Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com ÖYKÜDENLİK... Ferhat Özkan; “Yoksunlar” gRöçommeannldika, göçebelik İnsanoğlunun göçer dönemi ardından söylenecek söz değil ya, yüz binlerce yıl önceki göçerlik olgusu sanat dalları için âdeta yeniden gündeme geldi. Öyküroman türü de bunu yakın takipte tutuyor. Günümüz anlatılarında hep karşımıza çıkan bir izlek artık bu… K işilerin, halkların ya da kitlelerin gerek açlık, kıtlık, afet vb. nedenle doğadaki zorun gücüne uyum göstererek giriştiği gerek buyurganların baskısı, kıyımı, şiddeti veya savaşlar sonucu kaçmak, saklanmak, güvene kavuşmak için zorunluluk nedeniyle yaptığı eylem bütünü… Farklı anlamlara karşılık gelse de göçebelik, göçmenlik böyle bir bütünlük içinde alınabilir. İnsanların tekil ya da yığınsal kalabalıklar hâlinde bir yerden öte yere gitmeleri veya alıkonulup götürülmeleriyle yaşadığı göçmenlik, baştan bu yana sanatın ana izleklerinden biri oldu zaten. Dinsel inanç, siyasal düşünüş, farklı toplumsal nedenlerle neredeyse çile olarak ya da buyurgana karşı isyan, dikleniş bağlamında bir göçmenlik de sürüyor, yaşanıyor hep. İster cennetten kovulma söyleni, peygamberlerin göçü olsun, ister mitolojik anlatılarda buna benzer hikâye uzantıları vb. olarak karşımıza çıksın bunların tümü göçmenlik olgusu altında ele alınabilir. İnsan milyon yıl önce göçerdi, döndü dolaştı, modern çağlara geldi ama yine de göçerlikgöçmenlik yakasını bırakmadı kişinin. Nitekim dünyanın başat sorunlarından biri bugün göçmenlik. Olgu, ülkemizde de olanca ağırlığı, can alıcılığıyla gündemde. Şu son sıralar okuduğum romanlaröyküler göçmen izleğiyle içlidışlı evrenler getiriyor. Bunlardan biri de Meliha Akay imzalı Yeryüzü Göçebeleri (Mona, 2018). ROMAN EVRENLERİNDE GEZİNEN GÖÇMENLİK, GÖÇEBELİK… Göçmen denildiğinde, “tohumlarını yanlış topraklara bırak(mış)” insanlar mı anlaşılmalı yalnızca, “dilini bile bilm(ediği bir ülkeye)”geldiği için çaresizlik içinde kıvranan? (s.74, 83). Bu bağlamda göçmenin, “Her yere uzak topraklar”da yaşıyor olduğu ileri sürülebilir. (s.109). Öyleyse göçmen için asıl kıyametin, yaşadığı bu büyük, derin kırılma, hatta yarılma olacağı da kestirilmeli. Meliha, buna “kök arama” sorunsalı açısından da yaklaşıyor. Bu arada Anadolu’dan Orta Asya’ya, Şamanlardan Tahtakuşlara, Sefaradlardan tarikatlara alabildiğine yayıp genişletiyor roman evrenini. Ne ki roman kişileri, birer “öteki kimlik”e de (s. 278) sahiptir. Ancak bütün bunları hep Türkiye üzerinden okuyoruz denebilir yine de. Anlatısında, “kişideki kendinden uzaklığı” da odağına alan Meliha Akay, böylelikle sorunu bireysel ölçekten çıkarıp küresel, ötesinde evrensel boyuta taşıyan yaklaşım getiriyor görece. Yazarın, bunlara etnolojik, folklorik göçerlik olgularını eklediği de göz önünde tutulabilir. Kaldı ki o, bütün bu fiziki göçerliklere “konargöçer ilişkiler”i de (s. 141) ekliyor. Özellikle romanın ana karakteri Timuçin üzerinden. Son haftalarda üzerinde durduğum pek çok romanda da göçmenlik olgusunun ağır bastığı söylenebilir. Meliha, bunu anlatmaya kalkmadan, göstererek yapıyor. Gösterme hüneri üzerinde özellikle durulabilir. Yazar, anlatısını, “Pek çoğunun Meliha Akay kendine bile itiraf edemediği, o cesareti gösteremediği yakılıp yıkılmış ve harabeyi andıran (göçmen) öyküler(i)”nden (s. 47) ayırmayı başarıyor. İşte o zaman, ciddi bir kavramsallaştırma yaklaşımı seziliyor yapıtta. Yeryüzü Göçebeleri, bu yanıyla da önemli. MELİHA AKAY; “YERYÜZÜ GÖÇEBELERİ”… Meliha’nın, geniş yer açtığı bir izlek aslında “göçmenlik”. Önceki romanlarında bu sorunsalla içlidışlılık kurmamış değildi yazar. Özellikle Ateşin Külü Suyun Mili (2008), Polenezköy Kelebekleri (2016), buna dönük açılımla, genişlikle dikkati çekiyor. Ne var ki Yeryüzü Göçebeleri, bu kez ağırlıklı olarak kavramsal açılımla öne çıkıyor. Ümraniye’de bir sanatkültür merkezine atanan, entelektüel birikimi yüksek, yazmaya istekli, hazır hâlde Miray’la İspanya’da kendi dünyasında özgürce ressamlığını sürdürüp bunun yarattığı ilgiyi deren Timuçin’i izleriz. Timuçin, ne denli çapkınsa Miray da o ölçüde romantik kadındır duygu anlamında. Yazarın yerli yerine oturttuğu bir rastlantı ikiliyi İstanbul’da buluşturur. Roman, çokkültürlülüğü simgeleyen kent bağlamında İstanbul temelinde ilerler. Timuçin, kök arayışlarını tablolarına taşırken Miray, ayırdında olmasa da roman bütünlüğü gösteren biçimlendirmeyle yazmaya koyulur. Anlatı boyunca aralıklarla karşımıza çıkan “geçişler”, farklı eşik imgesine el vurup dokunan çoğulluk, apayrı tatlar katıyor metne. Aynı şekilde bölümlerin ağaç adlarıyla anılışının da şamanik imler kadar roman evreninin dayattığı kök arayışına dönük geniş açılım getirdiği, saçak kök, gövde, dalyaprak çatı bağlamında farklı bir evren çalımı ürettiği kestirilebilir. Bu anlatısında Meliha’nın ayrıca nefis bir erotizmi, yapıttaki karakterlerin bakışı, gereksinirliği yönünde ustalıkla yayıp işlevlendirdiğini de söyleyebiliriz. Bu saptayım, anlatıda başarı hanesine yüklenebilir kuşkusuz. Yazar, anlatısındaki salkım hikâyeleri olabildiğince yalın yapılandırıyor. Sonuçta yüksek okunurluk sergiliyor bana göre yapıt. n Y aşamöyküsünden öğrendiğimiz kadarıyla Ferhat Özkan 1981’de Rotterdam’da doğ(up) İlk ve ortaöğrenimini Konya’da tamamla(yan)” bir göçmen. Öykücü olarak Ferhat’ı yenice tanıyorum. İlk kitabı Logosoloji’yi (2013) değil de ikincisini okumuş oldum, Yoksunlar’ı (YKY, 2016). Ferhat, hayat karmaşasında kişinin payına düşen olgusal yaşantıları, öykünün soyutlayımdönüştürüm hendesesinden geçirip işlerken sıkı bir öykücü olduğunu gösteriyor kurduğu dilmantıkla. Bu, onu salt matematik estetikle anlatı kuran öykücü kesiminden ayırıp en azından bu yanıyla toplumsalcı grubun içine katıyor. Bu ifade, “yenitoplumcu” olarak da okunabilir. Toplumsal olandan kopmayan ama bu bakışı yenileyen öykücü grubunu oluşturuyor söz konusu yazarlar. Nitekim Ferhat, içleri sürekli daralan, “çırpınıp paralanma”, “harcanıp gitme” (s. 20) tedirginliği yaşayan küçük insana dönük hem mikroskobik hem de teleskopik bakışla hünerlediği bir anlatı kuruyor öykülerinde. Kendisini boşlukta gören, evrenin anaforuna yutulduğunu düşünen insanın tutunma çabasına dönük farklı açılımla yeni bir anlatının eşiğinde duruyor böylece. “0,89” adlı öyküde bu sanatın kimi inceliklerine dönük getiriler, kuşkusuz başka yazarlarca da yapılıyor. İşte tam burada, Ferhat, yine de özgün bir yer açmak için uğraşıyor kendisine, ilk bakışta görülebiliyor çünkü bu: “Bir şeyler eksik; tüm öykülerde ve hâliyle insanlarda, hayatlarda, duygularda, düşüncelerde veya eşyalarda olduğu gibi.” (s. 73). Yeni öykülerini de heyecanla bekleyeceğim Ferhat’ın. n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 16 10 Ocak 2019 KItap