03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Anlatıda karakter yansıtımı... [email protected] www.sadikaslankara.com Herhangi öyküde, romanda karşımıza çıkan anlatı karakteri, okuma sürecinde bizlerin de yaşamına katılıyor bir biçimde. İşte yazarla okur arasında kurulan doğrudan bağda çok etkin bir öğe de anlatı karakterleri. Çünkü her ikisini de bağlıyor bu durum. O kumalarımızda bizi zenginleştiren kimi yapıtlar konu, imge, yaklaşım, biçem, kimileri de öncülük, deneysellik vb. başlıklar altında, bu arada özellikle karakterleriyle dikkat çekici yükseklik sergileyebilir. Ne var ki okur, onca içlidışlılığına karşın kendi dünyasında karşılık oluşturan böylesi etkilenmenin ne türde açılımlara yol açtığını, açacağını kestiremeyebilir yine de. Yusuf Atılgan’ın Can tarafından yeni basımları yapılan iki romanını bir kez daha gözden geçirirken karakterin yazarla okur tarafından öne çıkarılacak yansıtımları üzerine düşünmeden edemedim.Atılgan, anlatı karakterini kendi yalıtılmışlık duygusu içinde alıp hep öyle yerleştiriyor roman evrenine. Gelin şimdi bu büyük yazarımızın iki yapıtında karşımıza çıkan karakterler aracılığıyla konuyu kıyısından köşesinden deşmeye girişelim birlikte. “AYLAK ADAM”DAN “ANAYURT OTELİ”NE YUSUF ATILGAN… 1973’teki ilk yayımlanışında Anayurt Oteli’nin, hak ettiği ilgiyi bulduğunu söylemek abartılı olur. Atılgan’ın bu yapıtına karşı asıl ilginin, romanın Ömer Kavur tarafından filme çekilmesi (1987), Macit Koper’in Zebercet’teki unutulmaz yorumu sonrasında yaşandığı öne sürülebilir. Herhangi roman karakteri, yazarın yansıtımıyla geliyor kuşkusuz okur önüne ama alımlama sürecinde bu yansıtıma okurunki de katılıyor bir çabuk, derken kavramsallık temeli aynı kalsa da birbirinden farklı, daha başka yansıtımlar ekleniyor kendiliğinden. Sonuçta okur, zihnindeki yansıtımı öne çıkarıyor doğal olarak. Yusuf Atılgan, gerek Anayurt Oteli’nde gerek bu yapıtından on beş yıl önce yayımladığı Aylak Adam’da aslında trajik yalnızlığı, yaşamdan kaynaklı mustaripliği yansıtıyor denebilir. Gerçi yer yer bir kara anlatı karışmıyor değil romanlara ancak Yusuf Atılgan ilkinde entelektüel tabanlı bir trajik yalnızlık öne çıkarken ikincisinde ise küçük insanın şizofrenik yarılmasını izleyerek tanıklık yapıyoruz buna. O hâlde birbirinin değişkesi gözüyle de bakılabilir demek ki bu iki yapıta. Çünkü ÖYKÜDENLİK... Yasemin Yazıcı; “Sözçalan Karanlık”… Y asemin Yazıcı da Yusuf Atılgan gibi anlatı kişilerini, kendi yalıtılmışlık duyguları içinde, kötümser olmayan kapalılıkla örgüleyerek yerleştiriyor denebilir öykülerine. Yazarın, bireyleşmiş insanla henüz sürü içi davranış, tutum sergileyen insan arasındaki çatışmaya yoğunlaştığı eklenebilir bunun üzerine. Bunu, yer yer daha önceki anlatılarında kurduğunu bildiğim fantastik evrenlere dayalı soyutlayım, dönüştürüm eşliğinde getiriyor o. Çoklu bakışla, sıradanlıktan çekip çıkardığı, asıl görünmesi gereken konumuyla Yasemin Yazıcı bize gösterdiği kimi sürprizli finallerle sarsıp silkeliyor. Bu çerçevede “kendisini kendisinde unutma”yı yeğleyen kimi öykü kişilerinin, bunlarda sıradanlıktaki sıra dışılığı vurgulayan anlatımla, sinemasal geçişlerle üstelik dilin hakkını veren tutumla işlendiği gözden uzak tutulmamalı Yasemin’in. Özenli dil işçiliği üzerinde ayrıca durmak gerekiyor zaten. Hem de yepyeni söyleyişler ya da dilsel arayışlar eşliğinde. Örnekse “belediye ağacı”, “ürperdi içi sıra”, “unutulmuş yüzüş”, “takı benzeri makyaj” vb. diyor yazar. Tabii kadınlar var bu arada, unutulabilir mi? Ne diyor yazar: “Bir kez kadın olarak varlığını sorgulayınca, ana yoldan çıkıp orman patikalarında yürüyorsun” (34). Yasemin Yazıcı’dan okuduğum üçüncü kitap bu. Usla olduğu denli yürekle de okunabilen metinler Yasemin’in anlatıları. Öylesine inceliklerle örülü öyküler ki bir neden de yokken ortada genziniz tıkanabiliyor okurken. n www.sadikaslankara.com, her perşembe güncellenen akışıyla gerek öyküde gerekse belgeselde, farklı alanlar açmak için çaba harcıyor. Atılgan için temel sorunsal, “trajik varoluş çağı” olarak yaşanan ağır atmosfer bir bakıma. Entelektüel ya da halktan biri de olsa dünyamızı saran, bu nedenle yazarın, kavramsal bağlamda kendisine nirengi aldığı dayanaktır yalnızlık olgusu. Buna kendi geçmişi de dâhildir bu arada. Nitekim Aylak Adam’ın, kendi geçmişinden de kaçmaya çalışan karakteri, aylaklığı sırasında çevresinde olup bitenleri, bir kıyısından tanıklığına soyunduğu insanları izleyip notlamaktan vazgeçmez. Böyle olunca bir oyun yazarı havasında başkalarını konuşturup onları kendi yarattığı karakterlere dönüştürmeye girişebilir pekâlâ. Kaldı ki o, hikâyeler de yazan bir yalnız aylaktır. Zengin sayılmaz ama “para verip rahatlar” hep. ROMANCILIĞIMIZDA YUSUF ATILGAN’IN YERİ… Yusuf Atılgan, kendisine temel sorunsal bağlamında aldığı “trajik varoluş”u, kavramsallık temelinde yapılandırmasıyla, bütün bunların göstericisi olarak karakteriyle yarattığı heyecan verici atmosferden ötürü önem kazanmıyor salt. Söz konusu romanlar, bu yanlarıyla ciddi değere sahip elbette. Ancak veri, tek başına yeterli değil toplu bir karşılama için. Bu nedenle yuvarlamayla ilki altmış, ikincisi kırk beş yıldır değerini koruyan bu iki romanın biçemsel yanına bakmak, bu tür bir geçiş yapmak zorunlu. Bu amaçla satır başlarıyla olsun, yazarın bizi nasıl zengin sürprizlerle buluşturduğunu gözlemlemek gerekiyor. İlk elde söylenmesi gereken, her iki yapıtın da çoklu anlatımla kurulmuş anlatılar olduğu. Anlatıcı çokluğu değil bu, tam tersine anlatıcı öznenin, biçemce çoğullaştırılması kabaca, o kadar. Böyle olunca özne, nesne, ilişki vb. tümü de örgülü geçişlerle yeniden kuruluyor. Karakterlerin zamanla, uzamla aralarında çatışma, hatta didişme olduğu görülüyor. Bu, onların kendisiyle öteki kişiler arasında en kırılgan alan, geçenek. Bu doğrultuda Yusuf Atılgan romanlarında temel kişiler karakter olarak yeniden biçimlendirilip romancılığımıza tipolojik özgün bir cevher getirirken roman evrenine yayılmış tipler de gide gide birer karaktere dönüşüyor âdeta. Bir başka yan da söz konusu karakterlerin kadınlarla ilişkisinde görülüyor. Bu, aynı zamanda, “trajik varoluş”u biçimlendiren temel anlatı öğesi olarak roman evrenlerini de belirliyor neredeyse. Çoklu anlatım, ister istemez odak kaydırmalar getiriyor, yanı sıra belirsizlikler, birbirine geçişler birbirinden sıyrılışlar. Böylece farklı zemine dayalı kurmaca, farklı biçimlerle anlatıcılar takıyor peşine. Aylak Adam’ın da Anayurt Oteli’nin de ana karakteri, bu aylaklık sırasında çevresinde olup bitenleri, yaşamına tanıklık yaptığı insanları uğraş hâline getiriyor kendisine. Yazar, bu tutumuyla, dolayımlı anlatıcı için dış dünyayı yeniden kurma olanağı yakalıyor. Geniş anlamda aylaklığı da tetiklemiş oluyor. Buna ayrıcalık kazandırıyor bir bakıma. Aylak Adam’la Anayurt Oteli’nin birbirini üretmiş görünen karakterleri, roman evrenlerinden yansıyan, birbirine ayna tutan yanıyla dikkati çekerken Yusuf Atılgan, öteki getiriler yanında yazınımıza kazandırdığı bu karakterler aracılığıyla da değerini hep koruyacak kuşkusuz. n 22 30 Kasım 2017 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle