Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bir yazın doruğu: Ernest Hemingway “Doruk” olarak alınan yazarlar, kendilerine kolayca ulaşılabileceği yanılsaması yaratır çokluk. Bu durum, onları albenili çekim merkezine de dönüştürür aynı zamanda. Ne var ki bu yazarlar, ulaşılıyormuş gibi görünürken bir serap gibi uzaklaşırlar da bizden. Demek ki “doruk yazar”, bulunan değil aranan, hep aranan nitelik taşır. Öyleyse bunların aşılacak eşikler barındırdığı da hiçbir zaman unutulmamalı… Bilgi, Ernest Hemingway imzalı onuncu kitabı da yayımladı bu ay: Kazanana Ödül Yok… Bilgi’nin önceki yıllarda yayımladığı dokuz kitap şöyle sıralanıyor: Yaşlı Adam ve Deniz, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Afrika’nın Yeşil Tepeleri, Kadınsız Erkekler, Akıntı Adaları, Tehlikeli Yaz, Silahlara Veda, Güneş de Doğar, Kilimanjaro’nun Karları… Türkçedeki yayın haklarını yürüten yayınevinin aktardığına göre birkaç ay içinde dört kitap daha var yayımlanacak: Ya Hep Ya Hiç, Nick Adams Hikâyeleri, Paris Bir Şenliktir, adında farklılık da olabilecek Toplu Öyküler. Delikanlılık yıllarımda, Varlık yayını olarak okuduğum Hemingway öyküleri, romanları, anıları, Bilgi’deki diziyle bütünsel yapıya kavuşurken yeniden Hemingway okumak farklı bir heyecan yaşattı diyebilirim bana. Kolayca okunduğu için elden düşmeyen, ama bu arada anlatıyı okura kurduran yanıyla derin izler de bırakan konumuyla Hemingway, dünyanın en önemli yazarlarından biri, bir “yazın doruğu” kuşkusuz… Kendisini de anlatısına katarak kurduğu Afrika’nın Yeşil Tepeleri’ndeki şu satırlar, Hemingway yazınına giriş bağlamında alınabilir kanımca: “Savaş, dünyanın en önemli konularından biriydi. Onu olduğu gibi yazmak da dünyanın en zorlu işlerinden biriydi. Savaşı görmeyen yazarlar, görenleri kıskanarak bunu önemsiz, anormal ya da hastalığa benzer bir konu olarak göstermeye çalışmıştı. Gerçekte ise yaşamadıkları bu olay, onlar için büyük bir kayıptı.” “Bir devrim, bağnaz olmadığınız zaman, yaşanacak deneylerin en iyisidir. Çünkü burada herkes, aynı dili konuşur. Bunun gibi iç savaş da bir yazar için, eksiksiz, bulunmaz bir deneydir.” (71) Ardı sıra o yargısı: “Bir bıçağın bilenişi gibi, yazarlar da haksızlıklarla bilenir.” (72) Hemingway, bu satırlarda aktardığı, herhangi yazar için şans bağlamında alınabilecek olanaklara sahip olduğu için mi önemli, değerli salt? Hayır! Onu önemli, değerli kılan, bütün bunları yapılandırırken sergilediği kendine özgü hüner, yani biçem, daha doğrusu Hemingway biçemi… YAZINSAL MEKANİK… Hemingway, ilginçtir, öyküleriyle romanlarında, kimi yazarlarda ancak yavanlık, sığlık yayan özyaşamöyküsü verilerine dayanıyor çokluk. Ancak bunların her birinde yazar, kendisini dönüştürerek anlatı karakterleri halinde yapıta yerleştirirken, iki temel sorunsalla baş başa bırakıyor denebilir kahramanını. İlkin doğanın, tarihin zoruyla baş etmek için çabalıyor kişi, sonra da bunların karmaşasıyla ortaya çıkan kıskaçtan kurtulabilmek için bir büyük uğraş veriyor. Sonuçta birey, yeryüzü bukağılısı olarak anlatı evreninde kendi tragedyasını örüntülüyor çaresizlik içinde. Zorunluluk bağı, kıskaçtan kurtulma sorunsalı, bir açıdan Hemingway anlatılarındaki yazınsal mekaniğin şifresi olarak alınabilir. Hangi yapıtına el atarsanız atın, bu yapıtların evrenlerinde, kendisinden dönüştürdüğü, hiçbir zaman kolaycılığa kaçmadan yapılandırdığı karakterlerin bu iki baskılamayla kendisini gerçekleştirmeye yöneldiği görülebilir. Ne var ki her yapıt bizi bir yandan yeni anlatı evrenlerine uçuruyor öte yandan farklı, hatta birbirine zıt karakterlerle tanıştırıyor bu yazınsal yaratı ormanında. Bu bakımdan Hemingway anlatılarından kalkılarak yapılmış çok sayıdaki filmde bile, onun hiç de kolaycılığa kaçmayan bir yazar olduğu görülebilir pekâlâ. İleride Hemingway’in öyküleriyle romanları üzerinde ayrı ayrı durmayı istiyorum, bakalım artık. Şimdilik yazarın biçemiyle, ondaki zorunluluk, kıskaç ilinekleri üzerine daha çok giriş bağlamında alınabilir yazı… DÖNÜŞTÜRÜMÜ YAZINSAL BİÇEMLE YOĞURMAK… Hemingway’in neredeyse her yapıtında bir yazarın bizi izlediğini, soluğunun ensemizde olduğunu duyumsayabiliriz kolayca. Öykü, roman evrenini kurmada, kişilerini yapılandırmada, bunları gerçeklik zemini üzerinde ayağa kaldırıp doğrultmada, yükseltmede kendine özgü bir uygulayış gözlenebiliyor her kezinde. Kaldı ki karakterlerini kendi koşulları, olanakları içinde mükemmel bir yapılandırmayla kendi yaşama ortamlarına yerleştirme hüneri gösteriyor yazar. Onun şu sözleri bu yönde veri olarak alınabilir. “[Y]azmanın yolu, senin yaşıyor olmandan, bir kalemin, kâğıdın, makinenin ve yazmak istediğin bir konun olmasından geçer” belki, ama Hemingway’in “sözünü ettiği(.) düzyazı, daha hiç kaleme alınma(mıştır)” aslında; “bir yazarın bir yandan yaşamını sürdürmesi, bir yandan da yapıtını ortaya çıkarması için çok kısa bir zaman var(dır)” çünkü. (Afrika’nın Yeşil Tepeleri, 24, 36, 37) “Keşke bir öyküyü iyi yazabilecek denli yeteneğim olsaydı” dileği anlamını yiti recektir o zaman. (Çanlar Kimin İçin Çalıyor, 147) Bunun içinse yazar adayının kitap kurdu olması zorunludur. (Örneğin bak.: Akıntı Adaları, 51) Hemingway, anlatılarında bir tümceyi kendisi kuruyorsa sonrakini okura bırakırcasına tutum izliyor. Bu durum, okuru yanı başında tutabilmekte bir kışkırtı öğesi oluyor sürekli. Konuşmadan oturan iki kişinin pek çok konuda görüş alışverişi yapmış gibi ayrılmasına benzer bir durum yaşanıyor yazarla okur arasında. Nitekim yazar, öykü, roman anlatı evrenlerine yayılan konuşma örgülerinde büyük ustalık sergiliyor. Bu diyaloglar, tıpkı tiyatro ya da sinemadaki gibi karakteri bütün ayrıntılarıyla yansıtmada, usunun gerisindeki düşünceleri sezdirmede, ötesinde kişinin artalandaki düşsel öngörülerini yansıtmada ciddi işlev üstleniyor. Hemingway, konuşma örgülerinde de doğrudan anlatıma gitmek yerine, karakterlerin iç dünyalarından yansıtımlar aktarmayı yeğliyor demek ki. Böylelikle karakter belki yavaş, ama daha da derinleşerek su yüzüne çıkıyor ağır ağır. KISKAÇTAN KURTULMAK… Afrika’da insanlar sessiz ama açıkkapalı bir savaş oyununda, avlanan ya da avlayan taraf halindedir. Savaşta, barışta olgu sürer hep; asker, avcı, kadınerkek… Bir acımasızlık, vahşet, şiddet, bunların yol açtığı barbarlık çağı yaşamı… En masum insan bile bu yaşama ortamında her an katile dönüşebilir, av da avcıya… Haklılık haksızlıkla yer değiştirebilir göz açıp kapayana dek… Bütün bu kişiler, ne tür bir nitelik taşırsa taşısın ikili ilişkiler içinde bambaşka evrenlere taşırlar konumlanışlarını. Hele kadınerkek ikili konumlanış Hemingway anlatılarında, benzermiş gibi görünse de farklı açılımlara uzanarak, buna dönük sonsuzca değişkeler getirir önümüze. Onun, kadınerkek ilişkilerinde yaşanabilecek karmaşayı, olanca yoğunluğuyla üstelik yapıyor görünmeden büyük hünerle aktardığı öylesine belirgindir. İşte buradan biz, sonuçta bir özgürlük sorunsalına doğru da yelken açarız… Çünkü yazar, gerek kadınerkek cinsine özgü yaklaşımda gerekse özgürlüktutsaklık bağlamında kıskaç sorunsalı karşısındaki konumlanmada, enikonu bir felsefeye de tutamaklı kılar anlatısını. Zorunluluk bağlarıyla yaşamaktan kalkıp kıskaçtan kurtulmaya uzanan süreçte roman evreni ne ölçüde geniş, sonsuz dağlara, savaş alanlarına, ormanlara okyanuslara, adalara, kentlere, arenalara vb. uzansın Hemingway, ilginç bir tutumla savaşları hastane odalarında, iç savaşları geçitlerde, safarileri kamp noktalarında, okyanusları sandallarda adeta oda tiyatrosu sahnesi kurarak olup biteni küçürek boyutta bu minik dünyaya indiriyor, böylelikle şişkinliği, yayılıp dağılmayı da engelliyor alabildiğine… Ama bu arada barları adeta büyük konser salonlarına, ringleri kent meydanlarına dönüştürerek bu kez enikonu büyütmeye de gidiyor. Sonuçta dağların tepesinde, denizlerin ortasında, yaban yaşamının içinde kurduğu çok farklı anlatı evrenlerinde bütün bunların hakkını tam anlamıyla veren bir “doruk yazar” konumu sergiliyor Hemingway… Geçmişte nece önemliyse bugün de değerini, önemini öylece koruyor o… Bu yüzden Hemingway okumamış olmak, büyük eksiklik halinde su yüzüne vuruyor hâlâ yaşamda… n 24 12 Mayıs 2016 KItap