23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Bıraktım yere yıkılan suçsuz adamı’ MAIK NWOSU/ ŞİİRLER/ ÇEVİREN: İLYAS TUNÇ 1400’üncü sayımızda şiirlerinden bir bölüm yayımladığımız Maik Nwosu’nun dizelerine bu sayımızda devam ediyoruz. DÜNYANIN ŞARKISI I. insanların öyküleri anlatılır ve yaşanır yeniden yolcu terminallerinin bira salonlarında taksi sürücülerinin, otobüs biletçilerinin bir araya geldikleri duygudaş ateşlerin külleri yanında bakirelerin, kafaları kesilmiş bakirelerin hasatlarını bilinmeyen tanrılara kurban ettikleri ufacık çocukların, mızmızlanan ufacık çocukların babalarının günahları yüzünden yakıldıkları boş ver bacak göstericiyi sen madalyonlu yüzler albümünü çıkaran kocaman parlamento binalarından önce deniz kestanelerinin yüzlerine kazınır yıl halkaları sen, insanoğlu ne kadar sıklıkla oturdun bitkin adamlarla tıkış tıkış bira salonlarında yudumlayarak kan küreciklerini yudumlayarak onların içinden akan sıvıları biber çorbası kâselerinden akan ya da baktın mı donmuş gözlerine ölülerin su kanallarında tuzağa düşmüş apoletli mesihlerin oyuntuları kadar derin ve çürük? en son ne zaman teslim oldun küçük oda öykülerine hasta fahişelerin, çıldırtılmış kızların annelerinin mezarları üzerinde el yıkama leğenleriyle? ve eğer sık sık ağlamadınsa bile tanık olmadın mı gözyaşlarına, dokunaklı gözyaşlarına görmedin mi sidik renklerini sığır sürülerinin? eğer hiç kanamadınsa hiç kanamadınsa da rastlamadın mı fahişelere, solgun dilencilere lamba direklerine yaslanıp müşteri bekleyen? II. öyküler anlatılıyor habire: kilimanjaro canavarının pullarını ayıran, kıllarını bir çırpıda sayan ekin bitlerinin öyküleri köpüren atlantiği yüzerek geçen kuğuların henüz çocukken bile anne sütü için ağlayan kuğuların ama dün akşam yemeği yedikten sonra bir tersanede firavunların öyküleri iyimanikürlenmiş giysi dolaplarının birleşmiş milletler genel kurulunu giydirebilen firavunların omuz yastıklarının dişleri yok yine de şampiyon kemik kırıcılardır onlar insanların dilleri tatil yerlerinin dilleri, göbekli adamların dilleri dilleridir boş davulların dilleridir kasıla kasıla yürüyen şık ceketlerin japon harikalarının kanatları üzerinde nasıldır, gördün mü hiç kanatlarını? para birimi paramatematikçilerin otuz gümüş şekeldir hâlâ ne saç tararlar onlar ne de düşünürler üzerinde zaman algısının ama derindir dünya tek gözle ve on parmakla ölçtüğün bu ufacık küre daha derindir zilyonlarca adamların yılyınlarca su depolarından mars artık uzak değil sadece bir bisiklet sürüşü mesafede eğer dinlersen ama ufak kasırgaların gümbürtüsünü III. ne kadar sıklıkla irdeledin öfkeli adamların ateş püskürmelerini şifre aletlerinin şifrelerini çözen perişan adamların pazar yerlerinde bile? ne zaman söktün kökünü dişlerinin ya da kokladın kokladın osuruğunu doygun kıçların? ayaka ürkütüyor havayı bir ağızla ama yorulmaz köylülerin sesiyle “ben hepimizim”, kaplumbağa baştan çıkardı kuşları kırdı Shell’ini sonunda ama dağ imparatorlarının, okyanus bilgelerinin hanedan armalarıyla tıkalıdır kulakları sen de tanık olmadın mı hiç bokassa’nın madalyalarına güneşte parıldayan ya da dada’nın kahkahalarının gölgeler üzerine emir halkaları attığına? dünyanın kahkahası başlar darbecilerinki gibi uğursuz çınlamalarla çıkarlara karşı koyan izaga dansıyla, insanoğlunun dansıyla, ruhların dansıyla ama neye yarar izaga dansı bacaklar olmayınca? silah gümbürder bir kez, tuz buz eder suçsuzluğu Maik Nwosu tuz buz eder suskunluğu daima ama eğer durmayacaksan, ama devam etmen gerekiyorsa habire o zaman teşebbüs etme yeniden artık duruncaya kadar IV. babası bir avcının babasıdır önceden gitmiş oğulun derindir avcıların ruhu geceyarısının sessizliği kadar derin ama eğer avcılar söylese bile ormanın sırrı hakkında bildiklerini hangi avcının ruhu derindir böylesine hangi avcının dilidir onu fısıltıdan daha dokunaklı, daha farklı yapan? ben malaika gördüm taşlarını doğu adasının gördüm gemilerin kaybolduğu bermuda’da uzun öğle vakitlerinin huzurunda dolaylı haberler uzun mesafeli çağrılar aldım ojadili’den yurdu bir kulübedir gökkuşağının ucunda yedi denizin, yedi manzaranın ötesindeki ve dinledim kehanetlerini, hemen sözünden dönmelerini ölü adamların dinledim derinliğin seslerini çünkü kulakları yoktur insan oğullarının eğer kulak verirsen sen de duyabilirsin ruhları pirelerini ve kanını mecusilerin sokak köşelerinde vaazlar veren konuşarak derin sessizliğin dilini eğer kaldırısan gözlerini görebilirsin dinazorların üç katı öfkeli, üç katı büyük canavarları ana sınıfı çocuklarının dolap çatlaklarında pusuya yatan ve yeniden hep yeniden yüzlerine, sırtlarına atılan lanetli adamların hatta ben görünce gözyaşlarını, süssüz gözyaşlarını büyülenmiş adamların yüzlerinden akan yurda dönüş şarkıları nedeniyle, düşündüm derindir dünya böyle tarafsızca incelediğin bu kaplumbağa kabuğu onun oyuğundaki dünyalar daha büyüktür, çok daha büyüktür senin dünyanın tüm toplamlarından V. insanların şarkısının, dünyanın şarkısının başlangıcı yok sonu yok boşuna çalışıyorlar onlar diyonisos şerefine yazılmış ilahilerde başlangıç arayanlar şarkı söylediğim zamanlar ben: ruhların şarkısını, insanların şarkısını bitkin insanların ruhlarına bürünüyor ruhum çünkü biliyorum derinliklerini vadilerin çünkü bıraktım ayaklarımın tozunu dargın kasabalarda bıraktım yere yıkılan suçsuz adamı müzedeki paralı askerler tarafından bıraktım yarası alçıya sarılan adamı ulusal anıtlar üzerinde benim erkek kardeşimdi o adam kadın, kambur anladın mı çocuklarını arıyor mezarlarını arıyor çocuklarının çöp tepelerinde benim kızkardeşimdir o kadın sorma bu yüzden şarkılarım niçin ölü marşlardır hatıralarımın niçin ruhları vardır donuk gözleri vardır, ölü adamları vardır ama eğer sen de söylersen şarkısını görüntülerin, kutsanmış kızların şarkısını söylersen içki âlemlerinin babalarımızın çiftlik avlularında yaptığımız ne siyah ne beyaz olan dünyanın rengi içindir bu ve eğer şarkımın kar tanecikleri ses veren kan damlacıklarıysa flütçüsü ruhumdur benim insanların şarkısının, dünyanın şarkısının başlangıcı yok sonu yok devam ediyor durmadan hortumlar gibi birden bire duyulan kasırgalar gibi birden bire ama sonsuzluğa akan GECEYARISI ÇOCUKLARI III. kahkahaların tutuyor hâlâ bizi başdöndürücü yüksekliklerde, obigbo bir varmış bir yokmuş şafakta sisliyken yeryüzü zorla ele geçirilen kül vazoları göstermişti yaşam evresi ayinimizi, dolaşmıştı ruhlarımız mutlu kayıtsızların, yağmurla kutsanmışların çevresinde şimdi anlıyorum ki konuşabilirdin sen yarına kadar karşılayabilirdin o zaman beni algadez’de, bekleteceğim develeri batı çöldür ama doğu dönüş yolculuğudur nri’ye. VI. ülkenin bilicilerinden şüphe edecek sivri burun ayakkabıların, nengi yayılan bir inanca dönüşecek cevapların mezar müzikleri gibi elmaların ötesinde, ötesinde yılanların saksafon çalacağım ben flamingo avcıları geri istiyorken kayıtlarını güneşin neye yarar artık nun nehrinin çağrısı sandal yarışları çıkardıktan sonra tutku giysilerini? VII. kilise caddesinde yer bulmak için dinsel şarkılar söylemek gerekir bizi hortumlarla kucaklaştıran baloncuklara ve tanrılara içten kahkahalar atarak senin cılız kemiklerin sürüp ekiyor yeryüzünü zerre kadar düşünmemeye yemin etmiş kentlerin sokaklarını, chiedu bir araya geliyor gece maskeleri selamlayarak dumanlı sesler içindeki ay ışığı kırıntılarını ve harmatan rüzgârı kokan yüreğindeki yağmurları. n KItap 1529 Aralık 2016
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle