Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> yatmadı, bir daha düşün istersen!” diyen akıl ve gönül gözü açık bir fert mi? Şimdi ben “Yazma disiplinim sıfır” diyeceğim, “O zaman nasıl oluyor da on altı kitap oluyor?” diyeceksin. “Çok disiplinliyim” diyeceğim, “Günde kaç saat çalışıyorsun madem?” diyeceksin. İkisine de cevabım sıfır. On altı kitap nasıl oldu bilmiyorum, günde kaç saat çalışırım onu da bilmiyorum, canım ister çalışırım, canım ister yüzüne bakmam. n Nefha ile tekrar Cennet’e dönüyorsunuz. Cennet’i tekrar aklınıza düşüren neydi? Hangi derdi anlatmak için oturdunuz yazı masasının başına? n “İnsan aradığıdır!” der Mevlânâ. Çoklukta da, teklikte de Cennet’i arıyoruz biz. Hep beraber de Cennet’i arıyoruz, bir başımıza da Cennet’i arıyoruz. Çünkü Cennet biziz bizzat, bir zamanlar Cennet’tik, kendi kendimizi yaktık, dünyanın altını harlayıp hayatı Cehennem’e çevirdik. Şimdi de tırım tırım dolanıp o kaybettiğimiz Cennet’i arıyoruz mecburen. İster inançlı ol ister olma; iyiliğe, barışa, esenliğe, adalete, eşitliğe, güzelliğe, hoşluğa, nezakete, sevgiye, saygıya, aşka, dürüstlüğe, sadeliğe, samimiyete, açık sözlülüğe, tok gözlülüğe, kıyama, kıraata, anlayışa, merhamete, şefkate, iz’an ve irfana özlem duyuyorsan Cennet’i arıyorsun sen. Ve sen kaybettiydin, sen bulacaksın. Tavsiyem, nerde kaybettiysen orda ara gene; yani sende. Sen kendi insanlığını kendi içinde bir yerlerde kaybettiydin, git oralara bak, git bul, Cennet ol, Cehennem gibi yakıp durma. “TRAJEDİ VE KOMEDİ KUCAK KUCAĞA” n Her ne kadar gerçeküstü bir âlemse de Nefha’nın dünyası, aslında dünyalı dertler anlattıklarınız. Fantastik kurgunun olanakları ne kadar yardımcı oluyor size bu dertleri kaleme dökmenizde? n Kurgu demeyelim de şey olmasın, ben kurgu kurmayı bilmem çünkü, nasıl geliyorsa öyle yazarım. Ne zaman biri bana “Şu konuda yaz da görelim!” dese burnumun üstüne çakılmışımdır. Beri yandan, bana göre avantajlı bir durumdur bu. Çalışma disiplinim yok ya çünkü, o ne kadar yoksa hayâl etme disiplinim de o kadar yok. İki disiplinsizlik bir araya gelince de olağanüstü bir fantastik disiplin çıkıyor ortaya. Sınır tanımayan bir zihin kapısı açılıyor; hayatı, bizi sınırlayan her türlü sınırdan âzâde, bağımsız ve erkin olarak görmeye başlıyorum. Gerçek telaşe ile gerçeküstü telaşe arasındaki fark kayboluyor, engeller kalkıyor. Yol çapağından, dikeninden, taşından çakılından ayıklanıyor, sonsuza kadar uzayıp giden bir otobana dönüşüyor. Basıyorum gaza gitsin. n Çok zaman gülsek de sizin romanlarınızın içinde acı aslında başat. Nefha’da olduğu gibi... Hep acıdan yana çalışan aklı bu kadar güldür(t)en şeyi merak ediyorum doğrusu. n Az önce de buna işaret etmiştin zaten; aydınlıkla karanlık gibi bu ikisi, gülme ve ağlama gibi, iyi ve kötü gibi. Hitler Fransızların ensesinde boza pişirirken komik bir şey olduğunda Fran sız vatandaşların kikir kikir gülmediğini kim iddia edebilir? Oturup yirmi dört saat ağlıyor muydu bu adamlar? Hayır efendim, yaşıyorlardı. Eğer yaşıyorsan hem gülecek hem de ağlayacaksın, işin tabiatı bu. Engizisyon dehşetli nârâlarını patlatıp ağzı köpüre köpüre kudururken kenarda köşede güzel şeylerin olmadığını kim iddia edebilir? Akşam sabah korkudan titriyor muydu o insanlar? Tabii ki hayır; gülüşüyor, sevişiyor, dövüşüyor; ezcümle yaşıyorlardı. Bir ölü evine gitmiştim; tabut yerde duruyordu. Komşunun birinin yaptırıp getirdiği kıymalı pidelerle bir başka komşunun bakkaldan alıp geldiği naylon bardaklardaki ayranları koyacak yer kalmayınca tabutun üstüne dizdilerdi “Buyrun alın!” diyerek. Al sana ölüm ve hayat iç içe, al sana acıklı ve gülünç yanak yanağa, al sana trajedi ve komedi kucak kucağa. Zaten ayrılmazlar ki; ikisi de birbirinin varlık sebebi, biri olmadı mıydı öbürü nasıl olsun? “DİL, ESAS GÜÇ” n Dilin de bu noktada bir etkisi yok mu sizce? Bir modern meddah anlatımı diyebiliriz yazdıklarınız için; bilmem katılır mısınız? Bu dili besleyen, yani sizi siz yapan bu unsurun nasıl doğdunu da sorayım bu bağlamda... n Edebiyattan konuşacak olursak dilin hâkim bir etkisi var elbette; o esas güç. Çok güzel bir hikâyedir ama sen çok kötü anlatırsın, hikâyenin adı kötüye çıkar. Tabii tersi de aynı şiddette geçerli. Dilin muhteşemdir, hikâyen berbât; ne dedin ne anlattın kimse anlamaz. Fatura gene hikâyeye kesilir. İyi bir roman veya hikâyede bu ikisinin aydınlıkla karanlık gibi el ele tutuşması lâzım. Hem hikâye güzel olacak hem dil. Modern meddah diyerek iltifat etmişsin. Yazarken eyvallah, amenna da sen beni bir de konuşurken gör, ağzımdan kerpetenle lâf alamazsın. n Hep denir ya aslında her yazar tek bir büyük kitabın sayfalarını doldurur durur, tüm yazdıkları, aslında o büyük kitabın parçalarıdır diye. Kendiniz için de böyle olduğunu düşünüyor musunuz? n Şöyle düşünüyorum: İşte ben buyum. n Nefha da başka hikâyelere kanat açabilecek bir sonla bitiyor. Akılda yer edecek ve devamı düşlenecek bir son... Var mı bunun da bir adım ötesi ya da öyle bir plan? Yoksa yeni hikâyenin gelip kapınızı çalmasını mı bekleyeceğiz? n Nefha’nın yazılmasında “Dur ben bi de şunu yazayım” benzeri hesaplı bir güdü rol oynamadı. Diğer kitapların yazıldığı gibi yazıldı o da; geldi, kapıya dikildi, içeri buyur edildi, kâğıda döküldü. Öncesi neyse sonrası da odur, bundan sonra da böyle gidecektir süreç. Bir daha gelirse bir daha yazılacak, o âdemoğlunun yakası bırakılmayacaktır. Planlı, kurmalı, hesaplı kitaplı olmaz; olursa kendiliğinden olur. Göreceğiz. n Nefha / Sezgin Kaymaz / Kırmızı Kedi Yayınevi / 200 s. KItap 1131 Ocak 2019