Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com Edebiyatın dinmeyen çığlığı: ‘Ben...’ Gelmiş geçmiş bütün yazılı metinler birer “ben çığlığı” olarak da okunabilir. “Ben”in, kendisiyle, ötekiyle, canlıcansız varlıkla, nesneyle yanı sıra toplumla doğayla arasında ne denli duvar varsa bunu yıkmaya dönük çığlık. E debiyat, geçmişte de bireyin çığlığıydı. Şaman, bunun tipik örneği aslında. Zaten o, bunu yapamayanların da çığlığıydı. İşte edebiyat, büyü karıcı niteliğiyle şamanın devamı bir bakıma. Diyalektiğin de temel yasası değil midir genel hayat içinde gerekli değişim, her doğuma ölümün eşlik edişi? Öyleyse oynayan, konuşan, gülen, düşünen varlık olarak insanın bireylik hâlinin zorunlu gereği bağlamındaki çığlık da hayatla arasında süregiden derin etkileşimin yansıması… Söylenden masala, öyküden romana yazın türleri kadar tiyatrodan sinemaya, resimden müziğe sanatın bütün türleri için de getirebiliriz bu öne sürüşü. Şiirin “ben anıtı” oluşu bunu somutlar. Özetle sanat, bireyleşen insanın iç güvenliğini sağlayan şahdamarı. Sanat yoluyla bu çığlığı atabildiği için tüm acılara, sıkıntılara göğüs germeyi başarıyor insan. Öyküde Şenay Eroğlu Aksoy’u, romanda Seçkin Erdi’yi okurken “ben”in çığlığını düşünmeden edemedim, bu yarımayın Kitaplar Adası’nda her ikisi de birer “ben çığlığı” olarak okunabiliyor çünkü. “BİR BEN VARDIR BENDE BENDEN İÇERİ…” Ben’in çığlığı, kişi ezilmeye, yoksanmaya çalışılır, ötesinde işkence görürken hatta tam da yok edilme ânında daha güçlü çıkabiliyor. Buna ben’in karşılaştığı haksızlık, adaletsizlik gibi tutumları da ekleyebiliriz. Tutukluluk, işkence gibi ağır susturma, baskılama, askerlik gibi görece pasif bensizleştirme eylemleri de buna katılabilir. Bu doğrultuda gerek dünya yazınından gerekse bizden pek çok örnek gösterilebilir. İşte Seçkin Erdi’nin ilk romanı Kampana (Everest, 2018), bir “ilk roman” oluşu yanında “ben”e dönük çığlığıyla da bu anlamda dikkati çekiyor. SEÇKİN ERDİ; “KAMPANA”… Seçkin Erdi, fantastik bir kara anlatı olarak yapılandırdığı Kampana’da, sıkı bir metin buketi sunuyor, bununla ilgi toplarken yazarlığı için de belirgin bir yükseklik Seçkin Erdi EMIN AKPINAR ten izdüşümü vermeyi başarıyor. Kendi iç örgüleri, ilmeklerine dayalı emirkomuta ilişkisinde yaşayan gruptopluluk üzerinden bireyliği deşerken ben/karşı ben olgusuna dönük açılımla da ilgiyi hak ediyor. Ben’in askerlikte kendi emir kipini oluşturması bağlamında değişimi, var oluşun ana sorunsalı hâlinde yeni duruma ayak uydurmaya girişme çabası, kendisiyle giriştiği iç tartışma, kavga, bütün açıklığıyla gözler önüne seriliyor. Kımıltısızlıkla kımıltı, sözcüklerle kurduğu salıncakla bir yaklaşıp bir uzaklaşarak ama hep anlatmaya giriştiği evrenle karakterekarakterlere yoğunlaşan yazar izlenimi bırakıyor Seçkin. Bu yolla anlatıya kazandırdığı biçemsel çeşniyle metni havalandırırken ilgiyle okutuyor. Terk edilmiş bir eski köyle yıkık kilise de eklendiğinde roman evrenine, “ben”in çağrışımlarına dönük çan sesi ar tık olağanlaşacaktır. Böylesine “oynak” zeminde kayıyormuş izlenimi veren bir anlatıda sözcüklerle oyun kurmaya girişmesi yazarın doğal elbette. Anlatıcı bunu her anlamda yaşadığı değişkenlik yelpazesiyle ele veriyor. Kışlasında yaşadıklarının etkisiyle ben/ karşı ben çatışmasının göbeğindeyken düşünüyor anlatıcı: “Aynı şapka, aynı gömlek, aynı pantolon ve aynı postal içinde birbirimizden saklanıyoruz ve birbirimizi saklıyoruz tek ton bir ‘Saol!’ içinde.” “Yani hep birlikte, olmayan bir kimliğe bürünüyorsanız…/ Ah ben gidiyorum benden; bana daha fazla katlanamayacağım.” “Bir an için insanlardı, bir an sonra birbirlerinden ayırt edilemeyen gölgeler” (76, 77, 80). “Ayna içinde ayna, bana bakan ben ve bana bakan bene bakan başka bir ben…” “Binlerce hayat içinde, bir hayata, binlerce hayata…” “kendini silikleştirme, bedensizleştirme, yüzünü ve özünü gizleme oyunu” mudur bu, “suretin sureti?” (105, 112, 115, 126). Birbirine benzemez karakterleriyle anlatısını derinleştirip zenginleştiren üstelik gerek kişilerini gerekse bunların birbirleriyle, olaylarla ilişkilenişlerini işlevsel ayrıntılarla yerli yerine oturtup, yan anlam ağlarıyla destekleyen yazar farklı bir damar ağı kuruyor. Genelden özele, özelden genele gidip gelen bir halkalanmayla bu kışkırtıcı evren, romanı “oyunsu” bir sürece de taşıyor kaçınılmaz biçimde. Karakterlerin kattığı güç de ben’le karşı ben ikizliği/ karşıtlığı oluşturup anlatıyı iyice harlandırıyor. Soyutlayımı, dönüştürümü kadar bireyseltoplumsal yaşama dönük sorgulayıcı katkıyla da üzerinde durulmayı hak eden bir ilk roman Kampana. n ÖYKÜDENLİK... Şenay Eroğlu Aksoy; ‘Gece Çığırtkanları’… Ş enay Eroğlu Aksoy, Evlerin Yüreği’yle (2012) ilk kitabında yüksek bir öykü çıtasıyla okur karşısına çıkmıştı. İkinci öykü kitabında da çıtayı yine yüksekte tuttuğunu, bu yansıtımı sürdürdüğünü ortaya koyuyor: Gece Çığırtkanları (YKY, 2015). İlk öyküler demetinde dramatik dolantıyı daha çok eylemsel kökene dayayan Şenay, bu kez oylumca da “kısa” tuttuğu öykülerinde bunu daha çok imgesel temele oturtuyor denebilir. Bu nedenle öyküler, bir “bulantı” içinden geçiyormuş ya da “bulantı” eşliğinde okunuyormuş duygusu uyandırıyor. Ama gizeme yer açsa da okurla paylaşmaya giriştiği yan, iplik inceliğindeki görünürgörünmez gizli dünyalar. Birbiri için onca anlam, önem taşırken açılıp da birbirinin farkındalığıyla buluşamadan kalmış yaşantı denklikleri… Şenay, işte bunları kurmaya girişiyor okurda. Bu arada duygu, düşünce yo ğunluğunu imgeler dünyasında bir büyü deniziyle buluşturmayı da başarıyor. Ben’in çığlığı da işte tam bu noktada devreye giriyor. Parçalanmış kişiliklerin hüzün durakları biçiminde özetlenebilir bu nedenle yazarın ikinci yapıtında bir araya getirdiği kısa öyküler toplamı. Gece çığırtkanlarını, içte çökelti bırakan, gün gün daha da ağırlaşan hüzünlü yanıyla, parçalanmış kişileri, kendi bütünlüklerinden koparan bu tür olaylar, ilişkilenişler oluşturuyor. Bu nedenle Şenay’ın öykülerinde sesle sessizlik, görüntüyle siliklik, geceyle karanlık vb. önemli işleve sahip. Bütün bunları cilalayan, “Romain Gary’e”, “Onat Kutlar’a” sunduğu son iki öykü de bunu ele veriyor, Şenay’ın “yazarken düşünmeyi öğre(ttiği)” (82) bu öykülerde. Anlamsallığı hep ilmekler atarak kuruyor Şenay Eroğlu Aksoy. Bu bağlamda olayı da imge ormanından geçirerek yaydığı buğu eşliğinde yansıtıyor okura. Öyküde imgelemenin, görüntüye ses, sese görsel yüklemenin de başlı ba Şenay Eroğlu Aksoy şına hüner olduğunu vurgulayan biçemle yapılandırıyor anlatısını. Bu havayı, kısa öyküde kurmanın ne denli zor olacağını unutmadan söylemiş olalım bunu. Kapalılığı ustalığa dönüştüren, bambaşka tatlarla hüzünler deren, okurunu da bu yönde tetikleyen bir öyküleme bu. Her okunuşta yine o tadı anımsatan. Bu yönde kurduğu kısa öyküleriyle okurunu ikinci kitabında yeniden selamlayan Şenay, okunmayı hak ederken, ancak soy yazıncılarda rastlanan okuma hazzı yaratmayı, yaymayı bir kez daha başarıyor. n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 18 28 Haziran 2018 KITAP