Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÖNDER BİROL BIYIK’TAN “ÇÖZÜLÜŞ DEMLERİ” ‘Kafkaesk yabancılaşma hep var olmuştur bende’ “Toplumsal kişilik ile bireysel kişilik arasında kurulan bu karşıtlık ilişkisini sorgularken kendimle yüzleşmenin, kendimi tanımanın ve kendimle barışmamın bir şekli olarak anlam kazandı şiir” diyen Önder Birol Bıyık’la “Çözülüş Demleri” adlı kitabını ve şiiri konuştuk. mustafa güçlü Y ıllar sonra, hem de şiirde epey bir yol almışken ilk kitap heyecanını yeniden yaşamak nasıl bir duygu? n Yaşamda ilklerin yeri her zaman başkadır. Daha önce yaşamadığın bir heyecanı keşfetmenin hazzı doyumsuz oluyor. Bilirsiniz, çocukluk aynı zamanda keşifler çağıdır. Birçok şeyi ilk kez deneyimlersiniz. İlk kitap da böyle bir duygu yaşatıyor insana. Yıllar sonra o duyguya geri dönmek güzel tabii... n Gerek Çözülüş Demleri ve Yanlış Kuşlar İskelesi, gerek Eksik Canlar Sokağı kitaplarınızda şiirlerinizle yaşam hikâyeniz arasında dolayımsız bir ilişkisi göze çarpıyor. Düne dönüp baktığınızda nasıl bir yaşam sizinkisi? n Yaşamdan çok bir şey anladığım söylenemez aslında. Biraz tuhaf şekillenişti bizimkisi. Beş çocuklu küçük bir memur ailesinin tek erkek çocuğu olarak dünyaya geldim. Yoksulduk ve babamın bütün derdi bütün evlatlarını okutmaktı. Okuttu da. 1990’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazandım. O yıldan sonra da yaşamımda köklü alt üst oluşlar yaşandı. Dönemin ruhuna uygun olarak hızla politikleştik ve 1993’te yolumuz uzunca bir mahpusluğa düştü. Yirmi ile otuz yaşları arası mahpuslukta geçti. Yaşamın farklı bir boyutu orası... Mahpustayken yeniden sınava girip Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nü kazandım. İki yıl ellerimiz kelepçeli sınavlara getirip götürdüler bizi. Düşünün, 19 Aralık Operasyonu’nun yapıldığı yaralı günler. Bizler açlık grevindeyiz ve açlık grevinin yirmiyirmi beşinci gününde sınavlara gidiyoruz. Hocalar bir anlam veremiyor olan bitene. Sınava gitmişiz, doktorluk bir durumumuz yok ama onlar panikliyor, “doktor çağıralım” filan diyenler çıkıyor. Böylesi sıra dışı görüngüler. Dışarı çıktıktan sonra ise hep varoluşsal sorgulama ve tutunma çabası... Toplumsal sorguların üzerine bir de kendi yaşamınızı idame ettirmek gibi bir sorun çıkıyor. Şiirde de bunların derin iz düşümleri oluşuyor hâliyle. Bize ait olmayan bir dünyada yaşıyoruz ve gidecek başka bir dünya yok. Bu yüzden Kafkaesk bir yabancılaşma duygusu hep var olmuştur bende. “90 KUŞAĞI ÇOK BEDEL ÖDEDİ” n Siyasi geçmişi olan bir şairsiniz ancak şiirleriniz ağırlıklı olarak içe dönük ve bireysel. Neden? n Bizler siyasi mücadelede, denilebilirse 90 kuşağıyız. Sosyalizmin ideolojik olarak ağır yara aldığı dönemde bir barikat oluşturmaya çalışırken çok ağır bedeller ödedi bu kuşak. Ama bunun toplumsal karşılığı olmadı. Bu bakımdan 90 kuşağı yitik kuşaktır. O sert mücadele ikliminde bizde her şey ötelendi. Bunun sadece süreçle değil, ideolojik algılarla da ilgisi var tabii. Toplum mühendisliği ve volantirizm çerçevesinde tartışılması gereken uzun bir konu bu. Her şey Platon’un ideası gibi bir “devrimci ideası”na uyarlanıyordu. Bir ‘parti kişiliği’ vardı ulaşılması gereken, bir de mücadele edilmesi gereken bireysel kişilik. Birey kişiliği diplerde bastırılırken kişilik mücadelenin ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn ediliyordu; bu ne kadar mümkünse. Toplumsal kişilik ile bireysellik arasında kurulan bu karşıtlık ilişkisini sorgularken kendimle yüzleşmenin, kendimi tanımanın ve kendimle barışmamın bir şekli olarak anlam kazandı şiir. Bu, kendini inşa etme çabasıydı aslında. Yarım kalmışlıklarım, hüzünlerim, yalnızlıklarım, gidememe arzum şiirde yer buldu. Katarsis de diyebiliriz buna. Bireyin yüksek amaçlar uğruna yokumsanıp bastırıldığı bir ortamda kendi bireyselliğini keşfetme tam da toplumcu bir duruşu imliyordu benim açımdan. Çözülüş Demleri, mahpus Önder Birol Bıyık luğun son, dışarı hayatının ilk yıllarında yazılan şiirlerden oluşuyor. İçbükey olma özelliği diğer kitaplara göre daha belirgindir bu yüzden. n ‘Düşlerde’ adlı şiirinizde “ne çok yaşamamışım” diyorsunuz. Yaşanmamışlık şiirlerinizde nasıl yer buldu? n Sadece somut yaşanmışlık değil, yaşayamadıklarınız, yarım kalmışlıklarınız, özlemleriniz de yaşamın bir parçası. Hatta “yaşanamayanın” şiddeti yaşanmışlardan daha sert. Yaşanmışlıklar, şu veya bu ölçüde tatmin sağlıyor çünkü. Yaşayamadıklarınız ise hep aradığınız ama bir türlü ulaşamadığınız şeyler. Örneğin aşk, kavuşulduğunda büyüsünden bir şeyler kaybediyor, sosyalliğe dönüşüyor. Aşkı en derinden hisseden, kavuşamayanlardır. Diğer sanatlar gibi şiir de aslında somut yaşamda karşılık bulamadığınız coşumların estetize edilerek kendi kozmosunda kurulması hâli gibi geliyor bana. “GADDAR BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ” n Şiirlerinizde hep bir gitme arzusu, yalnızlık ve var oluşu sorgulama var... n Evet. Kurallarını kendimizin koymadığı gaddar bir dünyada yaşıyoruz. Savaşlar, açlık, işkence ve sömürü var. Maalesef küresel çağ da kendi barbarlığını getirdi insana. Bunların ağırlığının hissedilmemesi mümkün değil. Mahpusta kalanlar bilir, orada bütün kapılar dışarı açılır. Siz bir kapıyı açıp da bir yere gidemezsiniz. İçinde yaşadığımız sistem de böyle. Sizi bir boğuntuda tutukluyor. Ruhunuz sıkışıyor. İnsanı varoluşsal sorgulamalara iten, kimi zaman nihilizme kayan bir zemin kaybı, kendini ait hissetmeme hâli bu. Sistemle uzlaş mama konusunda dirençlisiniz. Hizaya girmeyerek sahiciliğinizi ayakta tutarak korumaya çalışıyorsunuz kendinizi ama ağır oluyor. Bu ruh ikliminde şiir varoluşsal bir sorgulamaya dönüşüyor. n Şiirlerinizde geleneğimizin dipten gelen uğultusunu hissedebiliyoruz. Pek çok şaire göndermeler yapıyor, kimi zaman bir dizeyle selam yolluyorsunuz. Bunu yaparken de sağlam imgeler ve titiz bir dil işçiliği göze çarpıyor. Şiir gelenek, gelenek şair ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? n Sanat doğası gereği bir birikimin dışavurumu. Geçmişin birikimini özümsemeden, şiir geleneklerini bilmeden kendi tarzınızı yaratamazsınız. Şiir, el yordamıyla kurulacak, imge örüntüleriyle inşa edilecek bir yaratı değil. Bu, ona yapılan koca bir haksızlık, kısa yoldan köşe dönme kolaycılığı, snop bir şey. Eğer sanatın bir türüyle uğraşıyorsanız dersinizi iyi çalışmak zorundasınız. Has şiire ulaşmak için ilham perisi yetmez, sağlam bir alt yapı, yaşam karşısında felsefi bir duruş, şiirin dününü, bugününü, birikimini özümsemeniz gerekir. Şiir hakkında sistematik kavrayışa ulaşmadan yazılacak şiirin gideceği menzil, kendi kişisel ufkunuz kadardır. Öte yandan, çağları fethedecek yeni bir şiir yaratacağım diye de yola çıkılmaz. Şiirde yeni poetik açılımlar biraz da alt yapısal dönüşümlerin ürünü. Şair öncelikle iyi şiiri aramalı. Kendi özgün sesini bulmalı, bunu yaparken de geleneğe sağlam basmalı. Geçmişi arkanıza aldığınızda geleceği de gözünüze kestirebilirsiniz. Sonrası zamanın işi. n Çözülüş Demleri / Önder Birol Bıyık / Kaos Çocuk Parkı Yayınları / 100 s. 8 10 Ocak 2019 KItap