20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Fatih Öcal’ın Mayıs adlı romanı, kısa süre içinde yine bir ilk romanla buluştu, kuşaktaşı sayabileceğimiz Ayşe Sarısayın’ın Ansızın Günbatımı’yla. Ansızın Günbatımı ise Ayşe Sarısayın’ın ilk romanı olsa da ilk kitabı değil… Anı, öykü, yaşamöyküsü türlerinde verimledikleri ardından yayımladığı bir ilk roman bu… 015 doğumlular, ilk romanlarını ne zaman yayımlar dersiniz? Kimileri yirmilerine girmeden kitap çıkardığına göre 2015’lilerin yayınları da 2030’larda arzı endam edebilir… Nitekim Yağmuru Gözlerinde Sevdim (Çatalzeytin, 2013) adlı ilk şiir kitabını on altısında yayımlayan Mertcan Karacan (d.1997) günümüzün örneği olarak alınabilir… Demek şu bir iki yıl içinde 2000 doğumlular da ilk kitaplarıyla çıkacak ortaya… Ancak her yazarın sonradan yayımladıklarını da izlemek gerekiyor… Yazarlığı sürüyorsa eğer, nasıl bir yol çiziyor, bu da önemli çünkü… Ne var ki 2015’te doğan kimileri, elli yıl sonra da yayımlayabilir ilk kitabını… Yani 2065’te… Buna göre ne onlu yaşların ortalarında yayımlayanlara sorulabilir bu kıvraklığın nedeni, ne de ilk kitaplarını ellisinde çıkaranlara bu yavaşlığın… 1965 doğumlu Fatih Öcal, ilk romanını 2014’te gün yüzüne çıkardığına göre, 2015’te doğanlardan biri de ilk kitabını yaklaşık 2065’te yayımlayabilir pekâlâ… Fatih Öcal’ın Mayıs (Can, 2014) adlı romanı, kısa süre içinde yine bir ilk romanla buluştu, kuşaktaşı sayabileceğimiz Ayşe Sarısayın’ın Ansızın Günbatımı’yla. (Can, 214) Ansızın Günbatımı, Ayşe Sarısayın’ın ilk romanı olsa da ilk kitabı değil… Anı, öykü, yaşamöyküsü türlerinde verimledikleri ardından yayımladığı bir ilk roman bu… Diyeceğim, Öcal’ın Mayıs’ı, ilk göz ağrısı ama Sarısayın yazınsal deneyim bakımından azımsanmayacak birikime sahip… Amacım bu iki ilk roman üzerinde dururken yarıştırmak ya da karşılaştırmak değil bunları… Yazarlığın ne menem iş olduğu üzerinde durmak daha çok… FATİH ÖCAL; “MAYIS”... Fatih Öcal, anlatıcısı ağzından girdiği, beş yüz sayfayı bulan romanında, “1 Mayıs günü hayatım tamamen değişti. (…) O gün birileri karımı öldürdü,” diyor S A Y F A 2 2 n 8 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Yaşamdan yazına,yazından yaşama... Fatih Öcal, “av ve avcılarla dolu bu dünya”yı bize göstermeyi değil, anlatmayı yeğliyor romanında. 2 ilk tümce olarak. Farklı iki düzlemde yapılandırılan anlatı, günlere dağılmış halde sürüyor… Sözünü ettiğim iki düzlem anlatı yapısı ile birbirinden belirgin farklarla ayrılıyor. Anlatıcının özöyküsel aktarımla sürdürdüğü bölümler, kimi geri dönüşler, iç sorgulama, anımsayış, çağrışım içerse de eylemlilik barındırıyor. İkinci düzlemde “Sessiz Diyaloglar” başlığı altında, anlatıcıyla öldürülen karısı arasındaki düşsel söyleşimler geliyor önümüze; eyleme değil düşünsel çıkarımlara uzanıyor, yaşam üzerine denemeler biçiminde sürüyor. Romanın ön yüzünde olup bitenlere bakıldığında kitle iletişim araçlarından siyasal yapılanmaya, yeraltı dünyasından işüretim ilişkilerine, güvenlik güçlerinden şeriatçı örgütlenmeye dek uzanan geniş yelpazeye serpiştirilmiş bir toplumsal, sınıfsal olgular bütünü, bunlara yönelik veriler, göndermeler dikkati çekiyor. Bütün bunlar hep anlatıcı aracılığıyla düpedüz aktarılıyor. Öte yandan ayrıntılarda bir yığışım yoğunlaşması da çıkıyor ortaya. Bu, romanın şişkinlik sorunuyla boğuşmasına yol açıyor. Öyle ya, kimi ayrıntıları harara atarcasına doldurmak anlatıya ne kazandırır? Hızlı trenle gidiliyormuş havasında olay akışına göre yol almak derinlikli kavramanın, daha doğrusu alımlamanın önünü kesiyor. Soluk soluğa okunduğunda roman, başarı mıdır peki bu? Böyleyse eğer, ara finallerle adeta dizi bölümlemesi mantığıyla yeni açmazlar yerleştirerek okurda heyecanı, coşkuyu tazeleyip kitabını bir solukta okuttuğu söylenebilir yazarın. O zaman Fatih Öcal’ın nitelikçe nasıl bir okuru hedeflediği sorgulanabilir kanımca… Sonuçta roman evrenini, anlatılanların ilginçliğine yaslayan, okur ilgisini bu şekilde ayakta tuttuğu izlenimi bırakan anlatısıyla Fatih Öcal, “av ve avcılarla dolu bu dünya”yı (237) bize göstermeyi değil, anlatmayı O C A K 2 0 1 5 yeğliyor denebilir. Böyle olunca bir roman kişisinin, olup bitenlere yönelik kestirimleri ardından, “Al sana senaryo!” (264) demesine benzer biçimde, biz de, ancak bir polisiyenin kışkırtısıyla aktarılabilecek olayların bizi sürüklediği kanalda koşuyoruz nefes nefese yalnızca. Bu doğrultuda “senaryo(nun) mantıklı” olması (378) yetiyor çünkü. Ama yine de Mayıs’ın bir ilk roman olduğunu unutmamak gerekiyor. Tam da bu nedenle işte, bir başarıyla açıyor yazarlık perdesini Fatih Öcal. AYŞE SARISAYIN; “ANSIZIN GÜNBATIMI”... Ayşe Sarısayın, anneanne, anne, evlat üç kuşak kadının birbiri içinde gezinen dramlarına, yaşanıp sönen, söndükçe yeniden yaşanan öykülerine yoğunlaşıyor. Geri dönüşler, ileri sarışlar eşliğinde halkalanan, hatta birbiri yerine geçen bu yaşamlar sonuçta bir büyük insanlık dramının önüne çıkarıyor bizi. Kadın karakterlerin anlatıcı, kurucu olduğu, erkeklere daha çok kıyıda bırakılmışlığın, belki seyirciliğin ya da çekip gitmenin yakıştırıldığı bir evren... Ama kadınlar önde görünse de derinde insanın temel sorunlarına odaklanıyor yine de yazar. Birer küçük burjuva aile bireyi ortalaması bağlamında alınabilecek bu insanların özellikle acı tebessümleri, suskunlukları, sabırlı bekleyişleri, hiçbir zaman anlaşılamasalar da kendilerini çoğaltarak hoşgörüyle, dirençle yaşamın çeperlerine tutunmaları, öteden beri özel bir yere sahip Ayşe Sarısayın anlatısında. Bu evrenle karakterler Ansızın Günbatımı’nda yeniden karşımıza çıkıyor. Adeta kurumlaşAyşe Sarısayın mışçasına insanların üzerine inen o büyük çaresizlik, düş kırıklığı… Taşra yaşamı silinmiş, silinecekmiş izlenimi bırakırken öteki geçmiş yaşantıların da hep, “içgüdüsel olarak sansürle(n) diği” (55) bir kısırdöngü… İçli, dokunaklı, derinlikli katmanlarıyla okur belleğinde kendine muhkem bir obruk açıyor deyiş yerindeyse; gittikçe büyüyüp genişleyerek yerleşiyor buraya. Romanı çözümlemeye girişirken iki terime yer açmak zorunlu: “pentimento”, “sfumato”… İki terimi de ressam annenin ağzından dinliyoruz. “Pentimento”, “resmin bir bölümünü beyazla kapatı(rken)”; “Ressamın beğenmediği bir resmin tamamına ya da bir bölümüne astar çekip üzerine başka bir resim yapması,”. (42) “Sfumato” ise, “Renkler arasında yumuşak geçişleri sağlayan, keskin çizgilere yumuşaklık kazandıran yöntem”. (139) Romandaki kadınların bu iki terimin açılımları çerçevesinde değişen, çevrintilerle savrulan, dağılıp giden yaşamları; suluboyanın birbiri içinde eylenen renkleri, göz kırpan çizgileriyle sürüyor. Böyle olunca okur etkin rol üstleniyor romanda… Kimileyin belki melodramatik uçlarla karşılaşıyorsunuz, ama bunları da ustalıkla, kendine güven duygusuyla dengeliyor yazar. Ayrıca anlatıcı kadının çocukluktan ergenliğe, genç kızlıktan kadınlığa geçiş aşamalarında, dönüşüm dayanaklarını göstererek okura getirdiği açılımlarda da ortaya çıkıyor bu güven… Gözünüzü kısıp baktığınızda, belki Peride Celal anlatılarından birinde geziniyormuş duygusu yaşayabilirsiniz bir çalım. Sonuçta bir aile tarihi gibi de alınabilir roman; herkesin yaşayabileceği türde üstelik. Nitekim yüreğiniz çizilerek okuyorsunuz romanı, bunda yazarın yaydığı kuşatıcı, baskın gerçektenlik duygusunun büyük rolü var elbet. TEK ROMANLA YAZINIMIZA DEĞER KATABİLMEK... Ayşe Sarısayın, yazınımızda, az sayıdaki birkaç kitabın yazarı. Ancak ciddi değer üreticisi… Yazarlık, anlatılanların öyküleştirilip sıraya dizildiği, rap rap yürütüldüğü bir iş değil, hikâye etmek de değil… Ayırıp sınıflandırma, bunları yerleştirip birleştirme, bozup yeniden çarpanlarına, bölenlerine ayırma, bütün bunları sıralı sırasız, yerli yersiz sürdürme eylemi kesintisiz… Bu açıdan bakınca Ayşe Sarısayın’ın ilk romanı, yazarlık yoluna giren gençlerce “ders notu” biçiminde de okunabilir kanımca. Çünkü yazmayı heyecanla bekleyip yaşamını bu doğrultuda kurgulayan kadın karakter, bir yaratı sorunsalının da önüne çıkarıyor bizi. Yaşam çengeline dönük getirilen parodi, yaşamın ayak bağlarından kurtulup yazının özgürleştirici yaratıcılığına atlayış, eksiltili anlatıma eklenen sıçramalı geçişler, anlatıyı uçurmanın yolları olarak alınabilir. Doygunluğun doruğunda sözdizimleri; yerleştirilen yan anlam öbekleri, kararınca kurulmuş işlevsel bağlar; tümü de bir içli müzik eşliğinde yudumlanıyor, nasıl gönül okşamaz böylesi anlatı? Şiir, öykü gibi büyük dil işçiliği, duygu zenginliğiyle, yazınsal bezeme, işlevli süslemeyle kaleme alınmış bir roman bu. Diyeceğim yüksek bir yazınsallıkla örülü, soy bir yazıncı elinden çıktığı hemen görülebilen bir roman Ansızın Günbatımı. Özetle, yeni bir okuma ödevi deyivereyim kestirmeden... n K İ T A P S A Y I 1 2 9 9 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle