05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> anlayan, belki de onu ancak o zaman doyunca seven oğulun yazgısı veya kendisi de oğulluktan feragat edip baba olmaya soyunduğunda karşısına yeniden çıkan o iç içe geçmiş aynalar silsilesinin şaşkınlığı... Roman kahramanı (Yusuf) tam da babasına benzemediğini, ondan apayrı bir yolda ilerlediğini düşünürken tıpatıp olmasa da babasıyla neredeyse aynı yazgıyı paylaştığını fark eder romanda. Onu ayıpladığı her noktada farkında olmadan babasını taklit ettiğini görür. Her oğul babasının bir taklididir belki de, bilemem. Bir de bizde bu çatışmalı alana Batılı referanslarla açıklayamayacağımız başka unsurla girer ve mesele daha karmaşık bir hâl alır. Çözemediğimiz bütün bu meseleleri tutar kendi çocuklarımıza devrederiz. n “Bir babanın kendisiyle değil, hatırasıyla kavga etmek her zaman daha kolaydı, belki de daha zor, kim bilir...” diyorsunuz yine bu ilişki bağlamında. Siz kiminle ya da neyle kavga ettiniz romanı yazarken? n Doğrudan kendi meselemi anlatmadım elbette bu romanda. Sahiden bir hikâye değil yani Âşıklar Bayramı. Ama yazarken elbette hem oğul hem baba olarak kendi deneyimimle de yüzleşme imkânı buldum yer yer. Son yıllarımın sıkça geçtiği o hastane köşelerinde durup kendime ve babamla kurduğum, onunla zamanla dönüşen ilişkime de baktım yazarken. Yaş aldım artık, kavga ne haddime, kırkımda hasretle bakıyorum oğlumla babama... n Dünya edebiyatında da önemli bir alan kaplıyor babaoğul meselesi. Peki, siz nasıl yorumlamaya çalıştınız Âşıklar Bayramı’nda bu ilişkiyi? n Roman elbette bütünüyle bir babaoğul çatışmasına değil; hem babanın hem de oğulun bu çatışmadan payını alan aşklarına da adandı. Tam bir oğul olmayı beceremediği, yarım kaldığı için hayatlarındaki kadınlara nasıl davranacağını bilemeyen bu iki erkeğin dünyasına bakmaya çalıştım bir bakıma. Geride kalmış, yaşanmamış, eksik kalmış aşklara bakarken orada aksayan asıl meseleye de eğilmek istedim. Yine de edebiyatta çok işlenmiş bu meseleye eğilirken birçok başka roman ve filme göndermeler içeren, hatta kimi türkülerle genişleyen başka bir alan açmaya da niyetlendim. Kafka’dan Yusuf Atılgan’a, Hasan Ali Toptaş’tan Orhan Pamuk’a, Nuri Bilge Ceylan’a, kimi yabancı filmlere, hatta kendi metinlerime uzayan bir göndermeler ağıyla bu meselede yalnız olmadığımı göstermek isterdim belki de. Biraz daha yerli bir noktadan bakınca bu çatışmanın bu topraklardan nasıl göründüğünü merak ettim bir de galiba. “BUGÜNE MESAFELİ YAKLAŞTIM” n Bir yanıyla şiirsel de bir roman Âşıklar Bayramı. Şiirli mektuplar okuyoruz, içli türküler dinliyoruz... n O bölümleri çok severek, çok kederlenerek, bir zamanlar şair olduğumu hatırlayarak yazdığımı itiraf etmeliyim. Hatta babanın gözünden bu zama nı, günümüzü Yunus’un, Pir Sultan’nın ya da dengbêjlerin sesiyle anlatmayı daha çok istedim. Şiirle şarkı ve türkülerden başka, dinleyip, okurken gözümüzü kapattığımız, boynumuzu yana eğdiğimiz kaç şey kaldı ki dünyada... n Sizin için “acılar coğrafyasının modern masalcısı” dediğimi hatırlıyorum bir yazıda. Âşıklar Bayramı’nı okurken bir kez daha bu söylediğim geldi aklıma. Bu romanda da bir masal anlatıyorsunuz aslında fakat bu kez coğrafya ve dertleri bir başka düzlemin konusu gibi. Romanla nasıl bir yapı kurmak istediğinizi anlatır mısınız? n Toplumsal meseleler varlık nedenim. Ama bizimki gibi hakikatin değil de gerçeğin durmadan değiştiği kimi coğrafyalarda bu meseleleri anlatırken serinkanlı olmak, meseleyi tüm yönleriyle görmek zorundasınız. Dolayısıyla günümüze biraz mesafeli bir yerden bakmayı tercih ettim. Bu kez toplumsal sorunları merkeze almak yerine, daha dipte tutmaya çalıştım bir bakıma. Öte yandan, ne kadar kızarsak kızalım değişen, teknolojiyle yepyeni bağları olan, kendisi ve dünyayla bambaşka ilişkiler kuran yeni bir insan tipiyle karşı karşıyayız artık. Baba ile oğulun karşılaşmasını bu yeni dünyanın, belki de yepyeni bir masalın içinde görmek istedim bir bakıma. n 1990’lar, yazın dünyanızın başkenti. Tüm romanlarınız 1990’ların savaş ortamının yansımaları olarak karşımıza çıktı. Fakat Âşıklar Bayramı farklı. Sizin için edebiyatınızda nasıl konumlanıyor romanınız? n Ne idüğü belirsiz mimarisiyle, çarpık kentleşmesiyle, değişen diliyle, bozulan adelet sistemiyle, önyargıları, varsa iyiliği ve kötülüğüyle memleketi, bugünün insanını ve onu kuşatan dış dünyayı anlamaya çalıştım hep. Onun dünyanın bu kirli dili karşısındaki çaresizliğini... O yüzden romanı, 1990’lardan çekip bugüne taşıma kaygısı güttüm. Şüphesiz romanı, hep yaptığım gibi, 1990’larda tutabilir, hayli rahat da edebilirdim. Ama bugüne dair bir sözüm olmasını istedim. n Ucunda Ölüm Var için yazılan bir yazı, “Kursağımızda kalan heveslerin romanı” olarak tanıtıyordu hikâyeyi. Bu tanımlamayı sizin kaleminizden çıkan her şey için söylemek mümkün aslında. Âşıklar Bayramı da öyle... Edebiyatınızın gerçekleşemeyen hayallerle, yarım kalmışlıklarla ilişkisini anlatır mısınız? Bu biraz sizin edebiyatınızın hikâyesi de olacak çünkü! n Tam insanların bir hikâyesi yoktur bana kalırsa. Asıl hikâye kursağında bir hevesle yaşayanların başından geçer hep. Tam sevilmemiş, tam doymamış, tam uyumamış, tam yaşamamış, tam mutlu olmamış herkesin meselesiyle yan yana durmak istedim hep. Ukde kalmış her şey benim meselem oldu ne yazık ki. Çünkü dünya biraz da o insanların hatrına hâlâ kıymetli bir yer. Bütün çaba o tamlık için... Gerçekleşmeyeceğini bile bile hem de. n Âşıklar Bayramı / Kemal Varol / İletişim Yayınları / 228 s. KItap 1110 Ocak 2019 OCAK 2019 Türkçe Edebiyat, 119 sayfa Edebiyata tutkun bir oyunbaz Yara ığı karakterlerle hayatı paylaşan bir yazar. Namı diğer Yalan Satıcısı… Ankara’nın müşfik mekânı Kıtır’ın masalarında yazılmaya başlanıp biber gazına bulanmışmeydanlarına taşan bir hikâye. A ilâ Şenkon, romanın kâğı a durduğu gibi durmadığını hatırlatıyor. Edebiyata tutkun bir oyunbaz. Yalan Satıcısı, Nilüfer’in güzel sesinden dinlemeye doyamadığımız şarkılar gibi… “Yalan satıcısı” olarak çıktığım yolun yıllar sonra ulaştığım bu durağında “yalnız bir deli” diye anılmak incitmez beni. Fikrim sorulsa; deli yerine çılgını tercih ederim elbe e. Neyse, önemli değil. Sıfatların üzerinde durmaya değmez. Deliliği de, çılgınlığı da severim. Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada aklın ipini biraz salmakta yarar var bence. www.iletisim.com.tr [email protected] vimeo.com/iletisim facebook.com/iletisimbirikim twi er.com/iletisimyayin instagram.com/iletisimyayin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle