23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MERHABA Delidir, ne yazsa yeridir Delilik, hem insan ruhunu araştırmak, hem de toplumu, egemen kültürü eleştirmek için uygun bir izlektir. Bunu yapmak için de “entelektüel yetilerin acayip ve tekil bir kullanımı” olan edebiyat ise etkili bir araç... Akıllı uslu ülkemizde edebiyat ile delilik ilişkisinin git gide ilgi çektiğini görüyorum. Hayra alâmettir. Bu bağlamda Mehmet Narlı’nın Edebiyat ve Delilik (İz yayıncılık, 2019) kitabını ilgiyle okudum. “Türk edebiyatındaki delileri ve delilik dilini işleyen bir “ilk” kitap” olarak sunuluyor. Narlı, nice önemli imzanın roman ve öykülerindeki delilik izleklerini beceriyle inceliyor. Bir tümceye takıldım: “Türk roman ve öyküsündeki delilik kurgusu ve dili, neredeyse bütünüyle modern ve postmodern dönem batı deliliğinden gelir.” Aklıma “Doğu deliliği nedir?” sorusu geldi. Anaelle Touboul’un XX.Yüzyıl Fransız Romanında Delilik çalışmasını okudum. Touboul, günümüz romanlarında nevrozun yerini depresyonun aldığını söylüyor. Bizim romanlarda depresyon artıyor mu? Bilmiyorum. Ancak, Türkiye depresyon ülkesi oluyor gibi haber başlıkları biliyorum. Ah Batı! Ah Doğu! Ah küreseleşme! Narlı, roman ve öykü türlerini el almış. Şiir alanında da böyle bir çalışma gereklidir. Ayrıca, divan ve halk edebiyatlarında, masallarda delilik izleği nasıl işlenmiş, kapsamlı çalışmalarımız henüz yok. Oysa kültürümüzü, kendimizi daha iyi tanımak için bunlara gerek var. Ne de olsa, kurucu masallarımızdan birinin başlığı Deli Dumrul. USSALCILIK ÖNCESİ VE SONRASI DÖNEMDE DELİLER Toplumsal tarih bakımından da delilerimizi, böylece kendimizi daha iyi tanımaya gerek var. Anlaşılan, delilik tarihinde ussalcılık öncesi ve sonrası ayırımını yapmak gerekiyor. Ussalcılık öncesi dönemde delilere Doğu mu daha iyi davranır, bakarmış, yoksa Batı mı? Bu tartışmanın ülkemizde çekici ve Batıya gol atabileceğimiz bir konu olarak görüldüğünü okuduğum bazı çalışmalardan anlıyorum. Ancak, us efendi tahta çıkmadan önceki dönemle ilgili olarak Batı kayıtları ve öyküleri daha ayrıntılı. Örneğin bir deliler gemisi dosyası, bir aptallar edebiyatı (sottie) görüyoruz. Hele bir deliler bayramı var ki, çok ilginç. Notre Dame’ın Kamburu’nda da anlatılır. Deliler akıllıların yerine geçer, gi The Desperate Man Gustave Courbel’in 1845’de tamamladığı otoportresi. derek bir başkan bile seçerler. Bizim Quasimodo da başkan olur. Böyle bir şey bizim eski kültürümüzde yoktur. Batıda, ussallıktan önce de, delilik toplumun, kültürün alaysama yoluyla özeleştiri yaptığı bir alan görülüyordu. Us efendinin tiranlık döneminde bu işlem Erasmus’a karşın sekteye uğramış, deliler dışlanıp kapatılmış, ancak romantizmle birlikte “delilik” yeniden canlanmıştır. Doğuda delilik, daha hoşgörüyle karşılanmış olsa bile, sistemin, iktidarın, kültürün bir öz eleştiri kanalı olarak değerlendirilmesi çok daha sınırlı kalmıştır. Ussalcılık döneminde ise deliliğe yaklaşımlar birbirine pek yaklaşmıştır. Ancak, 19. yüzyıl için önemli bir karşılaştırmayı Tanpınar yapmıştır: “Avrupa’daki akıl hastanelerine imrenerek bakan Mustafa Sami Efendi 1855 yılında İstanbul’da evinde tek başına kafasını duvarlara vurarak delirerek öldü. Çünkü gideceği, sığınacağı bu anlamda bir kurum yoktu.” Delilik diyoruz, ama o kavramın tam bir tanımını da hiçbir yerde bulamıyoruz, ne Doğu’da, ne de Batı’da. En geniş tanımı, bence, 1887 tarihli ünlü Yazında Deliler denemesinde, Anatole France yapmıştır: “Ve delilik nedir ki, zihinsel bir orijinallikten başka? Delilik diyorum, demans değil. Demans entelektüel yetilerin yitirilmesidir. Delilik ise bu yetilerin acayip ve tekil bir kullanımıdır.” Delilik, kalıpların dışına çıkmaya cüret etmekle başlayıp elektro şoklara, zincirlere kadar uzanan bir alan. Yazın da benimseyerek dolaşır bu alanda, biliyoruz. Neden? SİSTEME MUHALİFLİK LOCASI Kimi yazarların ruhsal yapıları nedeniyle bu konunun içinde oldukları söylenebilir. Akıldan kuşku duyulmayan (!) nice yazar da el atmıştır konuya. Çünkü delilik hem insan ruhunu araştırmak, hem de toplumu, egemen kültürü eleştirmek için uygun bir izlektir. Bunu yapmak için de “entelektüel yetilerin acayip ve tekil bir kullanımı” olan edebiyat etkili bir araçtır. Michel Foucault’dan beri delilik izleği sisteme muhaliflik locasına iyice yerleşmiştir. Ne ki, edebiyatın deli figürünü kendi amaçları için kullanmasına karşı çıkanlar da var. Gerçek delilerin dünyasının farklı olduğu söyleniyor. Gene de, edebiyat ile deliliğinin kesişebileceği kanımı doğruladım, şu iki müthiş kitabı okuduktan sonra: Okay Uludok’un 40 Şizofrenden 1 Öykü (2015, DK) ve Fatih Altınöz’ün Birine Bir Şey yapmaktan Korkuyorum (2018, Çınar Y.). Bu vesileyle efsane Şizofrengi dergisini ve Fatih Artvinli’nin çalışmalarını da övgüyle analım. Bizde bir delilik edebiyatı gelişiyor, belli. Nasıl gelişmesin? Altınöz, “1998’de tımarhanenin bir hastaneye değil bir memlekete verilmesi gereken bir isim olduğunu farkettim.” diyor önsözünde. Delilikle ilgilenen tek sanat dalı yazın değil. Kültürümüzün son yıllardaki bir fenomeni bence hunili karikatürleri. Geçenlerde işittim, doğru değildir herhalde. Hunililer örgütleniyormuş. “Her şey bir aptalın söylediği ses ve öfkeden ibaret bir öykü olduğunu göre dünyayı bizim yönetmemiz gerekir” diyorlarmış. Biatistlere karşı benjyistler hareketini başlatmışlar. Amaçları Buzlar Çözülmeden öyküsünün gerçekliğini kanıtlamakmış. Benden işitmiş olmayın. Neme lâzım (!) n S on dönem öykücülüğümüzün önde gelen isimlerinden Fadime Uslu, edebiyatta güncel eğilimlere gönül indirmeyen, saf edebiyatın peşinde bir yazar. Çağın insanını anlatırken onu kuşatan toplumsal yapıyı, bin bir ayrıntısıyla doğayı da katıyor yazdıklarına. Renkler, kokular, tatlar tıpkı kişiler gibi etkin unsurlar haline geliyor öykülerinde. Hem güne, hem de insanın evrensel serüvenine bir yolculuk sunuyor. Fadime Uslu’yla yeni yayımlanan beşinci öykü kitabı Ay Eskir Gün Işırken üstüne Sinan Fişek konuştu. Alev Coşkun’un ülkemizin kuruluş senedi Lozan Antlaşması’nın 96. yıldönümünde yayımlanan LozanDiplomat İnönü adlı kitabı, bu büyük tarihsel olayın bütün yönlerini aydınlatmasıyla önemini hep koruyacak bir yapıt. Barış Doster’in değerlendirmesiyle sunuyoruz. Günümüz Türkiyesi’nden sıradan insanların yaşamlarına bir bakış denemesi de Gönül Çatalcalı’nın yeni romanı Hamdüsena Sokağı Kadınları’ndan geldi. Bir sokaktaki ev kadınların sıkışmışlığını genç bir kızın penceresinden anlatan roman üstüne yazarıyla arkadaşımız Gamze Akdemir konuştu. Gazetecilikten romancılığa geçenlerden biri de Lütfiye Pekcan. Haber merkezlerinde çalışmanın getirdiği türlü tanıklıklar ve toplumsal olaylara yakın olmanın verdiği güçle edebiyata yönelen Pekcan’la yeni romanı Oğluma Mektuplar üstüne Serkan Öngen konuştu. İyi okumalar... KITAP l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına: Alev Coşkun l Genel Yayın Yönetmeni: Aykut Küçükkaya l Yayın Yönetmeni: Turgay Fişekçi l Editör: Gamze Akdemir Gürer Mut l Tasarım: Bahadır Aktaş l Sorumlu Müdür: Olcay Büyüktaş Akça l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul l Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. Aş., Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A/41 Bahçelievler İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. turgay.fisekci@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle