Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MUSTAFA KÖZ’DEN “RÜZGÂR YANIĞI” ‘Faşizm iki insan arasında başlıyor’ Mustafa Köz’ün yeni dizelerinden oluşan “Rüzgâr Yanığı” şiirseverlerle buluştu. Ana tema aşk gibi dursa da birey ve toplum odaklı dizelerin yeri hiç de az değil kitapta. Köz’le yeni şiirlerini, aşkı, yazmayı ve toplumun bugününe ve yarınına dair bir söyleşi gerçekleştirdik. ARİFE KALENDER “R üzgâr Yanığı” çoğunlukla aşkı, erotizmi, ikili ilişkileri söyleyen bir kitap olmuş. Daha önceki kitaplarında mitolojiye, söylencelere çok yer verirdin. Daha kapalı bir söylemin vardı. Bu kitap hem söylem hem de temaları bakımından farklı. Aşkı ayrıca konuşacağız da bu yalınlaşma ve seyrelişten söz edelim önce... n Şairi ele veren, şiiri değil, sözcükleri. Üslup dediğimiz, sözcükten başka bir şey değil. Yazarken bilemez şair bunu ancak okur şairin kulağına fısıldar, eleştirmen de arkasından konuşur. “İşte” der, “sen şu şu sözcükleri sıkça kullanıyorsun şiirinde şu şu sözcükler senin sözcüklerin değil”. Doğal ki bu seçimi, şaire tema veriyor. Her sözcük, her şiire girmez. Böyle demeyelim de her şairin kendi sözcükleri vardır, diyelim istersen. Bazı sözcükler bazı sözcükleri ite ite kendine daha fazla yer açar şiirde. Sözün kısası şiiri yapan, tema ve sözcükler. İlk şiirlerimde mitolojiden yararlandığım doğru. Tema mitler ve mitoslar olunca da bu şiirlerin dilinin arkaik olması da doğal. Ancak sonra sonra gündelik hayatın dili, şiirimin de dili oldu. Mitolojik öyküler yine yer buldu şiirlerde ama bu kez şiirlerin teması olmadı. Gündelik ilişkileri söylerken mitolojinin dilinden yararlandım yalnızca. Çünkü mitoloji, şairin düş gücünü açan önemli bir kaynak. Halk hikâyelerimiz, efsanelerimiz, masallarımız, destanlarımız gibi. Hâlâ beslenirim onlardan. Kapalılığa gelince ilk kitabım Ay Düşü’nden sonra şiirimin yalınlaştığını düşünüyorum. Özellikle üçüncü kitabım Yengeç Sepeti, bu yalınlaşmanın ilk eşiği sayılabilir. Bu yalınlaşma, seyrelişi de veriyor şaire. Yaşla ve zamanla da ilgisi var bu yalınlaşma ve seyrelişin. Aşkı ayrıca konuşalım ama şu yaşlılık meselesine hiç girmeyelim istersen. Hiç iyi bir şey değilmiş. Yaşadım ve gördüm. Bir daha yaşlanırsam iki olsun. Böyle diyorum ama insan yaşlanınca iki kere âşık oluyor. Bu da yaşlanmanın iyi yönü... “ÖNCE RUHUYLA GÖRÜR VE DÜŞÜNÜR İNSAN” n “Aşkın gecesi de olur gündüzü de/ evlerin içi de bir dışı da bizim için/ dokunmak şuradaydı, sevişmek şurada/ seni saran sabah yeli, sarardı beni de/ sürüp götürsün diye o sonsuz öpü cüğü...” diyen “Son Armağan” şiirinde, aşkın zamansız ve mekânsızlığını vurguluyorsun. İlk insandan günümüze tanımlanmaya çalışılan ama tanımlanamayanı, onsuz olunamayanı, yani aşk var mı, yok mu? Sıradan insan olarak da şair olarak da bu olgu yaşamın neresinde? n İnsan, yeryüzünde iki yalan buldu: Tanrı ve aşk. Sonra ikisine de inandı. İnsanın, Tanrı’dan sonra bulduğu ikinci yalan aşk. Ama en güzel yalan. Tanımsız. Bir ayağı yerde, bir ayağı gökte. Ancak Tanrı gibi her şeyi KADIR INCESU “Yazarlar üzerindeki bunca baskı, bunca zulüm onların bilinçlerini diri tutuyor. Her an bir yerlerden gelen, gelecek saldırılar, şairi dirençli kılıyor. Bu korunma refleksi, şairin hayata karşı daha sağlam ve bilinçli bakmasını da sağlıyor. En azından benim için böyle bu” diyor Mustafa Köz. görmez. Kâbesi insanın kalbi değil, beyni. Onu ete kemiğe düşüncelerimiz büründürür. Düşünmeden sevilir mi? “Düşünme/ Arzu et sade / Bak, böcekler de öyle yapıyor” diyor Orhan Veli. Şairin ironisi doğal ki bu. Aşk, sadece bir arzu değildir. Böyle olsaydı sadece hayvani bir içgüdü olurdu. Oysa önce ruhuyla görür ve düşünür insan. Aşk işte orada, ruhumuzda yaralı bir köpek yavrusu gibi mızırdanır durur. Umarsız ve yapayalnızdır. Tanımsız olduğu doğru, diyeceğim ama ben de bir tanım yaptım şimdiden. Aşk vardır ve herkes aşkı kendine göre yaşar. Şairin aşkı, başkalarının aşkından niye farklı olsun ki? Şair de aşkı kendi mezhebince görür. Belki dillendirmesinde bir farklılıktan söz edilebilir. Bu iç dökmeye de aşk şiiri diyoruz. Şiir nasıl yaşamın ortasındaysa aşk da onun yanı başında bir yerdedir. Bir savat gibi, bir hançer gibi ovula ovula ışıtılır. n “Aşk sözleri fısılda diyorsun, çılgın dizeler/nasıl konuşabilirim ki ak göğüslerle/ mühürlenmişken şu çaresiz dudaklar/ başka anahtar istemem, başka çilingir/ yalnızca onlar açıp kapatabilir ağzımın kilidini” diye süren şiirdeki erotik hava fazla. Kitabın son bölümünü tümüyle bu doğrultuda hazırlamışsın. Son yıllarda şiirdeki erotik söylemler; açılıp saçılmalar özgür ifade mi, bireysel hastalıkların dışavurumu mu, pornografi mi, bu temaya yönelerek dikkat çekme, ünlenme istemi mi? n Yalan mı söyleseydim? Onları yaşadım. Her şeyi kapalı yaşarız biz. Kendimizi en özgür, en deli fişek duyumsayacağımız aşkı bile “bir günah gibi” yaşıyoruz. “Yasak aşk” diye bir şey uydurmuşuz örneğin. Aşkın yasağı mı olurmuş yahu? Korkularımız, özgürlüğümüze galebe çalıyor. “El âlem ne der?” diye düşünmekten kurdeşen oluyoruz. Aşk için böyleyse cinselliği var sen düşün. Saydıklarının hiçbiri değil. Bunlara eklenecek, şairi aşk şiiri için “tahrik” edecek tek gerçek, içtenlik. Şairinsan aşkı, cinselliği çok doğal yaşamalı. Cinselliği hesapsız kitapsız görmeli. Şair, erotika yazdığı için ünlenmez. Ayrıca cinselliği kurcalamak niye hastalık olsun? Onu söylememek, örtülere bürümek bir hastalık. “AŞKTA BULDUĞUMUZ KENDİ ‘BEN’İMİZ” n “Adem’le Havva’yla cennetten kovulmuştur Anadolu şiiri/ Karaca oğlan da olmasa bir daha cennet yüzü göremezdi” diyorsun ya “İkilikler”de; Cemal Süreya hepimizi farklı yönler den etkiledi, Karacaoğlan da. Hâlâ ço ğunlukla aşk şiirinde kimlik ve fotoğ raf isteniyor biliyorsun. Kime yazdın, buradaki kadın ve erkek kim? Şiirdeki aşkın nesnesi ve temanın işlenişi ko nusunda ne söylersin? n Mecnun, Leyla’sını bulduğunda ne demişti? “Ben Leyla’yı içimde buldum.” Aşkta bulduğumuz kendi “ben”imizden başka bir şey değildir. Kendi iç sıkıntı mız. Onu büyütüp olgunlaştırıp “aşk” diye gösteriyoruz ele güne. Önem senmeyen bir yaranın önceleri kimselere gösterilmemesi gibi. >> 8 24 Mart 2016 KITAP