yeni bölgelere hâkim olma arzusuna II. Mahmud engel olunca Ali Paşa isyan bayrağını çeker ve tam bir yıl merkezi hükümetin ordularına karşı direnir. Sonunda teslim olmayı kabul eder. Ve böylelikle Ali Paşa ve onun entrikalarla dolu otuz beş yıllık saltanatı tarihin tozlu sayfalarına karışır. n Tepedelenli Ali Paşa / Alexandre Dumas / Çeviren: Didem Tuna / Kırmızı Kedi Yayınevi / 230 s. / 2020. KITAP 5 1 Ekim 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle