15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ROBERT BRYNDZA’DAN “BUZDAKİ KIZ” Yepyeni bir kadın dedektif “Buzdaki Kız”, Slovak asıllı polis Erika’nın vahşice öldürülmüş, zengin bir genç bir kadının cinayetini araştırmasını konu alıyor. Erika araştırma boyunca hem kurbanın nüfuzlu ailesinden gelen baskılarla hem de kendi teşkilatının seksizmiyle mücadele etmek zorunda. Hâlâ erkeklerin hüküm sürdüğü bir kurumda, Erika bir yandan ölen kadının cinsel tercihleri ve geçmişleri yüzünden önemsizleştirilmesine karşı mücadele ederken bir yandan da kendi travmatik geçmişiyle boğuşuyor. ırmak ertunahowıson İ yi bir polisiye roman asla sadece suçu kimin işlediğiyle ilgili değildir. Polisiye, türünün doğası gereği toplumun içini oyan kötülüğü yozlaşmayı ve bunları perçinleyen (aile, okul, bürokrasi, yargı ve polis gibi) kurumları ele alır. Polisiyenin Altın Çağı’nda (1920’ler ve 1930’lar) çok popüler olan, tek bir malikânede geçen, dış dünyayla ilişkisi yokmuş gibi gözüken “kapalı oda” polisiyeleri bile aristokrat sınıfa ve her an yıkılabilecek sahte toplumsal huzur ile düzene dair bir eleştiridir. Fakat polisiye türü zaman içinde, Altın Çağ’ın üstü örtülü ve bilinçaltı eleştirilerinden uzaklaşıp toplumsal kaygıları doğrudan ele alacak bir yönde gelişti. Günümüzün çok satan ve izlenen polisiyelerinin ortak özelliği toplumsal bir kötülüğü saklandığı köşeden çıkarıp, tüm karmaşıklığıyla ele alması. Eğer iyi bir polisiyenin gücünün bir kısmı toplumsal yozlaşmayı ele alış biçiminden geliyorsa diğer bir kısmı da detektif karakterinden gelir. İlk örneklerinden günümüze (Auguste Dupin, Sherlock Holmes, Miss Marple, Kurt Wallander vb.), polisiye romanının taşıyıcı unsuru kendine has bir karakteri ve yöntemi olan detektiftir. Bu yüzden raflarda aynı detektifin maceralarını konu alan dizileri sıkça görürüz. Hiçbir yazar okuru etkilemeyi başarmış ve formülü tutturmuş bir detektifi kolay kolay çöpe atmaz. Her ne kadar yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar kurgusal erkek detektifler türe hâkim olmuş olsa da 1970’lerden itibaren feminist hareketin görünürlüğünün artması ve taleplerini bir bir elde etmesiyle, yerlerini kadın detektiflere bıraktı. Günümüzde hem ekranda hem de edebiyatta (Sara Paretsky’nin Sert Oyun romanıyla tanıştığımız) seksi ve sert Warshawski gibi detektiflerden, (Danimarka dizisi Forbrydelsen’deki) Sarah Lund gibi saplantılı ve dış görünüşüne önem vermeyen bir polise, (Stieg Larsson’un Milennium Serisi’ndeki) Lisbeth Salander gibi asosyal ve amatör genç bir detektife uzanan birbirinden farklı kadın karakterin polisiyeyi hâlâ güncel kıldığını ve türe en büyük başarıları kazandırdığını söylemek abartılı bir iddia olmayacaktır. KURALLARA KAFA TUTMA Robert Bryndza Buzdaki Kız’da yukarıda bahsettiğim iki altın kuralın (yani suça sebep veren toplumsal bir sorun ve öne çıkan detektif karakteri) artık neredeyse bir formüle dönüştüğüne dair iyi bir örnek. Roman, Slovak asıllı polis Erika’nın vahşice öldürülmüş, zengin bir genç bir kadının cinayetini araştırmasını konu alıyor. Erika araştırma boyunca hem kurbanın nüfuzlu ailesinden gelen baskılarla hem de kendi teşkilatının seksizmiyle mücadele etmek zorunda. Hâlâ erkeklerin hüküm sürdüğü bir kurumda, Erika bir yandan ölen kadının (ve diğer kurbanların) cinsel tercihleri ve geçmişleri yüzünden önemsizleştirilmesine karşı mücadele ederken bir yandan da kendi travmatik geçmişiyle boğuşuyor. Sorgulamalar esnasında İngiliz toplumunun farklı kesimlerinin ırkçılığı ve yabancı düşmanlığı gözler önüne seriliyor. Erika’nın hem Slovak asıllı hem de kadın olması ilk başta bir dezavantaj gibi gözükse de aslında bu özellikler ona bu davaya bambaşka biçimde yaklaşmasının, genel geçer kanı ve kurallara karşı kafa tutmasının önünü açıyor. “MASUM” IRKÇILIK Romanın, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığı satır aralarında olay örgüsüne yedirişi gözlerden kaçmıyor. Mesela sorgulanan bir tanık, laf arasında İşçi Bulma Kurumu’na kayıtlı göçmenlerin ülkeyi sömürdüğünü söylüyor, polis teşkilatı Doğu Avrupa’dan göçen ve seks işçiliğine zorlanan kadınlara karşı işlenen suçları ciddiye almıyor. Erika’nın siyahi ortağı Peterson’ın maruz kaldığı gündelik ırkçılık da oldukça gerçekçi (ve mizahi) bir biçimde ele alınmış. Bir sorguda tanıklardan biri, Peterson’a ekranların siyah detektifi Luther’a benzediğini söylüyor ve bunu daha önce ona söyleyen olup olmadığını soruyor. Peterson ise her gün bunun gibi “masum” ırkçılığa maruz kalarak olgunlaşmış birinin cevabını veriyor: “Sizin gibiler genelde söylüyor.” Yine aynı şekilde romanın sonlarında başka bir tanık, Peterson’la alay etmek için onun şu çok aranan siyah James Bond olabileceğini söylüyor. Yazarın toplumsal duyarlılık konusunda eksiği olmadığı ortada. Fakat okur çokkültürlü İngiliz toplumu ve onun sorunlarını ele almak isteyen bu romanın odağını kaybettiğini düşünmeden de edemiyor. Hiç kuşkusuz yazar, bu romanı Erika Foster serisinin ilki olacak şekilde tasarlamış ve kendi yaklaşımına dair de küçük örnekler sunmak istemiş fakat bu esnada karanlık, karmaşık ve inandırıcı bir olay örgüsü yaratmaktan da ödün vermiş. Romanın öne çıkan başarısı Erika karakteri. Yazar sisteme kafa tutan, duygusal, katmanlı kadın polis karakter formülü tutturmuş. Eğer dizinin ikinci kitabında toplumsal gerçekliği daha sık dokunmuş bir olay örgüsü içinde incelemeyi başardıysa (ikincisi kitap Haziran 2016’da İngilizce yayımlanmış), Miss Marple ve onun varisleri aralarında Erika’ya da yer açacaktır. n Buzdaki Kız / Robert Bryndza / Çeviren: Merve Solmaz / Yabancı Yayınları / 416 s. Robert Bryndza KItap 1122 Aralık 2016
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle