Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
JOHN KENNEY’DEN “REKLAMDAKİ HAKİKAT” Reklam arasında bir yaşam John Kenney, ilk romanı olan “Reklamdaki Hakikat”te eğlenceli, samimi, bazen alaycı ama vurucu anlatımıyla iş hayatının, aşkın, sevginin ve aile olmanın anlamıyla birlikte hayatın absürtlüklerinden bahsediyor. “Reklamdaki Hakikat” okuru, reklamların arka bahçesinde sarsıcı bir gezintiye çıkarıyor. John Kenney BESTE NÂSIR B ir insanın, hayatın neredeyse her alanında kendini bir hiç gibi hissetmesi nasıl bir şeydir? Yine aynı insanın kendiyle ve başkalarıyla ilişkisinde hep kıyıda kalması, nasıl bir insan olduğunu, kim olduğunu bilememesi neye karşılık gelir? Peki, bu insan zamanının ve dolayısıyla ömrünün büyük bir kısmını tükettiği işinde, kendisinin sadece o işi yapabileceğini, bu nedenle o işin içinde olmak zorunda kaldığını düşünerek koşullar ne olursa olsun, işten ayrılabilme imkânının olmadığına inanırsa kendini nasıl bir döngü içerisinde bulur? Reklamdaki Hakikat’in bir reklam yazarı olan baş karakteri Finbar Dolan, aslında bize yukarıdaki soruların cevaplarının tamamının örneğini sunan bir insan olarak karşımızda duruyor. Dolan, kimi zaman “(...) on para etmezsin Gary. Hilesin, sahtesin, uyduruksun (...) Ruhun, derinliğin, zekân yok. Her yaptığın yanlış. Hayatını ziyan ettin (...) sözcükleri düşünmezsin sen. Onları kâğıt havluyu kullandığın gibi kullanırsın. Düşünmeden, aldırmadan. (...) Sabahları evden bile niye çıkıyorsun ki?” diyen iç sesinin iğrençliğinden söz eder ama sonraları onu nasıl bir hayat yaşadığına bakmaya çağıran bu iç sesin, öncelikle kendisiyle ilişkisinde mutlu olup olmadığıyla ilgili işaretler taşıdığını anlar. Kimi zaman gerçekleştirmek istediği hayalleriyle, ulaşmak istedikleriyle boğuşup durur kimi zaman da bütün olup bitenlere rağmen dört kardeşin en küçüğü olarak babasına çok benzeyen ve bir emlak avukatı olan, kardeşlerden en büyüğü Eddie, serttir; genellikle sinirli ya da gergin olan Maura, çok sık kiliseye giden ve takıntılı bir hâlde temizlik yapan tek kız kardeştir; babasının en çok ondan nefret ettiği, grafik tasarımla ilgilenen ve kendine ait bir şirketi olan Kevin ise eşcinseldir insanca bir eylemi gerçekleştiren yalnızca odur. Ama yine de çalıştığı ekiple okuru tanıştırırken sıra kendisine geldiğinde, kendiyle ilgili söylediklerinin üzerini çizer ve “Benden yüzlercesi geziyor sokaklarda. Binlercesi. Birbirimize benziyoruz, birbirimiz gibi düşünüyoruz, birbirinin neredeyse aynısı fikirler üretiyoruz çünkü hayata aynı perspektiften yaklaşıyoruz” demekten geri duramaz. Ancak kardeşleriyle kendisi arasındaki hayata bakış açısı ve eylem biçimi farkını da göremez. HER YENİ GÜNLE İNSANLAŞABİLMEK Bir yandan ruh durumuyla birlikte kararları da sıklıkla değişebilen ve işini neden yaptığını, ne olmadan yaşayamayacağını, hayatındaki en önemli kişinin kim olduğunu henüz bilemeyen Finbar Dolan, öte yandan da hayatta maaş çekinin dışında başka şeyler de olduğunun, dolayısıyla sıradan bir insandan farklı olarak hayatta sadece varlığını sürdürebilmek için gerekli ihtiyaçların değil, bunlarla birlikte hayata tutunabilmeyi sağlayan, bir insan için hayata anlam veren başka şeylerin de yer alması gerektiğinin farkındadır. Bu bağlamda o, şunlardan söz eder: “(...) Otuz olursun. Otuz beş şaşırtır. Kırk olmaya yaklaştıkça durgunlaşırsın. Bir zamanlar, para harika bir sürprizdir. Sonra yetmez olur. Huysuzlanma tırmanır. Tam adını koyamadığın bir isteme durumu olur...” Bütün bunlar göz önüne alındığında, insanlar arası ilişkiler, kendimizle ilişkimiz, bütün olup bitenler Finbar Dolan gibi bunların bir parçası hâline gelmeden izlendiğinde, sözde yaşanılan, akıp giden yaşamın kendisi ancak bir programın reklam arasında göze çarpan bir kamu spotu şeklini alır. Böylesi bir yaşamın dönüşmesiyse onun öznesine bağlıdır. Nitekim Finbar Dolan da romanın sonlarına doğru şunları dile getirir: “Her gün, dilediğimiz gibi yaşama şansını elde ediyoruz. Hayran olunacak bir şey, bir korkutucu şey, bir zor şey, bir güzel şey yapma şansını. Bir fark yaratma şansını.” İşte böylelikle de Finbar Dolan’ın hem ailesiyle hem kendisi ve çevresiyle hem de iş yaşamındaki ilişkilerinde umudun kapısı aralanır ve o, artık her şey için kaderi suçlamak yerine, her yeni günle birlikte insanlaşabilmeye adım adım yaklaşabilmek için çalışır. “YENİ DÜNYADA DURMAK OLMAZ” Peki ya çalışmak? Modern dünyada çalışan bir insanı tanımamız açısından da kendisi aracılığıyla bize yardımcı oluyor Finbar Dolan ve onun bu bağlamda “(...) yeni dünyada durmak olmaz. Meşguliyetimizden, durmadan çalışırlığımızdan gurur duyuyoruz. Her gün duyuluyor bu (...) Bizi anlamlı kılıyor. Kendimizi önemli hissetmemize yardımcı oluyor. Canlı hissetmemize yardım ediyor. Duracak olursak, hareketsiz, hiçbir şey yapmadan, alevlere gömülürüz” ifadeleri, çağımızda çalışmayan bir insanın belki trajik de denilebilecek bir durum olarak, kendisini alevlerin içinde bulabilmesinin şaşırtıcı olmayacağını doğruluyor. Ama bir yandan yine Dolan’ın işaret ettiği gibi çalışma veya iş yaşamı hayatımıza anlam katan parçalardan biri de olabiliyor. Haluk Mesci’nin Türkçeye çevirdiği romanın hemen başında “Reklam dünyasında yalan diye bir şey yoktur, sadece çıkarcı abartı vardır” sözüyle karşılaşıyoruz. Dolayısıyla Reklamdaki Hakikat okura, tüketicilerin reklamı yapılan ürünlerin gerçekten nasıl olduğuyla ilgilenmemesi için reklamların aslında bir bakıma izleyicinin/tüketicinin gözlerini kapatma amacıyla bir yol aradığı mesajını vermeyi elbette atlamıyor. Hatta öncelikli amaç bu mesajı iletebilmek! Bu bağlamda reklamlar, gören gözlerin bir kenara bırakılmasını ister. Yani sunulanın sadece gösterildiği kadarıyla ve gösterilen hâliyle algılanmasını öne çıkarır, görülmesini değil. Bunun için kullanılan ilgi çekici sesler, uydurulmuş görsel karmaşa ve abartılarak kusursuzlaştırılmaya çalışılmış bir görsellik, insanları oyalamak için hâlihazırda yeterli olur. Sahi, bu yazı neden böylesi bir bakışla yazıldı? Başkarakter Finbar Dolan’ın hayatın nasıl işlediğini bilemeyen, neredeyse çoğunlukla küçümsenmesi ya da aşağılanması gereken biri olduğu düşünüldüğü için mi, yoksa bu yazıyı okuyan herkese “Asla Finbar Dolan gibi reklam arasında bir yaşamın içinde olmayın!” diyebilmek için mi? İşte tam da burada, yine Finbar Dolan’a kulak vermek gerek: “(...) Başka birinin hayatında neler olup bittiğini kim bilebilir? Kaygılarında, korkularında, umutlarında (...) Günlük, sıradan bir şeyin verdiği sakin neşeyi kim bilir? Bir çocuğu yıkamak, yardımseverler mutfağında gönüllü çalışmak(...) Bir şeylerle boğuşurken çaresizce korumaya çalıştığımız küçük, güzel dünyalarımızı kim bilebilir? (...) Yalın gerçek şu ki: Uçakta, metroda yanımızdaki koltukta, trafikte yanımızdaki arabada oturan kişinin iç hayatı hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Dinlemeyi seçmezsek hiçbir şey bilmiyoruz.” Yaklaşmaya ve hissetmeye çalışarak dinleyebilmeyi ama bir taraftan da dinletebilmeyi gerçekleştirmek için olabilir mi acaba, ne dersiniz? n Reklamdaki Hakikat / John Kenney / Çeviren: Haluk Mesci / Garaj Kitap / 394 s. 4 21 Haziran 2018 KITAP