Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Hoşuma gidiyor bu alışılmış telaş’ Yirminci yüzyıl Rus şiirinin Anna Ahmatova ve Boris Pasternak’la birlikte üç büyük şairinden biri sayılan Mandelştam, 1891’de Varşova’da doğdu, çocukluğu ve ilk gençliği St. Petersburg’da geçti. Oradaki Tenişev Lisesi’ni bitirdikten sonra Paris’te, Heidelberg ve St. Petersburg Üniversitesi’nde okudu fakat hiçbirini bitirmedi. 1917 Devirimi’ne karşı olmayan Mandelştam ülkeyi yöneten parti bürokrasisinin zamanla güdümlü bir sanat anlayışını benimsemeyip bağımsız görüşlerinden ödün vermediği için resmi ideolojiye bağlı çevreler tarafından karşı devrimci olmakla suçlandı. 1934’te Stalin’i eleştiren ve yalnız dostları arasında okuduğu bir şiirinin ihbar edilmesi üzerine tutuklanarak sürgüne gönderildi. Önce Çerdin, daha sonra da Voronej’de geçen bu yıllarda yazdığı şiirleri, eşi Nadejda’nın ezberinde korunarak şairin 1938’de bir çalışma kampında ölümünden çok sonra yayımlanması sağlandı. Şiir kitapları Kamen (Taş) [1913], Tristia (1922), Şiirler (1928), 19301934 arası yazdığı şiirleri Moskovskiye Tedradri (Moskova Defteri) ve Voronej’de yazdığı son şiirleri de önce Sovyet Rusya dışında Voronej Defteri başlığıyla ölümünde sonra yayımlandı. Toplu şiirleri ise ölümünden ancak otuz beş yıl sonra kendi ülkesinde yayımlanabildi. OSIP MANDELŞTAM / ŞİİRLER/ ÇEVİREN: CEVAT ÇAPAN 104 Tristia Gecenin başı açık inleyişlerinde vedalaşmaların ilmini öğrendim. Öküzler geviş getirir, sen beklersin, şehrin son nöbet saatidir, beklemek, ve ben saygıyla eğiliyorum bu horozlu gece ayini önünde ağlamaktan kızarmış gözler uzaklara bakar, taşınabilir acıyı sırtlar, bir kadının ağlaması esin perisinin şarkısına karışırken. Kim bilebilir vedalaşırken ayrılıkların bize neler getireceğini, öten horozun ne vaat ettiğini, şehirde ateşler yanarken ya da yeni bir hayatın şafağında neden bir öküz tembelce geviş getirir ağılda, yeni hayatların habercisi bir horoz şehrin surlarında kanat çırparken? Hoşuma gidiyor bu alışılmış telaş, gidip gelen bu mekik uğultusu, bak, sanki bir kuğu inişi gibi koşarak seninle buluşmaya geliyor yalınayak Delia. Ah, o ince, ince temelleri varoluşun, Sevincin dilinin yetersiz kalışı! Her şey önceden söylenmiş, her şey yeniden yaşanacak, ve hoş olan ne varsa bunu tanıma anıdır bu. Öyle olsun: minik saydam bir figür bir sincap derisi gibi serili duruyor temiz toprak bir tabakta, ve bir kız eğilmiş bakıyor balmumuna. Grek Erebos falına bakmak: bizim işimiz değil. Bir erkek için tunç neyse, balmumu da kadınlar için odur. Savaşlar belirler bizim yazgımızı, yalnız savaşlar, ama isterlerse, ölürler, fallarına baktırırken. 122 Herkes gibi ben de hizmet etmek istiyorum sana, kıskançlıktan kurumuş dudaklarımla falına bakmak. Sözcükler bu kavruk derinin susuzluğunu gidermiyor ve bu ağır hava boş sen olmayınca. Kıskanç değilim artık. ama seni istiyorum, bir kurban gibi sunuyorum kendimi cellada. Mutluluk demeyeceğim sana, aşk demeyeceğim: kanımı kurutup damarlarımı vahşi bir adamın kanıyla doldurdular. Bir an, yalnız bir an tanı bana, sana söyleyeyim sende bulduğum şeyin sevinç değil, işkence olduğunu. Ve bir katili nasıl çekerse cinayeti, beni çeken de senin şaşkın, yaralı yumuşak kiraz dudakların. Hemen dön bana: senin yokluğunda, korkarım, seni hiç böyle ölesiye özlemedim ve görmek istediğim her şeyi düşlemeden görüyorum. Kıskanç değilim artık, ama çağırıyorum seni. 131 Aklımda değil bu şarkının tam ne zaman başladığıhorozlar da katılıyor mu bu şarkıya, sivrisinek prensler de el çırpıyorlar mı? Yeniden, bir kez daha söyleşmek isterdim herhangi bir konuda, bir kibrit çakmak, bir omuz atarak geceyi itmek ve uyandırmak. Havayı biraz yana yatırmak, tıkız bir saman balyası gibi, kasketi yana devirmek, iple iyice bağlanmış bir çuvalı sarsmak O pembe renkli kanla, o birbirine bağlanmış ve çalınmış kuru otların dayanışması yüz yıl sonra bir samanlık, bir düş olarak bulunabilsin diye. 141 Kimsenin çağdaşı olmadım ben, hayır, öylesi bir onur bana göre değil. Ah nasıl da nefret ediyorum adımı taşıyan ben olmayan, bir başkası olan bu insandan. Tanrı ve efendi, zamanın iki uykulu elması var, bir de kildin güzel bir ağzı, ama yaşlanan oğlu titrerken vedalaşmak için elini öpecek ve sıkıp ölecek, Acıyan göz kapaklarımı kaldırırdım, zaman ve ben, iki uykulu elma. ve gürül gürül akan nehirler anlatırdı bana insanların hakları için dava açıp kazandıklarını. Yüzyıl önce külüstür katlanır bir yatak varmış, yastıkları beyaz ve garip, kilden bir gövde uzanır yatarmış üstündeyüzyılın sonunun ilk sarhoşluğuyla. Bütün o gıcırdayan dünya çizmeleriyle nasıl da hafif bir yatak. Olsun, ne fark eder: yeni bir çağ yaratamıyorsak, yüz yıl burada geçirelim. Ve sıcak bir odada, bir çöl göçebesinin çadırında, serilmiş can çekişiyor bir yüzyılama ardından iki uykulu elma tüy gibi uçuşan alevlerin üstünde şehvetle parlıyor. 159 Laterna Laternasızlanan şarkılar, çirkin bir hayalet gibi güzün gök kubbesini karartan ve kulak tırmalayan aryalar. Durgun suların kokuşmuşluğunu dalgalandırmak için baygın müziğinin coşkusunu kof duygularla gizle. Nasıl da sıradan bir gün! Esinlenmek olanaksızbeynimde bir iğneyle, hayalet gibi dolaşıyorum. Bileycinin kıvılcımlarını kurtarıcı sayardımbir serseriyim bendevinim benim tutkum. 191 Nasıl da kokuyor kavaklar! Sarhoşuz, dünyanın sonu gelmek üzereAma biz bela çıkaranlar bela arıyoruz Kremlin’in karanlık alanında. Balmumu suratlı katedraller uyuyor. dilediği gibi çalıp çırpma alışkanlığı olan Korkunç İvan bile sessiz, bir darağacı gibi hareketsiz ve vahşi 271 Soğuk bir bahar. Kırım aç, tıpkı Vrangel dönemindeki gibi suçlu. Paçavralar yamalı, çoban köpekleri avluda ve her zamanki gibi ısırıcı bir duman. Sis altındaki manzara her zamanki gibi güzel Ağaçlar çiçek açmak üzere, yeni gelmiş yabancılar gibi, mahzun badem ağaçları dünün şaşkınlığı içinde. Kendi yüzünü tanıyamıyor doğa Kuban’dan, Ukrayna’dan korkunç hayaletler, keçe dolaklı aç köylüler ambarların kapılarını koruyorlar kilitlere dokunmadan. 351 Ah, bu soluk kesen uçsuz bucaksız açıklıklaryeterinden fazlası bıktırdı, bıktırdı beni. Bağla gözlerimi, iki gözüm de görmesin ufuk solumaya başlayınca apaçık gözlerle. Kama nehrinin girintili kıyılarındaki kum tabakaları daha uygundu bana, tutunurdum onun utangaç yenine, dalgacıklarına, kıyılarına, çukurlarına. Öğrenirdim onunla çalışmayıyüz yıl ya da bir an için kıskanarak kıyılarında açılan ivintileri dinlerdim akıntıya kapılan ağaç kabuklarının sularda yarattıkları anaforları. n 16 8 Eylül 2016 KItap