Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA Turhan Günay için... Düşmanlığın sınırı Düşmansız ülke, insan yoktur denilebilir. Buna karşılık, “benim benden başka dostum olamaz” şiarına körükörüne bağlanıldığında önce, komşu ülkelerden başlayarak bütün dünya düşmanı olarak algılanır, orada bitmez iş, sonra komşudan başlayarak bütün öteki’lere düşman kesilmeye gider yol. Y aklaşık on yıl önceydi, profesör olmuş bir okul arkadaşım, “evet ama yetmez”in ateşli savunucularının başında geliyordu, “hayır çünkü yetmez”i savunduğum için bana sorduydu: “Cumhuriyet’te yazmaktan rahatsızlık duymuyor musun?”. Yanıtım bugün de geçerliliğini koruyor: “Bir fetret döneminin içinden geçiyoruz, herkesin duracağı yeri seçmesi gerekiyor, ben seçimimin doğruluğuna inanıyorum. Hem sonra, sen kendinle aynı gazetede yazmaktan rahatsızlık duymuyor musun?”. Cumhuriyet’te ilk yazım 1980’de çıktı. 1995’ten beri, önce gazetede “Köşebentler” ve “Okuma Lâmbası”, sonrasında Cumhuriyet Kitap’ta “Pervasız Pertavsız” başlıkları altında düzenli biçimde yazdım, yazıyorum bu aidiyet bana onur duygusu aşıladı, bırakalım rahatsızlığı. Ya bedeli daha ağır olsaydı, örneğin son (?) “operasyon”da gözaltına alınanlar arasında yer alsaydım? Pişmanlık duymak aklımdan geçmezdi. Kaldı ki, az ya da çok muhalif bir konumu seçen kişilerin, sanal ortamda söz alsalar bile, gözaltında tutuldukları bir ülke değil mi bugün bizimkisi? Şüphesiz somut gözaltılarla, tutuklanmalarla bir tutulamaz bu durum, gelgelelim hafifsenecek gerçekliklerden de sayılamaz: Soyut gözaltı atmosferi içinde yaşanan “rejim”in temel niteliğini gösterir ve hiçbir sahici demokratik düzende bu tarz bir cenderenin varlığının kırıntısına rastlanmamıştır. Latin özdeyişi ünlüdür: Vatan insanın kendisini rahat hissettiği yer’e denir. Karşı çıkılması zor bir tanım. Peki: İnsanın kendisini rahat hissetmediği yer’e vatan denemiyorsa, orası neresi’dir? Nasıl yaşanan bir yer’dir? Kim(ler), hangi hakla, vatandaşlarının yabana atılamayacak bir bölümünün rahatını kaçırmak için uğraşmaktadır? Bu vazgeçilmez, temel soruların yanıtlarının aranmasının istenmediği, önce sınırlanıp kısıtlandığı, sonra yasaklanıp cezalandırıldığı her yönetim biçimi antidemokratik, buyurgan, totaliterdir. Bütün vatandaşların farklı görüşleri olur, bunların tümünün özgürce ifade edilme olanağının bulunmadığı ülkelerin bireyleri ne bireydirler, ne yurttaş: Olsa olsa kuldurlar. İspanya İç Savaşı’yla ilgili bir belgeselde rastlamıştım: Franco rejimi çöktüğünde sürgüne çıkan bir muhalif, yıllar sonra, oğlunun okulunda kendisini Arjantinli olarak tanıttığını bir veli toplantısında öğrenmiş, çocuk İspanyol olduğunu söylemekten utanıyormuş. Çok değil, on yıl sonrasında, başka bir sürgünün çocuğu, ülkesinde muhaliflerin statlara doldurulup yok edildiği, helikopterlerden okyanus açıklarına atıldığı ortam yaratıldığında Arjantinli olmaktan utanç duyacaktı. Bugün ne değişti? Bırakalım Kuzey Korelisini, Çinlisini, bir Macar, bir Avusturyalı yükselen ırkçılık zihniyeti karşısında aidiyet sorunları yaşamıyor mudur? Bir kere daha aynı soru: Kimin, hangi yöneticinin, Erk sahibinin böyle bir “hak”kı olabilir? Ülke yurttaşlarının azımsanamaz bir bölümünü ‘cümle âlem’ karşısında utanç duygusuyla donatmaya? Umberto Eco, “Düşmanını İnşa Etmek” başlıklı, son döneminde yazdığı güzelim bir denemesine bir anekdotla başlıyordu: New York hava alanından bindiği taksinin Pakistan kökenli şöförü, İtalyan olduğunu öğrenince sormuş: “Düşmanlarınız kim?”. Bu kafa eğitimsiz bir göçmene aitse neyse ne, ya Erk sahibinin omuzlarının üstünde yükseliyorsa? Düşmansız ülke, insan yoktur denilebilir. Buna karşılık, “benim benden başka dostum olamaz” şiarına körükörüne bağlanıldığında önce, komşu ülkelerden başlayarak bütün dünya düşmanı olarak algılanır, orada bitmez iş, sonra komşudan başlayarak bütün öteki’lere düşman kesilmeye gider yol. III. Reich’ın ideologlarından Carl Schmidt, “demokrasilerde ‘rakip’ler vardır, bizde ‘düşman’lar olmalıdır” demişti. Bu hale getirilen ülke vatan olmaktan, yurt olmaktan, her tür uygarlık çizgisinden çıkmak üzere demektir. n KItap İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç l Genel Yayın Yönetmeni: Murat Sabuncu lYayın Yönetmeni: Turhan Günay l Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Abbas Yalçın l Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam ve Pazarlama Direktörü: Ayşe Cemal l Reklam Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74 l Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. l 324 Kasım 2016 S evgili Turhan, senin “dinci, darbeci, terörist” olmakla suçlandığını duyunca aklıma ne geldi biliyor musun? Orwell’in 1984 romanı. Bilirsin elbet, romandaki totaliter devleti yönetenler, birbirini çürüten iki savı aynı anda savunur; mantığı “mantıkla” çürütür; ahlaksızlığı ahlak diye yutturur; tarihi çarpıtarak yeniden yazar; insanları deli saçması şeylere inandırır (“çiftdüşün”); kavramların içini boşaltır; sözcüklerin anlamını değiştirir (“yenisöylem”); her hareketi izler (“Büyükbiraderin gözü üstünüzde”) ve “tek tip” düşünceyi benimsemeyen “dış düşman uşağı hainleri” derhal “buharlaştırır”. Halimize şükredelim, biz hiç olmazsa “dünyanın en huzurlu ve demokratik ülkesinde” yaşıyoruz. Baksana, yöneticilerimiz hasret giderelim istiyorlar: Bize de hapiste yer açmak uğruna, taciz ettikleri çocukla evlenen cinsî sapıkları bile serbest bırakmaya heveslendiler, sağ olsunlar. Eh, siz zaten “içeride” dostum Kadri ve Musa Bey’le voltranı oluşturmuşsunuz. Biz de gelirsek, bari biraz mavra yaparız, fena mı? Tımarhaneye dönen “dışarısı” başka türlü çekilmiyor! Kim bilir, bu sayede belki totaliter cinnetin ördüğü duvarları kahkahalarımızla yıkıveririz. Toplumun aklını korumanın yolu da bu değil mi? Korkmadan direnmek… Yiğit Bener turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap