Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Unutmayı denemeliyiz’ José Eduardo Agualusa’nın kaleme aldığı “Unutmanın Genel Teorisi”, adıyla gelen bir insani durumu sorguluyor esas olarak. Unutmak, belleği tamamen silmek mümkün mü? Angola’nın tarihi o kadar büyük trajedilerle dolu ki hemen her insan, her roman kahramanı belleğinde büyük bir yükle dolaşıyor. A frika yakınımızdaki uzak kıta. Angola uzak bir ülke. Afrika ile ilgili değiliz. Edebiyat okumalarımız esas olarak Avrupa, ABD ve Latin Amerika kaynaklı. Afrika edebiyatından çok az çeviri yapılıyor, onların da yeteri kadar okunduğunu söyleyemeyiz. Afrika’nın güneybatı bölümünde yer alan bir ülke Angola. Kendi dillerinde “Ngola” diye anılıyor ama biz Portekizli sömürgeciler gibi Angola diyoruz. Portekiziler 1483’de Angola’yı keşfedip ilk yerleşim merkezlerini kurmuş. 1920’ye dek sınırları genişleterek şimdiki büyüklüğüne ulaşmış. Afrikalı çeşitli etnik gruplar nüfusunu oluşturmuş. Angola’yı bir anlamda Portekiz’in yarattığı bir ülke olarak düşünebiliriz. Portekiz’in sömürge yönetimi 1960’lara dek sürmüş. Afrika’da gelişen bağımsızlık akımı sayesinde 1950’lerde başlayan hareket, 1961’de silahlı mücadeleye dönüşmüş, 1974’te Portekiz’in tüm sömürgelerinden çekilme kararı alması ile Angola bağımsızlığına kavuşmuş. Bunları, hem Angola’nın tarihini anımsamak hem de sözünü edeceğim romana girizgâh olsun diye anlatıyorum. Portekiz’in çekilmesi ile ülkede bağım sızlık için savaşan üç grup; Angola Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNLA), Angola’nın Bağımsızlığı İçin Halk Hareketi (MPLA) ve Tam Bağımsız Ulusal Angola Hareketi (UNITA) bu sefer kendi aralarında iktidarı ele geçirmek için savaşmaya başlamış. Çatışmalar sonucu Sovyetler Birliği desteğindeki MPLA başkenti ele geçirip 1975’te bağımsızlık ilan etmiş ama diğer gruplarla iç savaş 2002’ye dek sürmüş. Bu arada MPLA, sosyalist ülkelerdeki yönetim biçimini esas alan bir yönetim modeli oluşturmuş. 1990’da da çok partili sisteme geçilmiş. DUVARIN ÖNÜ VE ARKASI José Eduardo Agualusa’nın Man Booker Ödülü adayı ve Dublin Edebiyat Ödülü kazanan romanı Unutmanın Genel Teorisi (Nisan 2018, Çev. Sevcan Şahin, Timaş Yay.), Angola bağımsızlığını kazanmadan hemen önce başlıyor. Romanın başkahramanı Ludo, kız kardeşi ve eniştesiyle ile birlikte başkent Luanda’da iyi bir mahallede yaşar. Ludo, Portekiz’den kız kardeşinin yanına gelmiştir. MPLA’nın yönetimi ele geçirmesi sırasında kaçmaya hazırlanan eniştesi ve kız kardeşi ortadan kaybolulur. Ludo yapayalnız kalır. Apartmanda yaşayanların çoğu ya kaçmış ya da başlarına bir şeyler gelip ortadan kaybolmuştur. Ludo’nun ise gidecek bir yeri yoktur. Portekiz’e dönmeyi aklından geçirmez, zaten böyle bir isteği olsa dahi havaalanına nasıl ulaşacağını bile bilmez. Köpeği ile birlikte evde kalmaya karar verir. Bir süre sonra eniştesi ve kız kardeşinin döneceğini ya da iç savaşın bitip hayatın normalleşeceğini umar. Ama olaylar düşündüğü gibi gelişmez. MPLA’nın yönetimi ele alması ülke içindeki karmaşayı bitirmediği gibi yeni sosyalist yönetim de pek güvenli gözükmez. Her an evin basılması, yağmalanması ve Ludo’nun öldürülmesi mümkündür. Ludo, apartman dairesinin kapısına bir duvar örüp dışarıyla ilişkisini mümkün olduğunca keser. Önce eve depolanmış yiyecekleri tüketir sonra da terasında yetiştirdiği sebze ve yakaladığı güvercinlerle beslenir. Isınabilmek için kitapları, mobilyaları yakar. Otuz yıl boyunca böyle sürdürür hayatını. Bu sırada da evin duvarlarına yaşadıklarını yazar, evi bir anlamda günlük olarak kullanır. Kitabın girişindeki önsözde Ludovica Fernando Mano adlı bir kadının yirmi sekiz yıl boyunca evde kapalı kaldığını, 2010’da, 85 yaşında hastanede ölümünden sonra kadının öyküsünü öğrendiğini yazıyor Agualusa. Ludo, kapalı kaldığı dönemde on defter dolusu günlük tutmakla kalmamış, yaşadığı dairenin duvarlarını da şiir ve yazılarla doldurmuş. Agualusa, bu günlüklerden yola çıkarak romanı yazdığını ama ortaya çıkan eserin bir belgesel değil tamamen kurmaca olduğunu belirtiyor. Haklı. Dış dünyayı sadece radyoda dinlediği haber programları ve zaman zaman şahit olduğu komşuların yaşamlarından ve kendi yaşadıklarından anlamaya çalışıyor Ludo ama roman sadece Ludo’nun yaşamı ile sınırlı kalmıyor. İçeriden çok daha fazla dışarıda geçtiğini söyleyebiliriz hatta. Agualusa çok ilginç kahramanlar aracılığıyla Angola’daki yaşamı ve değişimi satırlarına yansıtıyor. Faili meçhul cinayetler, cezasız kalan suçlar, kayıp insanlar, suçsuz yere hapsedilenler... Bunlar iç savaşın ve sonrasında kurulan rejimin insanlara yaşattıkları. Ama Angola’da yaşananlar bunlardan ibaret değil, diğer yanda insanlar yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Tüm olumsuzluklara rağmen başarılı olanlar, hayatta kalmak bir yana zengin ve güçlü håle gelenler olduğu gibi bu karmaşada her şeyini yitirip yok olanlar da var. BİR EV VE BİR ÜLKE Agualusa, gerçek olaylara dayanan bir anlatı kursa da anlatımı ile farklı bir dünya yaratıyor. Latin Amerika’nın büyülü gerçekçiliğini anımsatan bir anlatımı var. Hayat bilinmezlerle, gizemlerle ve tabii mucizelerle dolu. İnsanlar yaşama bunlarla bağlanıyor. Agualusa, farklı kahramanların yaşadıklarını anlattığı ilk bakışta karmaşık görünen ama sayfalar ilerledikçe birbirine bağlanan bir yapı kurmuş. Otuz yıl evde kapalı kaldıktan sonra hırsızlık amacıyla eve giren ama sonra kalıcılaşan küçük Sabalu’nun sayesinde Ludo, hem dış dünya ile temas kuruyor hem de ayrı ayrı öykülermiş gibi gelişen olaylar onun dairesinin kapısında birleşiyor. Karmaşık görünen olaylar silsilesinin aslında tek bir öyküye bağlandığını, onun ayrıntılarını oluşturduğunu anlıyorsunuz. Bu da yazarın mahareti. Bir odaya kapanmış bir kadının yaşadıklarından tüm bir ülkenin öyküsüne genişleyip daha sonra bunları ustaca birbirine bağlayak tekrar o odaya, o kadına getirmeyi başarmış Agualusa. Unutmanın Genel Teorisi, adıyla gelen bir insani durumu sorguluyor esas olarak. Unutmak, belleği tamamen silmek mümkün mü? Angola’nın tarihi o kadar büyük trajedilerle dolu ki hemen her insan, her roman kahramanı belleğinde büyük bir yükle dolaşıyor. “Unutmayı denemeliyiz” diyorlar ama unutamayacaklarını, yaşadıklarının hesabını bir gün sormak umuduyla hayata tutunduklarını da biliyorlar. Kötülüklerin, kötülerin yanına kâr kalmayacağını umuyorlar. Zaman zaman bu hesaplaşmada mümkün oluyor. İyiler kazanabiliyor. Agualusa çok iyi bir anlatıcı. Bunu hem bu güzel romandan hem de kazandığı ödüller ve çevrildiği dillerin sayısından, birçok ülkede çoksatanlar arasına girmesinden anlıyoruz. Unutmanın Genel Teorisi; kendi dilinden, Portekizceden Türkçeye çevrilen ilk kitabı. Bir de İngilizceden çevrilen Bukalemunlar (2009, Pegasus Yay.) var. Agualusa yeni kitaplarını merakla bekleyeceğim yazarlardan. n 10 21 Haziran 2018 KITAP