Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Ben hiçbir şey yapmayan bir istektim’ “Güzel”, üç erkeğin ve ilkgençlik çağındaki bir kadının öykülerini anlatırken Türkiye’nin yakın tarihinde yaşananları anımsatan, polisiye unsurlar taşıyan, suç ve gerilimle örülmüş tempolu bir roman. G arip adı gibi garip biri. Yapayalnız bir adam. Yalnızlığından o kadar memnun ki ne eş dost ne de bir sevgili arıyor. Bir özel okulda matematik öğretmeni. Sayılarla arkadaş, arkadaş olduğu sayılarla başı dertte. Sara hastası. İlaçlarla yaşıyor ama yılda bir – iki kere nöbet yaşadığını söylese de daha sık kendini kaybediyor. Roman boyunca bu nöbetlerin sayısının arttığını görüyoruz. Yüzlerce, binlerce basamaklı asal sayılara meraklı. Asal sayılarla her şeyin ifade edilebileceğine inanıyor. İlk nöbetini öğrencilik çağlarında asal sayılarla uğraşırken Sarıburun adlı bir sahil kasabasında geçirdiğini öğreniyoruz. Eyüp tipik bir mafya lideri. Sarıburun’da yaşıyor. Orada bağlı bulunduğu mafya babası Paşa adına restoranlar, pansiyonlar işletiyor. Ama esas işi kasabanın merkezine uzak bir tepede kurduğu tesislerde kumar oynatmak. Burası aynı zamanda Ege Denizi yoluyla gelen çeşitli kaçak malların depolandığı, yurtdışına kaçırılacakların bekletildiği bir yer olarak kullanılıyor. Eyüp hayatını herkesten ve her şeyden kuşkulanmak ve korkmak üzere kurmuş biri. Paşa’nın kasabaya yolladığı adamı Selo’nun kendi sonunu getire ceğinden korkuyor. Ama öyle yorgun ki yapması gerekeni sürekli erteliyor adeta sonunu bekliyor. Efkan ilkgençlik çağında bir öğrenci. Kendini “Ayı gibiyim” diye tanımlıyor. Boy atmış, aşırı kilo almış ama ruhen çocuk kalmış. Garip’in çalıştığı okula gidiyor. Babasıyla birlikte yaşıyor. Annesi akıl hastanesinde. Babasının emlakçı, oto galerisi işletmeciliği, toptancılık gibi belirsiz işleri var. Efkan’ın en önemli derdi bir kız arkadaş edinmek. Arkadaşı Mert’e börek ısmarlayarak çapkınlık dersleri alıyor ama bu işte pek başarılı olduğu söylenemez. Kız arkadaşı en kolay bulacağı yer olduğu için tiyatro grubuna katılıyor ve orada Ayça Demirel’le karşılaşıyor. Ayça “bir kız için acayip sayılacak kadar geniş omuzlu. Gözleri çekik, dudakları ipince. Okul dışında bir erkek arkadaşı da var.” Yani Efkan’a göre kadınerkek ilişkilerinde çok daha deneyimli. Bedenen “ayı gibi” olsa da ruhen çocuk kalmış Efkan’a ilgi göstermesi beklenemez. Ama Efkan’ın arkadaş olmak için yaptığı atakları karşılıksız bırakmıyor. Onunla sevgili olmaya yanaşmasa da arkadaş oluyor. Dışarıdan bakıldığında flört ettikleri izlenimi uyandıracak bir halleri var. Selçuk Orhan Güzel’i (Mart 2016, Doğan Kitap) üç erkeğin, Garip, Eyüp ve Efkan’ın bakış açılarından, onların anlatımlarıyla kurmuş. Kısa, hızlı akan, yer yer diyaloglarla daha da akıcılaştırılmış bölümlerde bu üç erkek sırayla söz alıyor ama romanın ana eksenini Ayça oluşturuyor. Onu erkeklerin anlattıkları ile tanıyoruz, nasıl bir değişim geçirdiğine şahit oluyoruz. Üç erkeği bir ortak noktada Sarıburun’da ve birbirlerinden habersiz olsa da kendi ekseninde bir araya getiriyor. Yaşına göre çok olgun hal ve tavırları var. Çocuksu bir kimlikte çizilen Efkan’ın boyunu aşan laflar edip derin yorumlar yapmasını ise yazarın bir zaafı olarak kabul etmemiz gerek. O yaşta, o ruh halindeki çocuğun o yorumları yapması pek mümkün görünmüyor. ÜÇ ERKEK BİR KADIN Ayça babasız büyümüş bir çocuk. Birlikte yaşadığı annesinin de ilgisini, şefkatini görmüyor. Efkan’la birlikte kaçtıklarında bile annesi meraklanmıyor. Sık sık haber vermeden birkaç gün eve gelmediğini, yine böyle bir durum olduğunu düşünüyor. Ama bu kez Ayça evden kaçmıştır. Geçmişten kalan birikmiş hesapları kapatmak ve ondan sonra başarabilirse yeni bir hayat kurmak niyetindedir. Efkan’ı kendine âşık edip birlikte Sarıburun’a kaçmalarını sağlar. Sarı burun bir Ege sahil kasabası olmasına rağmen turistlerin pek itibar etmediği bir yerdir ve İstanbullu bir genç kadının herhalde kaçmak için aklına ilk gelen yer olmayacaktır. Ama Ayça’nın Sarıburun’u seçmesi tesadüf değildir. Aynı şekilde romanın diğer kahramanları da tesadüfen Sarıburun’da biraraya gelmezler. Romanın sonunda Garip’in Eyüp’ün karavanına gitmesi ve karavandaki eşyayı karıştırıp yaşamı boyunca aradığı sayıları bulması dışında pek de mantıkdışı olaylar gelişmez. Her şey olması gerektiği gibi olur. Garip’in Ayça ile bağı ise biraz muamma. Garip, Ayça’nın okulunda öğretmenlik yapıyor ama onu hiç anımsamıyor. Ayça’nın adı gibi garip bu öğretmeni tanıdığını, hatta günlüğünde adı geçen tek öğretmen olduğunu da öğreniyoruz. Garip olabildiğince az insanla ilişki kurmak istediği için yüzleri de, adları da belleğine kaydetmiyor. Sara nöbetleri sırasında gördüğü düşlerde ya da halüsinasyonlarda cinsiyet değiştirmekte, kadın kimliğinde cinsel ilişkiler yaşamaktadır. Daha romanın ilk bölümünde onu bu halde tanıyoruz. “Kendi bedenimin kokusundan ürperiyordum. Sınıftaydım ama hep olduğum gibi kürsüde değil, en arkadan bir öndeki sırada… Sıramda dikleşip yay gibi gerilmiştim. Çözülüp çığlık atmamak için kasılıyordum. Gömleğim, eteğim, giyindiğim her şey daralıp bedenimi mengeneye almıştı” diye anlatmaya başlıyor. Sayfalar ilerledikçe nöbet sırasında Ayça’nın cinsel ilişkilerinin belleğinde canladığını anlarız. Ama bunun nasıl gerçekleştiğini Ayça ile Garip’in nasıl bir bağı olduğu romanın sonunda bile ortaya çıkmaz. TÜRKİYE’NİN YAKIN TARİHİNE GÖNDERMELER Bir dönemin küçük bir kesitte yansıtılması da diyebiliriz Selçuk Orhan’ın romanı için. Garip, Eyüp, Efkan ve Ayça’nın yaşadıkları bir araya gelince Türkiye’nin bilinen görüntülerinden birkaçı ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor. Ben okur olarak romanı belleğimde 2000’lerin başına konumlandırdım ama belki 1990’lara da çekilebilir. Başlangıçta özel okullar aracılığıyla eğitim sisteminde geliştirilen yeni politikaları gözlemliyoruz. Özel okullar birer ticarethane olarak görülüyor ve orada öğrenci de, veli de birer müşteri olarak en büyük söz sahibi. Ama arka planda cemaatlerin eğitim alanında örgütlenmesinin küçük örnekleri var. Garip’in tek arkadaşı eski din dersi hocası yeni müdür yardımcısı Yusuf Kula’da bu durum tipikleşiyor. Garip’le Yusuf Kula’nın insanın var oluşuna dek uzanan, dinî içerik de taşıyan sohbetleri, tartışmaları da romana yeni bir boyut katıyor ama Garip’in nöbetlerini tetiklemek dışında nasıl bir işlevleri oldukları da merak konusu. Sarıburun ise emniyet örgütünü de rüşvet, tehdit gibi yöntemlerle kontrolü altına alıp mafya örgütünün palazlandığı sahil kasabalarına tipik bir örnek. Devletin yasaları unutulmuş, mafyanın kuralları hüküm sürüyor. Güzel, üç erkeğin ve ilkgençlik çağındaki bir kadının öykülerini anlatırken Türkiye’nin yakın tarihinde yaşananları anımsatan, polisiye unsurlar taşıyan, suç ve gerilimle örülmüş hızlı bir temposu olan bir roman.n 12 21 Nisan 2016 KItap