03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ELIZABETH GASKELL’DEN “CRANFORD” Bir feminist ütopya “Cranford”, 19. yüzyıl İngiliz edebiyatının önemli yazarı Elizabeth Gaskell’ın, İngiliz taşrasına kadınlar arasındaki dostluklar üzerinden bakan romanı. BÜşra bakan “H er şeyden önce, Cranford, Amazonların elindedir,” diye başlıyor Gaskell romanına. Daha ilk cümleden, bize nasıl bir yerle karşılaşacağımızın ipucunu veriyor. Cranford’ın tamamını bir mekâna ruh katma çabasının eseri olarak görebiliriz aslında; zira Gaskell, çocukluğunu geçirdiği Knutsford’dan esinlenerek kurgulamış romanını. Ona bir ruh katmış; içinde sıkı dostlukların, karışık aile ilişkilerinin, kart oyunlarının eksik olmadığı çay partilerinin ve kimi neşeli kimi buruk aşk hikâyelerinin olduğu bir ruh... Anlatıcımız Mary Smith’in ağzından yazılan kitap, aslında alışık olduğumuz doğrusal olay örgüsüyle ilerleyen bir roman değil de sanki anlatıcının anılarının kısa öyküler formunu aldığı bir metin gibi. Mary’nin Cranford’da yaptığı ziyaretler sonucunda aktardığı olaylar parçalar halinde, yavaşça bir mekân imajı oluşturuyor okurun zihninde: Daha ilk sayfadan açıkça söylendiği gibi burası kadın egemenliğinde bir kasaba olsa da Cranford tamamıyla erkekten yoksundur ya da kasabanın sakinleri erkek düşmanlığı besler demek değildir bu. Bana kalırsa romanı bir ütopya yapan da bu zaten; burası Viktorya döneminde, genellikle dul ya da hiç evlenmemiş kadınların yaşadığı, toplum normlarını ve gelenekleri kendilerinin düzenlediği, istedikleri zaman da erkekleri yaşamlarına dâhil ettikleri bir yerdir. Romanda Mary dışında başlıca tanıdığımız karakterler Jenkyns kardeşler. Bir zamanlar kendi de Cranford’da yaşamış olan Mary, sıklıkla Miss Deborah Jenkyns ve Miss Matty Jenkyns’i ziyaret eder ve bu dostluk sayesinde günlerini Cranford’da geçirir. Kitap boyunca bizimle olan Mary hakkında çok fazla şey bilmiyoruz fakat anlatılan olaylar zarfında onun Cranford’da bir ziyaretçi olması önemli bir detay çünkü bu Mary’i aslında “dışarıdan biri” yapıyor: Gelenekçi Cranford’ın karşısında, gelişmekte ve modernleşmekte olan Drumble’dan gelen bir ziyaretçi... Mary’nin roman boyunca kimi zaman Jenkynsler’in kimi zaman Cranford’ın diğer sakinlerinin yaptıklarına anlam verememesi, onlarla fikir ayrılığına düşmesi de bundan kaynaklanır. Belki de Gaskell’in Cranford ile yapmak istediği budur; sıradan hayatlar üzerinden dönemin ve toplumun incelemesini ve eleştirisini yapmak; belki kimsenin farkında olmayacağı yaşamları bulunan kadınlar üzerinden yazarak farklıyı denemek ve bunu yaparken hem belirli bir dönemde sabit kalmak hem de zamanının ötesinde olmaya çabalamak. Bir kitabı klasikleştiren de bunlar değil midir zaten? DUYGUSALLIK VE MİZAH Roman bittikten sonra, Cranford kadınlarının başından nelerin gelip geçtiği değil de onları nasıl atlattıklarıdır benim aklımda kalanların çoğu. Roman boyunca, elinizde olmadan, “Ne olursa olsun Cranford kadınları kendi yöntemleri ile yaşadıkları zorlukları atlatıp, büyük bir ciddiyetle kendi küçük, rutin işlerine ve en önemlisi preference oyunlarına geri döneceklerdir,” hissine kapılıyorsunuz. Bunu sağlayan da yine Cranford kadınları... Ölümden hırsızlığa, hastalıktan iflasa kadar, bütün dertleri tam bir kadın dayanışması içinde hatta bu olumsuzlukları kendileri için birer eğlence haline getirerek başlarından savıyorlar. Onları bir sevmemize bir sevmememize, bir kızmamıza bir takdir etmemize sebep olan da yine bu yüzden kendileri. Biz sadece Cranfordlı olmadığımız için anlayamıyoruz belki de! Ama kesin olan bir şey var ki Gaskell’in duygusallığı ve mizahı, aynı olaylarda bu kadar iç içe işlemesi, Cranford’ı sarsılamaz derecede güçlü kılıyor ve bir okur olarak, siz bunu daha romanı bitirmeden anlıyorsunuz. n Cranford / Elizabeth Gaskell / Çeviren: Fatih Özgüven / İletişim Yayınları / 274 s. NALAN KİRAZ’DAN “GÜNİNDİ” Kendinden kaçan kadın Öyküleriyle tanınan Nalan Kiraz’ın yeni yayımlanan kitabı “Günindi”, yazarın romana doğru sürdürdüğü temkinli geçişin son ve en büyük adımı. ece karaağaç H ayat en büyük hapishanedir. Özel hayatsa yerine göre hücre hapsine dahi dönüşebilir. İçine hapsolduğunuz rutinler dört bir yanınızda, içe doğru ilerleyen duvarlar gibidir kimi zaman. Güçlü öyküleri ve yalın diliyle tanıdığımız Nalan Kiraz’ın son romanı Günindi de bu türden, hayatının içine sıkışmış bir kadının hikâyesi. Nalan Kiraz’ın ilk olarak Şeyler Denizi adlı öykü kitabıyla tanıdık. Yalın anlatımı ve şatafattan uzak diliyle bir ilk kitabın elde edebileceği en büyük başarıyı elde etmiş ve kendi kemik okurunu yaratmıştı Şeyler Denizi (Kitabı henüz okumamış olup meraka kapılanlar için belirtelim; Şeyler Denizi çok yakında, bu kez Alakarga etiketiyle tekrar raflarda olacak). Nalan Kiraz’ın kariyeri yine bir öykü kitabıyla, Titreyen Sesi Rüzgârın ile devam etmişti. Titreyen Sesi Rüzgârın’ı, Gölgeli Konak takip etti ve hacmi gittikçe artan öyküler Nalan Kiraz’ın günden güne romana göz kırpmaya başladığını bize haber verdi. Bu doğrultuda yazarın bir novella olan son kitabı Günindi için Nalan Kiraz’ın romana doğru sürdürdüğü temkinli geçişin son ve en büyük adımı desek yalan olmaz doğrusu. Özellikle hikâyenin baş kahramanı Ezra’nın bir roman okurunu tatmin edecek derinliğe sahip olduğunu söylemek mümkün. Yazar her ne kadar bize Ezra hakkında pek fazla bilgi vermese de Ezra’nın içinde bulunduğu durum, özellikle büyük şehirlerde küçük hayatlar yaşayan orta sınıf için hiç yabancı değil. Tam da bu nedenle Ezra aslında hepimizin tanıdığı biri. İşe gidip gelirken aynı servisi kullandığımız, aynı asansöre bindiğimiz belki de sessizliğini yeterince ciddiye almadığımız biri... GARİP BİR KOALİSYON... Belki de sizsinizdir o fakat bir türlü itiraf edemezsiniz. O halde gelin itiraf edelim, hangimizin içinden pılımızı pırtımızı toplayıp dönmeyeceğimizi umduğumuz bir yere gitmek geçmemiştir? Nalan Kiraz, içimizdeki bu karanlık noktayı öyle içeriden bir bakışla anlatıyor ki kapılmamak elde değil. Sanki bu hepimizin birbirimizden habersiz şekilde sakladığımız bir sırmış da Nalan Kiraz birden ayağa kalkıp derdini bağıra çağıra anlatmaya başlamış gibi. Ezra da içinden duyulan bu çığlığa kulak veriyor ve birkaç parça eşyasını da alıp bitmek bilmeyen bir tatile başlamak üzere arkadaşı Arif’in yaşadığı sahil kasabası Günindi’ye doğru yola düşüyor. Burada Arif ve Ezra’ya yönelen garip merakıyla Deniz karşılıyor onu. Sonrası garip bir koalisyon, âdeta düşerken birbirine tutunmaya çalışan insanların hikâyesi. Rüya ile gerçek arasında salınan tekinsiz bir novella Günindi. Gerçek olamayacak derecede sıradan, inanmayı güçleştirecek derecede sıra dışı, ki zaten sonrasında da her şey bir rüyanın atmosferine uygun olarak ilerliyor; başa gelen şeyler ürkütücü derecede tuhaflaştıkça aynı ölçüde sorgulama da azalıyor, bu durumlar aynı ölçüde normal karşılanıyor. Rüyaların hareketliliği ve hayatın durağanlığı da metnin içine sızan bir kontrast yaratıyor. Bu durum yazarın kurgusu içinde Ezra’nın garip bir sembolizmle yüklü rüyalarına yer vermesinin sezgiyle girilen bir yol değil, akılla verilen bir karar olduğunu düşündürüyor. Yazarın, Ezra’yı bize doğrudan tanıtmak konusunda daha tekinsiz davranırken Ezra’nın bilincinin arkasını ortaya koyan rüyalarını cömertçe sunması, okura görünenin ardındakine bakma imkânı sunuyor bir nevi. Yine de hikâyenin biraz daha genişleyebileceğini, genleşebileceğini, çoğalabileceğini düşünmemek imkânsız. Günindi sanki bir görünüp sonra bir anda kaybolan bir karabatak gibi. n Günindi / Nalan Kiraz / Alakarga Yayınları / 112 s. 8 8 Eylül 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle