Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
JULıO CORTÁZAR’DAN “TAKİPÇİ” Kısa ve hızlı bir hayat Julio Cortázar, “Takipçi”de 1950’lerin Parisi’nde, saksafon dehası ve bağımlı müzisyen Johnny Carter ile onun biyografisini yazmaya karar veren ve Carter’ın şöhretinden nemalanmaya çalışan Bruno’nun hikâyelerini anlatıyor. “Takipçi”de, José Muñoz’un çizimleri Cortázar’ın yazdıklarına eşlik ediyor. adalet çavdar K imi insanların hayatın içerisinde varoluşsal sıkıntılarını uzun uzun yaşayacak şansı bulunur ya da bunu tercih ederler. Kimimiz ise orada çok fazla durabilecek imkâna ya da cesarete sahip değilizdir. Aklımızın içerisinde sürekli konuştuğumuz bir başka biz mutlaka bulunur, bir yerden bir yere giderken seyrettiğimiz evren değildir sadece bir bilinç akışına da bakakalırız pencerenin ardından. Gördüklerimizden ya da içimizde duyduklarımızdan hoşlanıp hoşlanmamak pek elimizde değildir. Gerçek benlikle uğraşmak, toplumsal normlar ve bulunulan sosyal konumları korumaktan daha zordur. Delilik ve deha arasındaki ilişkinin içerisinde belki de zamanın zembereğinin kimimiz için geçerli olmaması yatıyordur, kim bilir... Hayatı kısa süren insanların, o zaman içinde ürettiklerini keşfettikçe hep bir şaşkınlık içerisinde buluyorum kendimi. Eğer yaşamaya devam etseydi neler yapabileceğini düşünmek nefesimi kesiyor. Yeryüzünde bulundukları kısa süre zarfı içerisinde ürettiklerine hayranlık duymamak imkânsız. Bu insanlardan biri Charlie Parker; hayatta nota yazmaya bile zaman bulamayan ünlü alto saksafoncu caz sanatçısı Parker’ın ürettiklerine ve kendi alanında yarattığı devrime bakınca otuz dört yaşında ölmesi oldukça anlamsız geliyor. Caz müziğinin efsanelerinden biri olarak adını dünya tarihe altın harflerle yazdıran Parker, en kaba tabiriyle hızlı yaşayıp genç ölmeyi tercih edenlerden. Bu kısacık hayatında üretimlerinin yanı sıra kaybolan ve sürekli tırmandığı başarı merdivenlerini her defasında yuvarlanarak inen insanlardan. Dünyaca ünlü bir müzisyense de gençliğinden bu yana kurtulamadığı alkol ve uyuşturu yüzünden ölürken, beş parasız kalan bir insan aynı zamanda. Charlie Parker “CORTÁZAR OKUMAYANLAR KADER KURBANIDIR” Julio Cortázar’ın yazdığı ve Charlie Parker’a ithaf ettiği Takipçi isimli öykü, José Muñoz’un çizimleriyle özel bir baskıyla yayımlandı. Latin Amerika edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olan ve amatör olarak caz müziğiyle ilgilenen Cortázar, Michel Contat’ın deyimiyle “Charlie Parker’ın düşkün, tedirgin ve utkulu kişiliğinden bir hayli etkilenen” bir yazar. Pablo Neruda, yazara olan hayranlığını, “Cortázar okumamış insan bir kader kurbanıdır, eserlerini okumamak korkunç sonuçları olan, sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş bir insanın durumu gibi. Kişi yavaş yavaş mutsuzlaşır ve belki de azar azar saçları dökülür” diye dile getirmiştir. Cortázar, ağırlıklı olarak siyah beyaz işleriyle tanınan, zaman zaman abartılı çizgileri ve yer yer grotesk tarzıyla bilinen Jose Muñoz’un resimlediği Takipçi’de, 1950’lerin Parisi’nde saksafon dehası ve bağımlı müzisyen Johnny Carter ile onun biyografisini yazmaya karar veren ve Carter’ın şöhretinden nemalanmaya çalışan Bruno’nun hikâyelerini anlatıyor. Takipçi’de önü alınamayan bir hız var. Sürekli olarak zamandan ve görmekten bahseden Carter’ın aklının içerisinden hızla akıp giden ama ânın saatiyle bir olmayan bir saat diliminde yaşamasını dinliyoruz. Julio Cortázar Anlayamadığı birçok şeyin olduğunu ve asla düşünmediğini iddia etse de görmeden yaşayamayan birisi Carter, onun için en zor olanıysa bir insanın aynanın karşısına geçip kendisine bakması ve “işte bu benim bedenim” demesi. Bizim yaşadığımız biriki dakikalık zaman dilimini o aklının içerisinde bir çeyrek saat olarak yaşıyor ve buna genelde engel olamıyor, olmak da istemiyor ve Carter kendinden asla hoşnut değil. Varlık nedeni “olmamak” üzere kurulu bir insanı yeryüzüne ikna etmek ilelebet mümkün değil. Bazen “mış” gibi yapmayı becerseler dahi bunu bir ömür boyu yapmaya onları asla ikna edemezsiniz. Carter, icra ettiği müziği ne kadar iyi sunarsa sunsun, dinleyenler ve çağdaşları onu ne kadar beğenirse beğensin bir şekilde ikna olmuyor hayata. Sürekli olarak “Hiçbir şey olmamasının korkunç olduğunun farkında mısın?” sorusuyla baş başa bırakıyor etrafındakileri, olmayanın ne olduğunu anlayamasalar da. Bütün varlığıyla bir sürü sorun çıkararak ve bir eğreti olarak yaşıyor hayatı. Sürekli kaybettiği enstrümanları, romlu kahveleri, sigaraları, her daim suçlarına ortak etmeye ikna ettiği kadınları ve asla başında tutmayı başaramadığı aklıyla yokuş aşağı hızla inen, freni patlamış bir arabada asla kurtulmaya çaba sarf etmeden yolculuğunu sürdürüyor. Bir caz müziği eleştirmenin onun bi yografisini yazmak istemesi bir yandan da Takipçi’nin hikâyesi. Carter’ı kendinden dinlerken bir yanda da onun hayat hikâyesini yazacak olan Bruno’nun gözünden okuyoruz. Bruno kendine yansıyan ve birçok kez yargıladığı Carter’ı zamanla kendince yorumlamaktan vazgeçiyor. Anlayamasa da Carter’ı öğreniyor. YAZDIĞI HAYATA DAHİL OLMAK Bir biyografi yazmanın sadece bir anlatıyı ya da hayatı yazmanın ötesinde, o hayatın içine girmek olduğunu anlıyor Bruno, zamanla Carter’ın en sık görüştüğü insanlardan biri, hatta mümkün mü bilemesem de en iyi arkadaşı oluyor. Carter’ı hastalandığı ve ölüme yaklaştığı günlerde Bruno ile kendi kendine konuşur halde buluyor yakınları. İnsanın kendinden ve dehasından vazgeçmesi hiç kolay olmasa gerek; ya hayatı boyunca kendini insanların gördüğü yerde görmedi Carter ya da görüldüğü yerden asla hoşlanmadı. Çalarken bile etrafını izleyen, görünen değil gören insan olmaya gayret gösteren Carter’ın görme biçimini anlamak bir hayli zor. İnsan, aklı tam anlamıyla devre dışı bıraktığında gerçekten kaybolabiliyor. Carter’ın bu cesareti göstermesi ise etrafındakiler tarafından elbette yadırganıyor. Carter, yadırganmasını yadırgıyor çünkü herkesin içindeki o ihtimali bir şekilde fark ediyor. 1950’lerin Parisi’nde, bir şekilde devam eden ya da kaybolup giden caz sanatçılarının kendi kendine, bile isteye düştüğü hikâyelerin orta yerinde duruyor Carter. Bruno, bu hikâyeleri sarmaş dolaş bir şekilde anlatma ihtiyacı duyuyor. Bu hikâyelerde, herkesin kendince ödediği bedeller olduğunu okuyorsunuz. Sarmal içerisinde kaybolmadan karakterleri ayırt etmek zor olsa da aklın ağırlığı ve duygunun karmaşasıyla eziliyorsunuz ister istemez. Zaman, mekân, an, insan, görmek ve görülmek, arkadaşlık ve sevgililik gibi kavramlarının hepsinin içerisinde kendinize bazı boşluklar bularak okuyorsunuz hikâyeyi. n Takipçi / Julio Cortázar / Çeviren: Pınar Savaş / Delidolu Yayınları / 98 s. 4 29 Aralık 2016 KItap