25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BARLAS ÖZARIKÇA’DAN “RÜYA GALERİSİ” Açık bir denizde Barlas Özarıkça’nın “Rüya Galerisi”, klasik kurgudan hoşlanan okurlara göre bir kitap değil. Rüyaları takip etmek de bilinç akışıyla oradan buraya savrulmak da farklı olana meraklı, gerçekliğin rüyalar ve diğer zihin oyunları tarafından mühürlenişindeki estetiğe hayranlık duymaya yatkın bir okur talep ediyor. Barlas Özarıkça GÖKÇE GÜNDÜÇ İ nsan yakın bir arkadaşına başkalarına anlatmaktan çekineceği birçok şeyden bahsedebilir; örneğin çocukluk travmalarını, saklı korkularını, gizli arzularını paylaşabilir onunla. Arkadaşı da büyük olasılıkla bunları merak ve ilgiyle dinleyecektir. Fakat ne yazık ki Freud’dan bu yana geçmiş travmalara, korku ve arzulara işaret ettiği bilindiği hâlde, rüyalar insanın çevresinden aynı ilgiyi görmez. “Dün gece rüyamda ne gördüm biliyor musun” diyen birini en candan dostu bile büyük olasılıkla kibarlığından, sıkıntısını belli etmeme gayretiyle dinleyecektir; nadiren ise merak ve ilgiyle... Rüyaların psikoloji dışında itibar gördüğü başka bir alan yok mudur peki? Vardır diyebiliriz: Edebiyat. Travmalarından, korku ve arzularından bahseden bir insan sizinle bilincin çizdiği sınırlar içerisinde, nedensonuç ilişkileri kurup kendi çözümlemelerini de ekleyerek konuşur, bu insanın anlattıklarını takip etmek de onunla empati kurmak da bu nedenle görece daha kolaydır. Fakat rüyalar söz konusu olduğunda makul bir nedensonuç ilişkisinden bahsetmek güçtür, rüyadaki bağlamından koparılmış duygular kimi zaman o rüyayı gören kişi için bile gizemlidir çünkü rüyaları anlamlandırmak bilmece çözmeye benzer. Tam da bu nedenle, edebiyatın rüyalara ilişkin merakına şaşırmamak gerekir. Kurgu rüyalardan beslenir ve iki yönlü bir ilişki söz konusu olduğundan, edebiyat da rüyaları tetikleyebilir. Barlas Özarıkça’nın Rüya Galerisi adlı yeni romanı tüm bunları gözlemleyebileceğimiz bir kitap. GÜNAH ÇIKARMA SEANSLARI Rüya Galerisi, Nanu Şirketler Grubu’nun sahibi Numan Nakzen’e odaklanan bir roman. Numan babasını çocuk yaşta kaybediyor, annesi ise yeni kocasının yörüngesine girince, genç yaşta yalnız kalıyor ve henüz yirmi yaşındayken bir kalkan gibi üzerinde taşıdığı duygusuz serserilik, Nanu’yu şahsi bir imparatorluğa çevirecek acımasız ve yıkıcı bir güç arzusuna dönüşüyor. Ekonominin, siyasetin, insan ilişkilerinin ve benliğin karanlık yönlerinden beslenen, aynı anda da tüm bunları besleyen Nanu, hem kurucusu Numan Nakzen’in hem de bu şirketler grubu için çalışan hemen herkesin aydınlık yönlerini yutarak bütün çıkış yollarını kapatıyor ve dokunduğu herkesin üzerine kapanan bir dünyaya dönüşüyor. Biz bu dünyaya Numan’ın bilinç ve bilinç dışında seyreden ütopik bir gemiye (rüya âlemine mi demeliydik?) konuk olarak yaşlılığın bir sonucu gibi görebileceğimiz günah çıkarma seanslarında, Numan kendisiyle yüzleşirken şahit oluyoruz. “Hayatım sustu. Uykum konuşuyor” derken o, gemi açık bir deniz gibi önümüze serilen zihninde ilerliyor: “Korkuyordum. Daha güçlü olmaktan korkuyordum. Çok korktuğum için de çok cesurdum. Kurduğum her yeni şirketi yeni bir beden gibi yaratıyordum. Şahsi çılgınlıklarımın ürünüydü hepsi. Yeni bedenler tasarlıyordum. Var olan dünya ve insanları reddedip kafamdaki âlemi bir oyuncak top gibi sallıyordum yabancı yörüngelere. Kamarot sus! Her şeyimi teşhir edeceğim. Kendimi başkalarında ya da başkalarını kendimde nasıl mahvettiğimi anlatacağım. Açık bir denizde kayboluşumuz hepimizi rahatlatacak. Herkes uykusundan memnun mışıl mışıl kendi rüyasını seyredecek.” İlerleyen sayfalarda ise Özarıkça, bu şirketler grubunun medya ayağını oluşturan Zürriyet gazetesine (tanıdık geldi mi?) yakından bakıyor; siyaset, ekonomi, spor ya da sosyete arasında ayrım yapmaksızın, toplumun her kesimine el atan “Zürriyet” gibi yaygın bir medya organı, yazarın önüne birçok anlatım fırsatı serdiği için büyük olasılıkla... Medyanın tüm sektörlerle ilişki hâlinde bulunurken hepsinden başka türlü bir kokuşma miras aldığını, böylece hepsinden daha beter bir çürüme içine girdiğini söyleyebiliriz çünkü. BİR İNTİHAR BİÇİMİ OLARAK KURUMSALLIK Özarıkça’nın diğer romanları Ters Adam ve Kaçkınlar Kahvehanesi’nde, toplumsal düzenin dayatmalarına öfkelenen karakterler okumuştuk, Gülnuş ise yaratıcısı Kurum’un içinde patlayan bir canlı bombaya dönüşüyordu. Rüya Galerisi’nde ise toplumsal düzene mükemmel biçimde uyum sağlayan karakterler var. Özarıkça bu defa, münzevi bir hayatı göze almadığı müddetçe insanı özgür bırakmayan bu düzeni parlak boyalarından arındırıp en çirkin yüzüyle çıplak bırakıyor; belki de bu insanların ona hissettirdiği tiksintiden yazarak kurtuluyor. Tüm bunların neticesinde hem bu tiksintiyi hem de önceki romanlarının taşıdığı öfkeyi, o güne dek bize yabancılarsa bile nihayet kendi içimizde de buluyoruz (ya da bulabiliriz) ve özgürlüğün, piramidin en tepesindekiler için de tıpkı en altındakiler için olduğu gibi ancak tek başınalık göze alındığında mümkün olduğunu hatırlıyoruz: “Uzun iş gezilerim, uzatmak istediğim yaşantılarımdı. Yetmiş yaşımda keşke kendimi korumasaydım diyebilir miydim? Sonunda en sağlam mekanizma bile bozuluyor. Ve Numan, elli yıl sonra, Nil’in boynunu, gözlerini, sesini, baldırlarını, içine girdiği sıcaklığı özlüyor. Sahi, insanlığı niçin kendimde öldürdüm? Gülüyorsun. Ölüler de güler miydi? Beni tanıyamadığını söylüyorsun. Fırsat vermediler. Kimse kimseyi tanıyamadı. Otomobilin gaz pedalına basarken öldürmekten çok, intiharı düşünmüyor muydum? Nanu intiharımsa, gizli yaşantılarım, o gizli anlar, hayatım değil miydi? Haklısın, gerçeği belki tersine çeviriyorum. Hoşlandığın o kaba Numan gecenin karanlığında yumuşuyor.” Fakat tepedekiler için her şeyi bırakıp gitmek alttakilere nazaran daha mı zordur? “Vazgeçmeyi, kaybolmayı, kendisine ait hayat kurmayı, akşam uçağıyla hemen Paris’e kaçmayı düşündü. Uyuşturucu almış gibiydi. Alıştığı hayatı terk etmek, oynadığı rollerin üstesinden gelmekten zordu. Yazık dedi, tamamen kendime ait bir hayatın ne olduğunu bilmiyorum.” Öte yandan, bu eleştiriyi yazarın mı, yoksa yayınevinin hanesine yazmak mı gerekir bilemiyorum fakat düzenle böylesine derdi olan bir kitabın, arka kapakta Özarıkça’nın Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay ile arkadaşlığını vurgulayarak yaygın bir pazarlama stratejisine gönül indirmesi bana çelişki gibi görünüyor. Belki de ben biraz fazla hassas bir okurumdur... Rüya Galerisi, klasik kurgudan hoşlanan okurlara göre bir kitap değil. Rüyaları takip etmek de, bilinç akışıyla oradan buraya savrulmak da farklı olana meraklı, gerçekliğin rüyalar ve diğer zihin oyunları tarafından mühürlenişindeki estetiğe hayranlık duymaya yatkın bir okur talep ediyor. Özarıkça’nın üslubu böyle okurlar tarafından alkışlanmayı ise kesinlikle hak ediyor: “Sonra rüya galerisine getiriliyoruz. Bizzat rüyalaşıyorum. Açık gözle kendimi görüyorum. Sözcüksüzleşiyorum. Ağzım kekelerken sisleşiyorum. Birileri ‘Hayatını ve hayalini cümleleştir’ diye sesleniyor. Birileri, yaşayabilmek için iyi ve kötü eylemlerde bulunduğun gibi düşünmelisin diye diretiyor.” n Rüya Galerisi / Barlas Özarıkça / Encore Yayınları / 224 s. 4 25 Ocak 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle