08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Son günlerde, hiç kötü bir şey gelmedi başıma’ 1914’te Oklahoma’da, McAlester’de doğan John Berryman, ABD’nin Theodore Roethke, Robert Lowell, Anne Sexton ve Sylvia Plath gibi kişisel yaşantılarını malzeme olarak kullanan ve bu yüzden “itirafçı şairler” olarak tanınan şairlerin en başarılarından biridir. Yüksek öğrenimini Columbia ve Cambridge Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra çeşitli ABD üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalışmış, 1972’de Minnesota Üniversitesi’nde profesörlük görevindeyken intihar etmiştir. “Homage to Mistress Bradstreet”, “His Toy”, “His Dream”, “His Rest” ve “Dream Songs” gibi uzun şiirler içeren kitaplarıyla yaygın bir üne kavuşan, Pulitzer Ödülü de alan Berryman, “Düş Türküleri” adıyla çevirebileceğimiz bu şiirlerinde Henry adlı bir kahraman vardır. Henry, bazen birinci şahıs bazen üçüncü şahıs, arada bir de ikinci şahıs olarak karşımıza çıkar. Şairin kendisi gibi bir üniversite hocası olan Henry, gerçekte Berryman’ın başarıyla kullandığı bir maske, bir ‘oyun kişisi’ gibidir. Böyle bir yöntemi benimsemekle Berryman, çoğu zaman çılgınlığın sınırlarına varan bir anlatım özgürlüğü sağlamıştır. Şiirlerine “Düş Türküleri” adını vermesi de bu özgürlüğü pekiştiren ayrı bir özelliktir. JOHN BERRYMAN / ŞİİRLER / ÇEVİREN: CEVAT ÇAPAN YARATMA GÜCÜ TÜKENMİŞTİ Yaratma gücü tükenmişti. Artık yazamıyordu. Sus öyleyse, esin perisi yeniden gelinceye dek. Konu kalmayınca ya da uygun bir dil bulunamayınca, aylaklık edilebilir diye Goethe’nin izni var elimizde: O yüce yetkeye sığınıyorum işte. Irktaşlarından nefret ediyorum ama Hölderlin’le Kleist’ın dışında, ikisini de bağrına basmıştı Henry: bir müntehir, öbürü deli, şimdilik ne deli ne müntehir olan kendisine ders versinler diye. Dili en iyi kullanan yabancı, Kafka, aslan arkadaşım benim. Henry, böcek azmanı, en ufak bir pişmanlık duymadan uzanıp yattı işkence çarkının altına ceza sömürgesinde. Tepeden tırnağa pişmanlıktı o, kendi kusmuğunu yutacak, insanları hayal kırıklığına uğratacak, herkesi yarı yolda bırakacak kadar ruhun ormanlarında. HENRY’NİN İTİRAFI Son günlerde, hiç kötü bir şey gelmedi başıma, bunu nasıl açıklıyorsun? Bunu, şöyle açıklıyorum, Mr. Bones, sizin şaşırtıcı ayıklığınızdan olmalı bu. Ne kadar ayık olunabilirse: ne kadın, ne telefon! Kötü ne gelebilir Mr. Bones’un başına? Hayat bir mendil sandviçse, yıllar önce alçakgönüllü bir ölümle beni yalnız bırakıp gitmeyi göze alabildiğine göre. Bir kurşun, kabaran bir güney denizinin kıyısında, beton bir çıkıntıya yaslanıp kollarını açarak bir adada, dizlerimin dibinde. Sizinki açlıktandır, Mr. Bones. Size veriyorum bu mendili, sol ayağınızı sağ ayağıma yaklaştırın şimdi, şöyle omuz omuza falan verelim, şöyle kol kola o güzel deniz kıyısında, mırıldanın o şarkıyı, Mr. Bones, Baktım kimse gelmiyor, ben gittim onun yerine. KALKTIM DUBLIN’E GELDİM Kalktım Dublin’e geldim seninle hesaplaşmaya, ey Ulu Gölge, seni iyi okumaya çalışmıştım, bakalım öğrenebildim mi verdiğin dersi? Değişik görünümlerinden gerçeği bulabildim mi? İyice araştırabildim mi cennetini cehennemini? Yıllardır unutmuştum seni, bir yana bırakmıştım, nankörlük zorunlu belasıdır yeniyi yaratmanın: çoluk çocuğumu birlikte getirdim yardımcı olsunlar diye, sana duyduğum saygıyı, içimin ezincini getirdim, bir iki kitap getirdim birlikte, bir de ölümün gölgesinde yazdığın o garip şiirlerini kattım aralarına. Soylu imgelerin şimdi yeniden yüzüyor aklımın denizlerinde ve bütün geçmişin baldan soluğunla dolduruyor içinde bir toz zerresi gibi dolaştığım yüksek duvarlı bahçemi. WILLIAM CARLOS WILLIAMS’A. O GÜZEL ADAMA AĞIT İrlanda’daki Henry’den toprağın altındaki Bill’e: Rahat yat mezarında, ser ey bunca çalışan, bunca yıl hiç durmadan güzel sesler yaratan: çılgınlıkların sevinç saçtı kıtalara ve kulaklarımıza: öyle çok sevgilin vardı ki, eşsiz bir zaferdi yaşamın ve sen hep kendi karını sevdin. Şafakta kalkar yazardın kitaplar yağardı kalemindensayısız çocuklar doğurttun, bir koca batında ve kendinden küçüklere gösterdiğin cömertlik yürekten, yürekten sevdirdi seni onlara: kıskanma huyu olsaydı Henry’nin, kuşkusuz kıskanırdı seni, özellikle işini tamamına erdirmeni. Daha nice yolculuklar var şimdi onun önünde, okunup düzeltilmesi gereken nice provalar. Uzanıp yatmak isterdi senin Tatlı sessizliğine, sen ki verdiğimiz sınavları taçlandıran ve kavuşabileceğimiz son gelin olan o gizemli en son yetkinliğe eriştin. HAYAT, DOSTLAR, SIKICI Hayat, dostlar, sıkıcı. Ama bunu söylememeliyiz. Ne de olsa gökyüzü pırıl pırıl, engin deniz sevgi dolu, biz kendimiz de pırıl pırılız, sevgi doluyuz, üstelik annem bana küçükken sık sık demişti ki, “Sakın ha! Eğer sıkıldığını söylersen, herkes senin İç Kaynakların olmadığını sanır.” Ben de bu yüzden iç kaynaklarımın olmadığı sonucuna varıyorum çünkü fena halde sıkılıyorum. İnsanlardan sıkılıyorum, edebiyattan sıkılıyorum, özellikle derin edebiyattan. Henry de Akhileus’unkinden beter sızlanmaları, huysuzluklarıyla beni sıkıyor. İnsanlardan ve görkemli sanattan hoşlanması da. Bir de şu sessiz tepelerle cin sanki birer ayak bağı, sanki bir köpek beni arkada bırakıp epeyce uzaklara, dağlara, denizlere ya da gökyüzüne gitmiş kuyruğunu sallıyor. n 16 31 Ocak 2019 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle