03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] Türkçe üçüncü dünya dili mi? ikizi yurttaşlık bilincinin yozlaşması diye açıklayabileceğim bu ilkesiz yazıp konuşma karmaşası sürüp gidiyor. Okurlarımızın çoğu “telif” yapıtların, özellikle çevirilerin dilinden yakınıyor. Haksız değiller; ancak sorunlara tek tek değil, bütün olarak bakmalıyız. Hepimiz “lüks, taksi, şef…” gibi Türkçenin söylenişine uymuş batılı sözcüklerin özgün biçimleriyle yeğlendiğini; Türkçesi olanların ya da kullanımdan düşmüş sözcüklerin bile sandıktan çıkarıldığını görüyoruz. Bugünlerde, “Bir yılı daha uğurluyoruz” benzeri tümceleri sıkça duyacağız; uğurlamak, “gideni esenlik ve sevgi dilekleriyle geçirmek”se 2019’u, hangi duygularla göndereceğiz? 3 65 gün boyunca özgürce düşünüp dile getirerek, adalete güvenerek, karnımızı beynimizi doyurarak umutla yatıp coşkuyla kalktık mı? Görkemli bir bağımsızlık savaşıyla kurulan, devrimlerle çağdaş dünya ile yarışa hazırlanan koskoca bir ülkeyi düşünmekten, üretmekten uzaklaştırarak “gelişmekte olan” ya da “azgelişmiş” ülkeler arasına iten, sürekli geçmişe öykünen öngörüsüz iktidarlar, Türkçeyi de “Üçüncü Dünya” dili gibi görmeyi kabullendiler. 2019’u gönderirken dil sorunlarını salt yabancı sözcük saldırısıyla eşleştirmek doğru mu? Sözcüklerin pasaportu yoktur; düşünmeden, üretmeden kapıları açarsanız yabancının her düşüncesi ve üretimi adıyla balıklama dalar; bebenizin mamasından, ninenizin giysisine dek tüm yaşamınıza yapışır. 3040 yıl önce yabancı dille öğretime, yabancı adlandırmaya, tabelalara “Hayır!” diyenler çoğunluktaydı; şimdi İngilizce bezeli tabelalara Arapçaları da eklendi. Bakın, Harf Devriminden bir yıl sonra, “İstanbul Belediyesi de (Şehremaneti), Türkçeyi desteklemek ve yaygınlaştırmak amacıyla 1929 baharında başka dillerde yazılmış olan tabela ve levhalardan, ötekilere göre 10 kat daha fazla resim (vergi) alınmasına karar vermişti.” Bu kararı, başka belediyeler de örnek almıştı; ancak 70’li yıllarda kimi belediyeler adı yabancı her türlü işyerine, ürüne izin vermeye başladı. 1980’lerden sonra ipin ucu kaçtı. Bir tanış, Ege’deki oteline Türkçe ad vermek için ilgili bakanlığın yetkilisiyle savaşa tutuşmuş; Dil Derneği’nden, bilim sanat insanlarından yazılı destek almasına karşın yenilmişti. Sağınıza solunuza bakın Süslü püslü bir lokantaya gidin yöresel yemeklerin bile İngilizceye benzetilerek yazıldığını görüyorsunuz; konaklanan yerlerde, “Ben neredeyim” kuşkusuyla yanlış yapmaktan çekiniyorsunuz. Kendi mimarımız, mühendisimiz, işçimiz, işadamımız “akıllı bina”lar dikiyor; adına, kendilerinin dili bile dönmüyor. Dahası döneri, kebabı, cevizi, paşayı İngilizce gibi yazan akıllılar var. Arapça tabelalar İngilizceleri de ağlatıyor; “emri şahane” benzeri adlandırmalarla Osmanlıca paralayanlar da çoğaldı. Pıtrak gibi türeyen TV’lerle radyolarda yarı Türkçe yarı İngilizce döktüren sözde aydınlar, kiminde Arapları kıskandırma yarışında aymazlar… Dil bilincinin Ne yapmalıyız? 1) “Dil kirleniyor; bozuluyor; yozlaşıyor; gidiyor” kaygısını radyo, TV, tabela ve reklamlarda dili örseleyen kişi ve kurumlara ulaşarak eyleme dönüştürebiliriz. Çoğumuzun türlü iletişim aracı ve yolu bulunuyor; örneğin dili özensiz kullananları sürekli telefonla, epostayla uyarsak ne olur? 2) Adı ve tadı yabancı olan yiyecek giyecek; yeme içme, konaklama yerlerinin adını tam yerinde ve zamanında sorgulasak ve reddetsek ne olur? 3) Kitap, gazete ve dergilerde yayımlayan (kişi ve) kurumların iletişim adresleri var; onlarca okur telefon, bilgisayar aracılığıyla yazar ve yayımcılara ulaşıp uyarsa ne olur? Türkçe ortak dilimiz; 2020’de kendimiz konuşup kendimiz dinlememek için ortak dille ortak akıl üreteceğiz. 2020’de kurtuluş mu? Yanıt Atatürk’te: Prof. Dr. Şerafettin Turan; Mustafa Kemal Atatürk/ Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik (2017). Yeni yılınız kutlu olsun! n Suat Derviş’ten ‘Beni mi?’ Sosyalist yazarın gençlik ürünü Belleklerde Fosforlu Cevriye romanıyla yer edinmiş Suat Derviş’in ilk kez 1924’te basılan Beni mi? adlı öykü kitabı İthaki Yayınları’nca yeniden yayımladı. HASAN ÖZTÜRK [email protected] S evdagül Kasap ve Emine Hızır ikilisinin “Osmanlı Türkçesi Aslından” yayıma hazırladığı kitap, Seval Şahin’in önsöz yazısı ve Serdar Soydan’ın Suat Derviş biyografisi eklenerek basılmış. Açıkça söylemem gerekirse yeni bir rejimin henüz birinci yılında yayımlanmış kitapta, yeni rejimin havasından bir iz olmadığı gibi öykü adına herhangi bir yenilikten de söz edilemez. On öykünün yer aldığı kitapta, kitaba adını vermiş “Beni mi?” başlıklı öykü, öteki dokuz öykünün toplamı hacminde. Sorumsuz bir baba ve gözleri görmeyen Hacer’in duygusal bağlarının kurtaramadığı bir evin öyküsü. “…Ve Cevap Vermediler” ile “Bir Sarhoşun Vasiyetnamesi” başlıklı iki met ni kenarda tutarsak şöyle böyle birbirinin tekrarı kırık aşk hikâyeleridir sekiz öyküde okuduklarımız. Adı geçen sarhoş vasiyetnamesinde, beynine sıkacağı kurşunu taşıyan tabancasının olduğu masada oturup “Akıl zehirdir… Aptallık uyuz” türünden aforizmalarını dinlediğimiz bir ‘mağlubı hayât’ vardır. Serveti Fünun DEVAMI Öyle ki dinlediğimiz bu monologda “dünyada insan hırsını tatmin edecek bir mevki yoktur” diyen konuşmacının adı, yaşı ve cinsiyeti de belli değildir. Beni mi? kitabının öyküleri, Serveti Fünun neslinin devamı bir anlayışın ürünleridir. Öykülerde bilinen bütün mekân İstanbul’dur, Anadolu’nun adı bile geçmez. Öykülerin sevmeyi, sevilmeyi isteyen kadınlarının cinsiyet bilinci aşktaki rekabet güçlerini artırmaya yöneliktir, o kadar. Hemen bütün öykülerde geçim derdi olmayan konaklarında hizmetçileri olan varlıklı kadınlar vardır. Toplumsal yaşamdan izole edilmiş bu kadınlar dergilerden yaşamı, modayı takip ederler, özel terzilere elbiseler diktirirler. Onlar, yeni rejimin önemseyip öncelediği ana ya da öğretmen olarak meydanlarda rejimi sahiplenecek kadınlar da değildir. Beni mi? kitabının kadınları, kendilerine ve giyim kuşamlarına özen gösteren, gönül tellerini titretecek sevgiliyi bekleyen feminen tiplerlerdir. Kitabın öyküleri bende, Halit Ziya’nın İzmir romanlarının özeti izlenimi bıraktı desem, yeridir. Belleklerdeki ‘feminist’ ve ‘toplumcu gerçekçi’ yazar Suat Derviş için hiç olmazsa bir on yıl daha beklenmelidir. Serdar Soydan’ın, Beni mi? kitabının sonuna eklenen “Suat Derviş ve Eserleri” başlıklı on dokuz sayfalık yazısında Beni mi? kitabının adının bile geçmemesini garipsedim. Kitabın kapağında “Seval Şahin’in önsözü” ara başlığının altında “Serdar Soydan’ın kronolojik biyografisiyle” alt başlığı var, biyografi yazısı kronolojik olmazsa zaten olmazdı gibi geliyor bana. Son söz: Beni mi? kitabının öykülerinin, bugünün Suat Derviş ilgilileri dışındaki edebiyat/öykü okuru için bir seçenek olmadığı açıktır ancak yazara ilgi okunmayı gerektirir elbette. Handiyse yüz yıl önceki öyküleri bugünün diline aktarırken öyküleri defalarca okuduğu anlaşılan iki genç kadının, üç aşağı beş yukarı kendi yaşlarındaki öykü kahramanı genç kadınlar hakkında neler hissettiklerini öğrenebilseydik keşke. Kitabı yayıma hazırlayanların kitaba ekledikleri “notu” bu gerekçeyle daha geniş yazsınlar isterdim açıkçası. n Beni mi? / Suat Derviş / İthaki Yay. / 206 s. / 2019. 14 26 Aralık 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle