Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MİNE G. KIRIKKANAT’TAN BİR ROMAN ‘Hiç Kimse’ “Hiç Kimse”, yaşanmış olaylara tuttuğu ışıkla birçok ayrıntıyı yeniden düşünmeye itiyor okurunu. ezgİ daryÜrek M ine G. Kırıkkanat’ın yeni kitabı Hiç Kimse şöyle bir uyarıyla başlıyor; “Bu romanda, ürüne hayal yerleştirme vardır.” Hiç Kimse gerçekten de bu uyarının hakkını veren bir kitap olmuş. 9 Ocak 2013’te Paris’te üç PKK’lı kadın militanın öldürülmesiyle sonuçlanan suikasta hayal gücü marifetiyle, bambaşka bir açıdan bakmanızı sağlıyor. Yalnızca hayal gücü marifeti dersek bu romana haksızlık etmiş oluruz. Olay örgüsü, romanda geçen mekânlar, kurumlar ve gerçekçi analizler okuru soru sormaya itiyor. Baştan uyaralım, bu kitapta sorularınıza yanıt bulamayacaksınız. Aksine, her sayfasında zihninizde yeni soru işaretleri beliriyor olacak. Hiç Kimse’yi okurken insanın aklına ister istemez bir çocuk kitabında geçen, “Asla bir ihtimali göz ardı etme” cümlesi geliyor. İşte Mine Kırıkkanat da göz ardı etmediği ihtimallerle oldukça çarpıcı bir polisiye yaratmış. Kusursuz aksanlı Fransızcasıyla yemek siparişi veren, şarap çeşitleri konusunda oldukça bilgi sahibi, üstelik restorana girdiğinde tüm dikkatleri üzerine çekecek kadar şık bir adamın aslında tüm bunları öğrenmek için yıllarını verdiğini, iyi sevişmek için dahi eğitim aldığını, kime nasıl hitap edeceğini bile şansa bırakmadığını bilseydiniz, ne yapardınız? Karşınızda sanki kendi duygu ve iradesi olan bir insan değil, her duruma göre programlanmış bir robot varmış gibi hissetmez miydiniz? Bir robot, bir makine ya da aslında onun kendine seçtiği isimle, Hiç Kimse... Hiç Kimse’nin yolunun Barselona’ya düşmesiyle başlıyor hikâye. Her gün aynı saatte, aynı restoranın aynı masasında yemek yiyen bir adam, dışarıdan bakınca garip biri gibi gözükmüyordur kuşkusuz. Aslında Hiç’in de istediği bu. Garip olamayacak kadar rutin bir hayatı var algısı yaratmak. Ancak Hiç Kimse’nin de, ona mesleği öğreten, ustası K.’nın da rutin kelimesinden oldukça uzak bir hayatı var. O ülkeden bu ülkeye savrulurken yaptıkları işin de etkisiyle duyguları tamamen yok olan kimliksizler onlar. Görev verilirdi, onlar da yapardı. Onların “hayır” deme lüksleri çoktan ortadan kalkmıştı. Sahi bir insanın kendi iradesiyle hayır deme özgürlüğü aslında ne değerli bir şey, hiç düşündünüz mü? Bağlı bulundukları teşkilat bir gün yine formaliteden bir soruyla karşıların daydı, aslında sorunun tek yanıtı vardı. Reddetme seçeneği yoktu. Bunu iki taraf da biliyordu. İşte bu görev için, romandaki kahramanlar Hiç ve K.’nın gerçekle kesiştiği kırılma noktası diyebiliriz. Yollar, yaşanmış bir suikastte, 9 Ocak 2013’te 3 PKK’lı kadın militanın öldürülmesi olayında gerçek dünya ile kesişiyordu. 10 kurşununun tamamının kurbanlar üzerine boşaltılarak infaz imzasının atıldığı bu cinayette hayatını kaybeden kadınlar, Paris’te, Lafayette Sokağı’ndaki PKK karargâhı olarak kullanılan eski bir evde kapana kısılmıştı. Aslında o kadınlar, aynı teşkilattan olmasalar da, birer “Hiç Kimse”ydi. Ne ölüm korkusu olmadan özgürce yaşama şansları vardı ne kimseyi sevme hakları. Ölen ve öldüren... İki taraf da, bir başka elin tasarladığı labirentteki deneklerdi. Aynı yerde dönüp duruyorlardı. Kitapta, BarselonaParisMoskova ekseninde işleyen olaylar silsilesinin, gerçek hayata uzanan sonuçları ise şüphesiz sizi çok şaşırtacak. Örneğin, kitapta adı geçen Zahar Kalaşov’un yine 2013’te öldürülen Ded Hasan’ın yerine geçip, mafya kralı olarak faaliyetlere Moskova’da devam ettiği biliniyor. Bu ve bunun gibi birçok ilginç ismin, roman ve gerçeklik arasına sıkışmış bağlantılarıyla karşılaşacak, Hiç Kimse’yi bir solukta okuyacaksınız. Romanı okurken, hem istihbaratçıların, hem tetikçilerin hem de PKK militanlarının psikolojisi hakkında hiç düşünmediğiniz kadar düşünecek, bir insanın her şeyi ardında bırakıp hiç kimse olmayı seçişinin ardında yatan sebepleri irdeleyeceksiniz. Roman, yaşanmış olaylara tuttuğu ışıkla birçok ayrıntıyı yeniden düşünmeye de itiyor okurunu. n Hiç Kimse / Mine G. Kırıkkanat / Kırmızı Kedi Yayınevi / 188 s. ORHAN PAMUK’uN belgesel çalışması ‘Hatıraların Masumiyeti’ Türkiye’de 25 Mart’ta sinemalarda gösterime giren “Hatıraların Masumiyeti”ni kitabıyla beraber karşılıyoruz. selİm çağlar H atıraların Masumiyeti, bir belgesel filmin kitaplaşmış hali. Bu belgesel film ise edebiyatseverlerin, Orhan Pamuk’tan uzun süre roman okuyamamasına neden olan, Mevlut’un kahramanı olduğu Kafamda Bir Tuhaflık’ın yayaımlanmasını geciktiren “Masumiyet Müzesi” ile ilgili. Bilen bilir; Pamuk’un aklına müze fikri romanla birlikte 90’ların ortalarında düşmüş ancak romanın da, müzenin de bize ulaşması epey zaman almıştı. Neyse ki roman yayımlanmıştı en sonunda fakat hazırlıkları kulaktan kulağa dolaşsa da müze bir türlü açılmıyordu. Açılamıyordu çünkü Orhan Pamuk müze üzerine öylesine titizlenmişti ki her şeyi bir kenara bırakıp oraya yoğunlaşmasına rağmen bir türlü sonu gelmiyor, hazırlıklar bitti derken yeniden başlı yordu. Sonuçta ele alınan konu her ne kadar 1950 ve 2000 arasındaki “günlük yaşam” gibi gözükse de aslında çok daha derindi. “Masumiyet Müzesi”nde yalnızca İstanbul’da 1950 ile 2000 arasında yaşayan insanların eşyaları değil, o insanların gördükleri manzaralar, filmler, kartpostallar, gazeteler, gözün görmekten hoşlanacağı, bize o eski İstanbul’u hatırlatan, [romanın kahramanları] Füsun ve Kemal’in aşkını anlatan her şey ya da benim ve arkadaşlarımın bulabildiği şeyler segilenir,” diyor örnekse Pamuk. Bence meselenin derinliğini anlamak için yeterli. Aynı şekilde “Bütün hayatım İstanbul’un yakılıp, yıkılıp, tahrip edilip değiştirilmesinin hikâyesidir,” sözüyle de müzede yansıtmak istediği bir diğer katmanı daha görüyoruz. Yani Pamuk’un işi bir hayli zordu fakat zorluklar bir şekilde aşıldı ve “Masumiyet Müzesi” ziyarete açıldı. 2012’den bu yana da konuklarını ağırlıyor. Şimdi ise sıra bu çok beklenmiş müzenin hikâyesini anlatmaya geldi. Geçenlerde yayımlanan Hatıraların Masumiyeti, işin tam olarak bu yönünü sırtlıyor ve ortaya bir müze hikâyesinin yanında, bir belgeselin kâğıda dökülmüş hali, bu belgeselden alınmış fotografik görüntüler ve müze ile romanın yaratıcısı Orhan Pamuk’la yapılmış kapsamlı bir söyleşi yer alıyor. Elimizdeki kitabın hikâyesi de müzenin açılış yıllarına 2012’ye kadar gidiyor. İngiliz yönetmen Grant Gee ile Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İstanbul ve Pamuk’un dünyasını kapsayan bir belgesel için çalışmaya karar verirler ve sonuçta ortaya 72. Venedik Film Festivali’nde eleştirmenlerin yoğun övgüsüyle karşılanan bir belgesel film Hatıraların Masumiyeti çıkar. Biz, Türkiye’de 25 Mart’ta sinemalarda gösterime giren Hatıraların Masumiyeti’ni kitabıyla bera ber karşılıyoruz. Masumiyet Müzesi romanındaki Kemal ile Füsun’un aşk hikâyesine, Füsun’un arkadaşı Ayla’nın gözünden yeniden bakan bölümler eklenmiş filmde ve kitapta Orhan Pamuk tarafından. Bu anlamıyla farklı bir bakış yer alıyor Hatıraların Masumiyeti’nde. Hemen yukarıda, kitapta Orhan Pamuk’la yapılmış bir söyleşi yer aldığından bahsetmiştim. İşte bu söyleşi, Pamuk’un arkadaşı yazar Emre Ayvaz tarafından gerçekleştirilmiş. “Roman, Müze, Film” başlık özgün bir anlatı olarak yer alıyor kitapta bu söyleşi. Emre Ayvaz’ın söyleşisinde, şimdi bu denli ses getirmesine rağmen Orhan Pamuk’un müze yaptığını kimseye söylemeden harekete geçtiğini açıklaması ise işin ilginç yanlarından biri olarak dikkat çekiyor. “Çünkü,” diyor Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar; “20 yıl evvel, aman Orhan, roman yazma, git mimar ol, mühndis ol, ekmek parası kazan diyen insanlar, bu sefer Aman Orhan, yanlışlık oldu, romancılıkta başarılı oldun ama müzecilikte olmaz, müzeyi sakın yapma” diyorlarmış. Hatıraların Masumiyeti işte biraz da böyle bir halin hikâyesi. Bir müzenin, bir romanın hikâyesi olmasının yanı sıra çevresinin ufak ufak baskılamalarına karşı çıkıp kafasındakini öyle ya da böyle hayata geçirmeye çalışan bir insanın; Orhan Pamuk’un hikâyesi... n Hatıraların Masumiyeti / Orhan Pamuk / Yapı Kredi Yayınları / 110 s. 10 12 Mayıs 2016