25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Her roman bir karakter bahçesi... Romanlar, karakterleri aracılığıyla bizi farklı kişilerle tanıştırıp onların dünyalarında gezindirerek dağarımızı genişletirken yanı sıra insanı, kendi gerçeklikleri yönünde kabullenmenin önünü açıyor. Böylece bir yandan çok farklı kişiler tanıyıp zenginleşiyoruz beri yandan ötekileştirmek, tek tipleştirmek gibi bir hastalıktan kendimizi kurtarıp çağdaş bireylere evriliyoruz… D eğerli yazıncı Necmiye Alpay da tutuklanınca, gözlerim kitaplığımdaki farklı şairyazarların yer aldığı sözlüklere kaydı kendiliğinden. Dışarıdakilerin başına bir hal gelmesin diye derin dondurucuya mı saklamalıydı bunları? Bir korku fantezisi sayılabilir bu yaklaşım, ne var ki işi gereği farklı dünyalar, farklı kişilikler yaratmak zorundaki herhangi yazarı tek tipleştirilmiş bir yazara indirgemeye girişmenin bizi götüreceği yerle ilgili bir distopya da, aynı zamanda… Bırakalım yazarları da, kendimize dönelim; bize benzemeyen başkalarını, öteki insanları nasıl karşılıyoruz, hangi gözle bakıyoruz onlara? Çoğulcu birçokluğun getirebileceği kazanımı bir tarafa itip bize uymayan, bizim gibi yaşamayan, davranmayan insanlara sırt mı dönüyoruz çoğunlukçu anlayışa kapılarak? Peki, farklılıkları kabullenmemek, kendimize benzemezliklerinden ötürü içimize sindirememek nasıl bir duygu? Bu durumda, ayrıksı, sıra dışı insanların yaşaması, kişiliklerini geliştirme hakları konusunda ne düşünüyoruz? Oysa şu günlerde yeni bir bayram daha yaşıyoruz, bayram nedeniyle kim bilir kimlerle bayramlaşıyoruz, daha önce hiç görmediğimiz, tanımadığımız insanlar da oluyor kuşkusuz bayramlaştıklarımız arasında. Romanlar, ayırdında olalım olmayalım bu tür fırsatlar sunuyor okur için… Hatta kimi yaşamöyküsel romanlar, haklarında kulaktan dolma duyduklarımızla, derme çatma veya üstünkörü ya da ansiklopedik bilgiyle tanıdığımızı düşündüğümüz insanları da roman karakteri olarak getirebiliyor önümüze… İşte bu tür romanlardan bir deste var masamda, bayram aralığında paylaşmayı istediğim… BÜYÜK İNSAN MAHŞERİ Biyografi alanındaki yetkinliğini tüm dünyanın bildiği Stefan Zweig, Mary Stuart (Çev.: Kasım EğitYadigar Eğit, Can, 2016) adlı yaşamöyküsel anlatısıyla bir kez daha hayranlık uyandırıyor. Zweig, bu tür yapıtlara yönelik çalışma yöntemi üzerinde de duruyor ayrıca. Tuna Serim, toplumun çok geniş kesimince tanınan, insanımızın hep üzülerek andığı trajik bir kişilik olarak Cem Sultan’a özgülediği, alt başlığı “Cenneti Tanrı Yarattı Cehennemi İnsanlar” olan bir romanla geliyor okur önüne: Cem Sultan / (Kırmızı Kedi, 2016)… Robert Harris’ın kaleme aldığı, “Mulhouse’lu bir Yahudi olan”, casusluk yaptığı gerekçesiyle mahkemenin “ömür boyu bir hapishanede kalmaya mahkum et(tiği)” yüzbaşı Alfred Dreyfus davasının çevresinde kurgulanmış bir roman: Subay ve Casus (Çev.: İlknur Özdemir. Kırmızı Kedi, 2014). Bunlarla örtüşür nitelikte bir başka yapıt, Laurent Seksik imzasıyla geliyor: Eduard Einstein Vakası (Çev.: Sosi Dolanoğlu, Can, 2016). Roman, Albert Einstein ile ilk eşi Mileva, küçük oğul şizofren Eduard odağında bireysel, toplumsal sıkı bir artalan yoğunluğu yansıtıyor… Bunlara koşut yine bir yaşamöyküsü romanı daha. İki kadın yazar Virginia Woolf ile Vita SackvilleWest arasında yaşanan tutkulu bir ilişkinin anlatıldığı, ama artalan olarak Woolf’un yaratı sancılarına yoğunlaşılan romanın yazarı Christine Orban: Virginia ile Vita (Çev.: Birsel Uzma, Can, 2016). Sanat odağında iki kadının yaşadığı eşcinsel tutkuya eğilirken Ferzan Özpetek’in, iki erkeğin yaşadığı aşkla, bundan beslenen güçle kendine alanlar açarak gelişen bir sanatsal fışkırış üzerinde yapılandırdığı romana da bakabiliriz: Sen Benim Hayatımsın (Can, 2015). Yazarın, “9 Ocak 2013’te Paris’te üç PKK’lı kadın militanın öldürülmesiyle msaslankara@hotmail.com.tr sonuçlanan gerçek suikastın, gerçekdışı bir siyasal komplo ve cinayetler dizisine uyarlanmış hayali kurgusu” “uyarı”sı ile yayımladığı bir roman da Mine G.Kırıkkanat’tan: Hiç Kimse (Kırmızı Kedi, 2016)… Kırıkkanat’ın daha öncelerde bir “yakın gelecekte” yaşanırlık öngörüsü getirerek yayımladığı distopyaya da uğrayabiliriz kanımca: Destina (Kırmızı Kedi, 2015). Türkiye’de yazarlarla uğraşanların, bu romanı okumasında sayılamayacak yararlar var. Toplumca yaşadığımız çalkantıların birer izdüşümü olarak bakılabilir yukarıda sıraladığım yapıtların tümüne de. BİREYİ TARTIYA KOYARKEN KENDİNİ DE TARTIYA ÇIKARMAK Anlatı sanatı, olguların arka arkaya dizilmesiyle ortaya çıkan olay akışı bütünlüğü anlamına gelmiyor hiçbir zaman. Oysa pek çok kişi, böyle bir yakıştırmaya gidebilir kolayca, olası yanılsamanın kışkırtısıyla. Ne var ki olgular, yazınsal anlatı evrenine çekildiğinde, bunların yaşamdaki gerçeklik bağları, art arda sıralanışı önemini yitiriyor. Kurmaca, kendi kurallarına göre gerçekliği yeniden biçimlendiriyor çünkü. O halde yaşamsal gerçeklik, kurmacanın gerçeklik kavrayışı dikkate alınarak aktarılacaktır yazınsal yapıtta. Gerçektenlik duygusu bu yolla kurulabilir ancak. Bu vurgunun ardından, yaşamöyküsel anlatı kurmanın çok daha zor olacağı kestirilebilir pekâlâ… Bir yandan olgusal/yaşamsal gerçeklere yer açacaksınız, bir yandan da bunları kurmacanızın gerçekliği doğrultusunda biçimlendirip gerçektenlik duygusunu egemen kılacaksınız… Demek ki yazar, tam anlamıyla sırat köprüsünde ilerliyor yaşamöyküsel bir anlatı kurmaya giriştiğinde… Belgesel filmlerde gözlendiğince, olgu değiştirilemez kuşkusuz, ancak olgusal gerçekliklerin yansıtımı da sonuçta kurguya dayalı yapılandırılacağından gerçeklik algısının elden geçirilmesi, kurmacaya göre gerçekliğin yeniden biçimlendirilip kurulması gerekiyor demektir… Stefan Zweig, Mary Stuart’a eklediği “Giriş”in daha ilk tümcesinde şöyle diyor: “Açık ve belirgin olan, kendini kendini anlatır; gizemin etkisi ise yaratıcıdır. Belirsizlik perdesinin gölgelediği tarihsel kişiler ve olaylar bu nedenledir ki hep yeniden yorumlanmak ister.” Bu vargının açıklamaya gereksinimi var mı? Zweig, şöyle sürdürüyor sözlerini: “Çünkü bir belgenin orijinal elyazılı, eski ve arşivlerce tasdik edilmiş olması, bu belgenin salt bu nedenden dolayı güvenilir ve gerçeğe uygun olduğu anlamına gelmez.” “…[Y]azarın elini vicdanına koyarak hissettiği nesnel şeyler bile her zaman öznel olacaktır…” (12, 13) Bizi kuşatan nesnelerin çoğulluğuna benzer biçimde bunu algılayan, dönüştüren özne olarak biz de bu nesneler dizisi gibi birçoğuz, birçok kişiden oluşuyoruz. O halde bayramlaşırken de, her özne, bize görünenin ötesinde nasıl pek çok yanlar barındırıyorsa, “ben” denilen öznenin de sürekli değişim içinde, pek çok özelliğe sahip biri olarak alınması kaçınılmaz bu durumda. GERÇEKLİĞİN KURMACASI, KURMACANIN GERÇEKLİĞİ Kurmacada değil yalnız, yaşamöyküsel, tarihsel, belgesel veya polisiye temelde yapılandırılmış roman, anlatı her ne ise, bunlarda karşımıza çıkan anlatı kişileri, sözgelimi Mary Stuart, gerçeğinden daha gerçek görünürlükte, kendi dramıyla ortaya çıkıyorsa, bu, onların da birer roman karakteri gibi kurmaca gerçekliği dikkate alınarak yapılandırılmasından kaynaklanıyor işte. Cem Sultan, Dreyfus da böyle. Gerçektenlik duygusu bu yolla yükselerek doruk yapabiliyor kolayca. Bu amaç doğrultusunda yazarların, ele aldıkları kişileri, kendileriyle ya da kendi dışındakilerle çatışması, çelişkisi çerçevesinde yapılandırması da ayrıca dinamizm kazandırıyor elbette yapıta. Böyle olduğu için biz, kumpaslarla kuşatılmış Dreyfus’u, Nazi Almanya’sı içinde boğulmak istenen bir küme insandan Einstein ailesini, yine farklı değerlerin istilası karşısında Virginia Woolf’un direnişini derinden kavrayabiliyoruz. Bu bayramda, yukarıdaki yapıtlar içinden çıkagelen birer roman kahramanı olarak okuduğumuz tarihi kişilerle bayramlaşsaydınız ne yapardınız? At gözlüğü takarak mı yaklaşırdınız onlara? Örneğin Mary Stuart’ta, Cem Sultan’da, Subay ve Casus’ta, Eduard Einstein Vakası’nda, Virginia ile Vita’da, Sen Benim Hayatımsın’da, Hiç Kimse’de, Destina’daki anlatılarla ülkemizde olup bitenler arasında hiç mi koşutluk kurmazdınız? Yapıtların, bir bakıma bizim insanımızı, bizleri anlatıyor olduğunu görmezden mi gelirdiniz? Tüm dünya Nuh’un gemisinde… Hepimiz farklıyız; biz biraz ötekiyiz, öteki de biraz biz… Birini yoksarken kendimizi de yok sayacağımız açık… Düşmanınızla bile bayramlaşırken kimlikleriniz niye bayramlaşmasın değil mi? Mayanızdaki barışa güvenin, tutacaktır, kuşkunuz olmasın…n 14 15 Eylül 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle