29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Kimi romanların, hayatının roman olduğunu düşünen pek çoğumuzun yaptığına benzer biçimde kurulduğu, kimilerinde de yaşantı dilimlerinin düz, sıradan toplanması yerine genel anlamda bütün bir hayatın yeniden kurulduğu görülüyor… ren Aysan, Gece Uyurken’de (Can, 2014) roman kişilerinden Asma’ya, “hayatının roman gibi olduğunu” düşündürür (s. 213). Herkesin, kendi yaşantısına bakarak “hayatının roman olduğu”nu düşündüğü bir çağda yaşandığı doğru. Ama Eren, bir ayrıntı da ekleyip “roman gibi” deyiveriyor… Galiba romanı, roman yapan giz, tam da burada saklı. Hepimiz, bir romanın sayfaları arasındayız, olabilir ama bir araya getirilip sıralandığında yaşantılar, roman etmiyor yine de. Özellikle ilk romanlarda özyaşamöyküsel yanların ağır bastığı, bu doğrultuda yapıtın bir ölçüde zedelendiği öne sürülmez mi sürekli? Demek roman kişilerinin yaşadıklarına değil, nasıl işlendiğine, yerleştirildiğine bakılmalı… Bunu iki genç yazarın ilk roman örneğindeki temel kişilerden kalkarak deşmeye ne dersiniz? İlki Eren Aysan’ın Gece Uyurken’i, öteki Seray Şahiner’in Antabus’u (Can, 2014). Eren’in daha önce yayımladığı bir şiir, Seray’ın iki öykü kitabı var, bunlar yazarların ilk romanları… Bir üçüncü yazarla konuya girelim istiyorum: Albrecht Goes (19082000). Meslekten rahip Goes, daha önceleri çıkardığı birkaç şiir kitabının ardından ilk romanını Eren’le Seray’ın anne babalarının doğduğu tarih sayılabilecek 1950’de yayımlıyor, dört yıl sonra da Türkçeye çevriliyor yapıt: Tedirgin Gece (Çev. Behçet Necatigil, Varlık, 1954). ALBRECHT GOES… Anlatıcı, 1942 Ekimi’nde, Sovyetler tarafında konuşlanan Alman ordusunda Protestan rahip olarak görev yaptığı sıra, idam hükümlüsü bir askerin infazında hazır bulunması için komşu birlikte görevlendirilir. Bir ölüm tanıklığıdır anlatıcı rahibin yaşayacağı. “Harbtir bu” (12). Anlatıcı, bu sözle, her yaklaşımın önünü tıkayan, “emir, demiri keser,” deyişini anımsatır. Acılı bir içleniştir bu: “Hitler’in ekmeğini yiyor, Hitler’in türküsünü çağırıyoruz.” “Biz, biz sorumlu değiliz, biz sadece ne emredildiyse onu yaptık” (40, 41). Kurşuna dizilecek er Baranowski, aslında başarılı bir askerdir ancak dil bildiği için gizli tutulması gereken bir yapının iaşe işleri ona bırakılmıştır. Baranowski, kocası Sovyet savunmalarında öldüğü için küçük çocuğuyla ortada kalan güzel Ljuba’yla birlikte yaşamaya başlar. Kendisi de babasız büyüdüğünden çocuğu sahiplenir. S A Y F A 3 0 n 1 4 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Yaşantıyı ‘roman’da kurmak E Albrecht Goes Durum açığa çıkınca hapisle cezalandırılır ancak o, geride bıraktığı bu aile için askerden kaçar, yakalandığında cezası idamdır artık. “İşte bir hayatın dıştan hikâyesi. Ya içten görünüşü?” (59). Bu nedenle anlatıcı, “Bu gezegende yaşayan, ister istemez suçlu olacaktır” diye düşünür (91). Bir rahiptir o: “Hayat sofrasına çağrılmamışlara ahret sofraları kurulaca(ktır)” (72). Derken sığınış anı: “Belki de bu bir kanun: Zorluğun olduğu yerde yapılacak bir şey vardır; işi şakaya boğmak!” (53). SERAY ŞAHİNER… Seray’ın Antabus’una tam bu noktadan girebiliriz. Kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle diyor yazar: “Mizah, Leyla’nın hayatının suni teneffüsü” (BirGün, 24.6.2014). Kim Leyla? Antabus’un anlatıcısı, romanın dayanağı, üçüncü sayfa haberinin başrolündeki karakter… Seray, Leyla’yı, özyaşamöyküsünden taşıdığı “konfeksiyonda el işçiliği ve makinecilik”le ilişkilendiriyor. Şahiner, Leyla için birbirinin değişkesi görünse de bütünleyici iki farklı yaşantıyla kurguladığı farklı iki bölümle çıkıyor okur karşısına, “Sayfayı çevirmeyin,” uyarısıyla birlikte bu ilk romanında. Anlatı, kendisini apaçık bir tiyatral metin olarak da koyuyor. Çünkü Leyla, tek kişilik bir oyun kişisiymiş de akışa göre yer yer monologlar, diyaloglarla örülü konuşmalar yapıyormuş havasında bir anlatı karakteri konumunda algılanabiliyor. Bu, yapıtın roman olmadığı anlamına gelmemeli ama doğrudan oyun metni olarak kaleme alınmışçasına bir izlenim bırakabiliyor. Nitekim İlham Yazar yönetiminde Nihal Yalçın’ın sunduğu Tatbikat Sahnesi yapımı Antabus oyunu bunu doğruluyor. Bu bağlamda örnekçe olarak Günay Karacaoğlu’nun sunduğu yazar yönetmen Metin İpek imzasını taşıyan, Aysa yapımı Basit Bir Ev Kazası oyunu burada anımsanabilir ayrıca. Kuşku yok ki bunda, anlatının bir biçimde kara güldürü olarak öne çıkmasının rolü bulunuyor. Sözgelimi Leyla’nın şu sözleri alaysamalı gönderme anlamında tam bir koygunluk yansıtıyor: “Bence bu tecavüz meselesini biraz fazla abartıyorlar. (…) Ne var ben her gün uğruyorum!” “Ne de olsa nikâhlı tecavüzcüm!” “Benim en büyük hayalim boşanmak” (41, 42, 61). Leyla için kurtuluş iki türlü gerçekleşebilir, başka bir yol bulamaz kendisine; sonuç ölümdür, ya intihar edecektir bir an önce ya da öldürülecektir nikâhlı tecavüzcüsü tarafından. Ama üçüncü sayfayı öyle hemence çevirmemek gerekir, bir sürpriz de karşılar okuru. EREN AYSAN… Eren Aysan’ın Gece Uyurken romanı da ötekiler gibi ölüm gerçekliği üzerinde yükselen bir anlatı. Bu kez siyasal cinayete kurban gitmiş bir baba ile yaşadığı onca acıya dayanamayıp kansere yenik düşen bir annenin ölümü ile karşı karşıya geliyoruz romanda. İlk romanda kurşuna dizilen asker, Alman ordusunda kurulu mahkeme kararıyla öldürülmüştü, ikinci romanda bir kadın cinayetiyle, böyle değilse bile potansiyel bir erkek (egemen) vahşetiyle terörüne tanıklık yapmıştık. Üçüncü romanda ise derin devletin kışkırttığı, en azından göz yumar göründüğü bir cinayet söz konusu. Sonrasında yaşadıkları ardından kanserin hayattan kopardığı bir kadın var. Eren’in romanında doğrudan ya da dolayımlı anlatıcı Gazel, ABD’de üç yıldır burslu öğrencidir (147). Gerek katledilen şair, yazar babasını gerekse ölmek üzere olan annesini, ailenin Seray Şahiner öyküsünü, kurduğu bağlantılar yo luyla, yaşadıklarından da yararlanarak bütünlemeye çalışır. Ayrıca bir defteri vardır Gazel’in, buna dönük yer yer kurmacalar ekler. Evreni, kişileriyle anlatı, anı, çağrışım, esin yoluyla lif lif gözler önüne serilir böylece. Her üç yapıt da ölüm gerçekliğine dayalı altüst oluşa yöneliyor… Albrecht Goes, Tedirgin Gece’de anısından yola çıkıp geliştirerek kuruyor romanını, bu çerçevede evrenini, kişilerini birebir yaşadıklarıyla örtüştürüyor. Yine de insanın genzinde tütsü tadı bırakan sıcacık, yakıcı bir anlatı bu. Roman olmaya roman elbette ama okuru daha çok tragedik olgularla buluşturması nedeniyle insanda kutsal kitaplardan alıntılanmış menkıbe havası bıraktığı söylenebilir anlatının. Seray Şahiner ise bize bir üçüncü sayfa haberinin kahramanı olarak tanıttığı karakteri aracılığıyla yapılandırıyor Antabus’u, bir kara anlatıyla harmanlayıp öyle çıkarıyor. Güzel, iç yakan bir anlatı elbette ama üçüncü sayfaya yansıyan dramlarda olan bitenin, kısa olay dizilişlerinin aktarımı olarak kaldığı savlanabilir romanın. Artalana dayalı halde yeniden yaratılıp kurulamayan, sonuçta ancak içi kadar yer kaplayan bir kadın anlatısı… Eren Aysan, Gece Uykusu’nda Gazel’i, kendi yaşamına dayandırırken soyutlayımda, dönüştürümde bunu ağıt, kederli bir içe dönüklük, aile tarihindeki kopuklukları giderme, bunlardaki yeğinlik gibisinden kestirmelere yönelmiyor. Tersine yazınsal bağlamda tam bir çeşitlendirmeyle çıkıyor karşımıza. Bu doğrultuda Eren’in romanındaki özyaşamsal öğelerin yazınsal kalıba alındığı söylenebilir. Böylelikle okurun, dış gerçekliğin arkasına sızmasının, farklı bir yazınsal gerçeklik kurabilmesinin önü açılıyor, Romanda Eren’in uygulayımları şöyle sıralanabilir: 1. Cüce karakteri, romana bir deus ex machine öznesi olarak alınıyor, 2. Anlatı, “zaman” olgusuyla koşut geliştirime, dönüştürüme uğratılırken masal, şiir, söylen kadar rüyalar, karabasanlarla Eren Aysan da içlidışlı kılınıyor, 3. Anlatıda, aile tarihi aşılırken ülkenin toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel yapısına dönük artalan yanında dünya siyasal oluşumlar, ilişkiler tarihi gibisinden düzleme de kapı aralanıyor… Evet, üç roman da cinayetlere özgülenip bu odakta halkalanan aile ilişkileri temelinde kuruluyor. Ama Tedirgin Gece, yalnızca düz değiştirime uğratılmış bir anı roman, Antabus, Türkiye’de kadına reva görülen trajik yarılmaya dönük anlatımcı bir roman, Gece Uyurken ise dış gerçeklikten kalkarak yeniden kurduğu yazınsal gerçeklikle bizde yeni ufuklar açmayı başaran bir roman… Kimi romanların, hayatının roman olduğunu düşünen pek çoğumuzun yaptığına benzer biçimde kurulduğu, kimilerinde de yaşantı dilimlerinin düz, sıradan toplanması yerine genel anlamda bütün bir hayatın yeniden kurulduğu görülüyor… Roman, yaşanan değil, kurulan bir “şey” ama… n K İ T A P S A Y I 1 3 1 7 M A Y I S 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle