Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Kim ölür bir başkası için’ Avusturyalı yazar Thomas Bernhard (19311989); Hollanda Heerlen’de doğdu, Avusturya Gmunder’de öldü. Annesi, yazar Johannes Freumbichler’in kızıdır. Bernhard, Viyana ve Seekirchen’de annesinin ailesinin yanında büyüdü. Öğrenimini Salzburg’da çeşitli okullarda, son olarak da Mozarteum Akademisinde müzik ve oyunculuk eğitimi alarak tamamladı. Türkçede “Wittgenstein’ın Yeğeni”, “Kahramanlar Alanı”, “Odun Kesmek”, “Bitik Adam”, “Eski Ustalar”, “Ses Taklitçisi”, “Yok Etme”, “Don”, “Beton” ve “Yürümek” gibi kitaplarıyla tanınan yazar, kendi ülkesine duyduğu öfkeyi dile getirmekten de hiçbir zaman çekinmedi. Yayımladığımız bu şiirlerde, adı geçen kitaplarında olduğu gibi onun aykırı kişiliği hakkında dolaylı da olsa bir fikir edinebiliriz. Kendisi bu konuda şöyle bir açıklamadan da bizi yoksun bırakmıyor: “Hiç kimse kendisinin kim olduğunu bilmez. Bize kim olduğumuzu başkaları söyler, değil mi? Bu bize bir milyon kez söylenmiş olsa da eğer yeterince uzun yaşarsanız sonunda kim olduğunuzu hâlâ tam olarak bilemezsiniz. Siz kendiniz bile her an kendinize farklı bir şey söylersiniz.” THOMAS BERNHARD / ŞİİRLER / ÇEVİREN: ARİF ÇAĞLAR AYIN DEMİRİ ALTINDA Yıl bin yıl önceki gibi bir yıl, testi taşıyıp davarın sırtına vuruyor ekin biçip kıştan habersiz şıra içiyor ve bilmiyoruz ki pek yakında unutulmuş olacağız mısralar da çözülecek ev önünde kar misali. Yıl bin yıl önceki gibi bir yıl, ormana bakıyoruz feleğin ağılına bakar gibi, yalan söylüyoruz elma armut sepeti örer gibi, biz uyurken soğukta kalmış kapı önünde pabuçlar kirli. Yıl bin yıl önceki gibi bir yıl, hiçbir şey bilmiyoruz, bilmiyoruz batışı, ne yok olmuş kentleri, ne de atların ve insanların boğulduğu akıntıyı. *** Kim ölür çölde bir ev ya da kuru bir ağaç için. Kim ölür kül olmuş ateş, tahttan indirilmiş bir kralın şarabı ya da bir komutana şölen olsun diye yakılmış tarlalar için. Kim ölür bir başkası için tohumlar uçuşurken ve baharda ölüm ve kuşlar kara çalarken bulutsuz ufka. Evet, kim ölür. *** Uyandıklarında unutulmuş olacaklar tepelerden kopup gelen kahkahalarda, bir kurtlar fırtınasında koyun kafalarını dumanlı kentlerin üzerinden estirip toz eden. Ama sen toz olma yıldızların kıyısına varan o tükenmez açlığınla. Geceleyin mısraların oraklarına tepinerek gözlerini geçirecekler şişine ölümsüzlüğün. Ama sen toz olma. Sıkı çek küreklerini kemiklerine kadar dağıt ne doğuya ne batıya yas’lanmayan rüzgârı, evet, asla acı vermediklerini yok eder acı. *** Horoz öter, etten bir bezi geçer kanıma girer, göğüsümü deşer. Kızılımı içer bir ay içer gibi ve güler tepelerde kızıl dansına yıldızların. *** Dağlarda yıldızlar basar sağanağı sen çaresizliğimin dudaklarına dokundukça ve kilise kulesinin altında kıştan gelin yatağında her dolan saatin vuruşunu ayarladıkça. Ağızlardan taşar bir buğday seli sessiz ışır dereler mehtaplı gece seslerinde, bırakılmış birikintilerden sonuna dek içilmiş denizlere doğru. Martılara serp gözlerinin tuzunu ama hiç koklanmamış yazlarda boğduğun ne varsa aç ve yok ol yaramın ağızında. *** Ağızda yırtık bu gökle ölen çok olur ve anarlar o günü yeşil örtülü masalarda pembe jambonlu soğuk tabaklarda bir iç geçirmeyle bitiveren. Ama aşkları yitiktir tıpkı çürümüş ağaçların ayaklarını kuzey karlarının akına saran bir yel gibi. Aşkları yitiktir şaşkın ceylanların hıçkırıklarında yaşlanan koyu karanlık ormanlarda bir buluttan bir buluta. Thomas Bernhard *** Yalnızdı sabah erken kuşlarla göğün altında dedi ki cehennem yeşil olacak kazıklar çiçek açarsa. Ana pınarından içip yumdu yorgun gözlerini yaşam boyu dilimize yabancı taşlı yollarda. Yaz gelince sayrı düştü baktı yükselmekte deli bulutlar karanlık rüyalardan, gırtlağı yanık bir savaşçı koymuş elini yitik ölü tepeler arasına uzanmış âşıklara, Ekim gelince kar kadar yabancı yaralı dağ tepelerinde ve sesi boş ve susamış sütümsü bir yas içinde. Kimseler taşımaz bu mektubu kış günü yükselen ay’ı deli sanan destan bir ömrün zirvesindeki mezarına. *** Baharımın ak çiçekleri kan içinde açar, ancak keder ölüşümü çöllerde eser, ancak çimen hem söyler hem yazar şarkıları göğe ağır bulutların ağladığı kasvetli Mart günlerinde, artık ne bir ırmağa kulak ne bir taşa dua yıldızların kürekçisi de ölür, testisi boş mavi eşekler neşeyle gezinir sararıp solmuş yapraklarda. Nerede ne zaman söyleyecek bana Tanrım, ne zaman sokacağını çuvaldızı ete zamanın? Geceler saatlerimi tüketir, yüreğimi duvarlar yağmalar, yok olup gideyim, soğuğum yapraklarda, uykum yaban evlerde kalmış, yorgun dualarımı deler vadilerde deli ışık, yazı ayaklandırır can mezarda ölümü yaralı dudaklarım sayrı güneşler örter kızıl küllü uyurların yeşil dünyasına örter ay ve süt ve yel ve yaşla. *** Çaresizliğim gece yarısı gelir bakar sanki çoktan ölmüşüm gözler karadır ve alnım çiçek yorgunu hüznümün acı balı sayrı toprağa dökülür kızıl gecelerde beni uykusuz bırakır görmek güzün huzursuz ölümünü. Çaresizliğim gece yarısı gelir güneş ve yağmurun karmaşık düşlerinden, çok erken övmüşüm her şeyi kapıma da korkularıma da yabancıyım ben, soğuk duvarlardan üstüme inen binlerce yıl alır beni bir az kışa götürür. Çaresizliğim gece yarısı gelir vadi değişmiş, ay çayırlara inmiş, kızgın akşamın kırık orağı pencereye yaslı, gözlerini bana dikmiştir. Bilirim ki artık yenilmişim şu orak gibi, kimse yanıltamaz beni şimdi, sabah olmadan hükmünü okuyan nehir bile yanıltamaz beni. Ağaç ve ırmak altında bana yabancısın. Sen güneşin o dayanılmaz safında, kara gecede, hayvan tanıyan açılmış ormanlarda, yüzen bir aya doğru sallanan aşkıma çaresiz, böğürtlenler altında incinmiş, köklere gülen, tıslayan bir yılan gibi sopamın her vuruşunda, susamış yamaçlara, ey anamın düşü yerin iliğine kadar, yaz şarkıları zincirinde bu yalnızlık, külden saç, kurumuş uzuvların ve harcında yanmış yasımın sonsuza kadar, ta ki anılar kutsal karlarını zorla açılan vadilere taşıyıp dondurucu soğuk şarkı ve arzuları titreyen havada durdurana kadar. *** Bütün bir kış boyu sadık kaldığım sen, yazın ateşi içinden duydum seslenişini ey sahte bakış, gönlünün bir kenarında yok et beni. Uyuyan cennettedir hem cehennemde kendi evindedir, org sesleri duyar çiçeklerden, kış gibi soğuk uzuvların tozunu içer. Yeminler ölür ormanlarda, ağaçların kuru gövdelerinde geçmişi açar ve üşüyerek sel basmış vadilere iner aşağıya. Boş hanelerde beyni dikenini akan etin yasak aşkına sokar. Sabaha şaşkın çıkar ellerinde hâlâ bir sürü ölünün düşü. n 18 21 Haziran 2018 KITAP