Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K Öykü yazmak ya da bizden veya dünyadan farklı dillerde öyküler okumak nasıl değer taşıyorsa bunlar üzerine ya da öykü temelinde kuram, eleştiri, deneme türlerinde üretilmiş yapıtları okumak da bu kertede önemli iş kuşkusuz… omanlar üzerine verimlenmiş kimi eleştiri, deneme kitapları üzerinde durdum da bugüne dek, öykülere özgülenmiş bu tür kitaplara eğilemedim gereğince. “Kitaplar Adası” yazılarının fazlası yok biliyorum, eksiği ama pek çok… Süreç içinde bakalım ne kadarını tamamlayabileceğim eksikliğin… Bu hafta, kitaplarına kuşbakışı değinirken öyküye, öykü sanatının neliğine farklı açılardan bakmaya çalışan üç yazarın yaklaşımına yer açayım istiyorum… Semih Gümüş’ün Kedi Gözü (Can, 2010) adını verdiği “eleştiri” odaklı kitabı, Necip Tosun’un, kapsamını geniş tuttuğu Modern Öykü Kuramı (Hece, 2011), Cemil Kavukçu’nun Örümcek Kapanı (Can, 2013) başlığı altında bir araya getirdiği denemeler toplamı, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’ne gelen bu hafta sözünü etmek istediğim yayınlar… Semih Gümüş, Kedi Gözü’nde toparlanık bir özetçe bağlamında öykücülüğümüze bakarken günümüz öykücülüğünde uç veren yazınsal tutumlarla kimi örneklere yer açıyor. Necip Tosun ise Modern Öykü Kuramı’nda açısını daha genele yerleştirerek, ötesinde dünya öykücülüğünün kimi nirengilerini dikkate alarak daha bütüncül bakışla öykücülüğümüzün ulaştığı birikime yaklaşmaya çalışıyor. Bunlar arasında Cemil Kavukçu’nun, öyküye dönük denemelerinden oluşan Örümcek Kapanı ise hem öykü gibi okunabilirliği hem de buna koşut sunduğu okuma şöleni ile dikkati çekiyor. Şimdi geçelim üç kitaba, bunlarda gezinelim biraz da, kısa notlarla… CEMİL KAVUKÇU: “ÖRÜMCEK KAPANI”… Öykü okurları, yazarları kadar sıradan okurun da büyük tat alarak okuyabileceği bir yapıt Örümcek Kapanı. Kavukçu, o çok iyi bilinen öykücülüğünü de kılavuz yaparak kendisine, adeta öyküye dönüştürerek kaleme almış yazılarını. Ancak getirdiği hoş, eğlenceli havaya bakılarak bunların sabun köpüğü parıltısı yaydığı düşünülmemeli. Acılarla örülü, gülünesi yaşantı kesitlerini kucaklayan bu anlatılarında Kavukçu, deneme gibi okunabilirliklerinin yanında basbayağı öykü gibi okunurluk yansıtan metinler çıkarıyor ortaya… Yazar, bu kitabıyla yalnız öykücülere, S A Y F A 18 n 13 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Kuramla eleştiri, denemeyle öyküye bakış öykü severlere yönelmiyor; okuma, yazma edimiyle bir biçimde ilişkilenen herkes için ciddi başucu yapıtı niteliği taşıyan bir yapıt koyuyor ortaya kanımca. Belli, süzülmüş ya da içsel sınamalardan geçirilmiş metinler bunlar. Ancak bunları sağlayan temel bir özelliğe daha sahip yapıt. Nedir bu özellik? Görebildiğimce Kavukçu, yelpazenin farklı yerlerinde bulunduğunu kestirdiği okurların tümünü dikkate alarak çıkıyor yola; bu çerçevede metinlerde kumara hevesli, tuzağa düşmeye yatkın okuru da, külyutmaz havada entelektüel görmüş geçirmişlik büyüklenmesi içindeki tuzu kuru okuru da farklı açılımlarla buluşturabiliyor. Sonuçta yazarınca “deneme” olarak nitelense de, isteyenin öykü, gülmece yazısı hatta anı, isteyenin kuram, eleştiri yazıları bağlamında okuyabileceği metinlerden oluşuyor kitap. Bu çerçevede kimi okur diyelim Berber Cemil’i, Gop Gop Nuri’yi, Muzaffer Hacıhasanoğlu’nu vb. okuyup onun dünyasına dalabileceği gibi kimi de herhangi öykünün, “aydınlanma ve kırılma anları”nın, “öykü patlaması”nın (26, 27) neler olabileceği üzerinde kafa yorabilir. Artık kim neye düşkünlük gösterirse… Hatta isteyen, yazarın, “öykü kedi gibiydi, sen onu okşamak istediğin zaman değil de, o kendini sevdirmek istediği zaman yanına geliyordu” (31) deyişi üzerine de geliştirimde bulunabilir. Bunları döndüre devire, çoğalta yaya sürekli yinelemekten geri durmuyor zaten Cemil: “O gelip seni bulmadıkça, açıklanması güç tuhaf dünyasına çekmedikçe, başını döndürmedikçe hiçbir görüntüden, sesten, yüzden öykü çıkmıyordu. Bir tür aşktı bu. Sen onu değil, o seni seçiyordu.” (45) Bu nedenle “öyküyü arayan, kovalayan değil, sabırla bekleyen biri” (105) olmak gerekiyordu. Örümcek Kapanı, öykücülüğümüz açısından olduğu denli yazınsal alana yaklaşımdaki bakışıyla da bu doğrultuda önemli katkı koyuyor kanımca. Çünkü öykünün bağrından çıkarak son dönem öykü okurunun gönlünde taht kuran bir yazarın imzasını taşıdığından, ürün verdikleri alana yönelik düşünce üretmeleri yönünde öteki yazarları kışkırttığı için, bu bağlamda yaşanan yoksulluğu görece zenginleştiriyor bana göre. Yukarıda özetlemeye giriştiğim nedenlerden ötürü, her okurun severek okuyabileceği bir kitap bu. Ancak özellikle öyküye yeni başlayanlarla, öykü için kalem oynatmaya cesaret gösteremeyenlerin, kafalarında ikircim taşıyan genç yazarların neredeyse ev ödevi olarak ama mutlaka okumaları gereken bir yapıt Örümcek Kapanı. 2014 R SEMİH GÜMÜŞ: “KEDİ GÖZÜ”… Semih Gümüş, iki farklı düzlemde yapılandırmış Öykünün Kedi Gözü’nü. İlkin öykücülüğümüzün kısa tarihçesi içinde kimi çıktılara göz atarak bu gelişime dönük ivmelere, bunun genelde öykücülüğümüz içinde yerleştirilebileceği bağlamlara değiniyor, sonra da öykünün anlamsal yoğunluğuna yöneliyor. Üstten böyle bir akış sürerken, kendi kişisel yönelişlerine bağlı açılımlar getirmekten geri durmuyor Semih. Bu çerçevede şu satırlar, onun öyküye yönelik kişisel yorumu olarak alınabilir pekâlâ: “Roman tembellik yaratır, diyemem, romanı sevdiğim için. Gel gelelim, insanı ister istemez dışa dönük tutması, hep başkalarının dünyasını paylaşmaya çağırması, insan zihninin yüzeydeki kıvrımlarında dolanıp içselleştirilemeden akıp gitmesi de romanın öyküden farkını gösteren, daha doğrusu öyküye yenik düştüğü noktalardır./ (…) Bu hayatın romanını yaratmak kolay değil, ama insanın parçalandığı her ânın öyküsü yazılabilir ve yazılanların öncekilerden bambaşka olacağına da kuşku yoktur. Sürekli biçimde parça parça dağılıp yeniden yola düzülen hayatın tedirginliğini en iyi öykü anlatabilirdi. “1990’ların ikinci yarısından sonra kartopu gibi büyüyen öykü tutkusunun nedenlerini açıklamak hep zor oldu, ama sanırım öyküyü anlamlı ve işlevli kılan da bu parça etkisinin insanın belleğini, bilincini, yüreğini yakmasıydı.” (48, 49) “Taşı gediğine kor gibi öyküyü her fırsatta romanın önüne geçirmenin gerçekten de doğru ve geçerli nedenleri olup olmadığını sorgulamıyor değilim. Acaba, diyorum, biraz da zorluyor muyuz ve öykü için gerçek sandığımız, yoksa kendi gerçeğimiz mi yalnızca?/ Doğrusu, en az on yıldır roman okumayı öykü okumaktan daha çok seviyorum. Derdim nedir öyleyse? Etkin okur gözüyle yaratıcı yazının incelikleriyle içli dışlı olmak ve romanın derin yapısında bile eleştirinin arayıp da bulamayacağı gizleri çözümlerken yazınsal yazının özelliklerine, sorunlarına gözü pek öneriler getirmek için öykü dilini denek olarak kullanmak.” (52, 53) Umalım ki, öykü yazarlarımız kadar romancılarımız da Semih’in bu sözleri üzerinde düşünme, bunları tartışıp tartma fırsatı bulur bir biçimde. Bu alıntıya yazarın “Önsöz” olarak kaleme aldığı “Öykünün Zamanları” başlıklı kimi satırlarını eklemek de olası: “Yazınsal yazının verdiği doğrudan anlamların dışında, sahip olduğu öteki anlamları da taşıyabilme yetisi, öykünün yapısal özelliğinin çimentosudur.” (13) Semih, “öykünün ayrıntıların gizilgücünden çıktığını” (12) vurgulayıp şu yargısını paylaşıyor bu arada: “…[Y]akın çevremizde öykünün bizimkinden daha çok sevilip sayıldığı, bunun doğrudan yayımlanan dergilere ve kitaplara yansıdığı, karşılıklarını okurun ilgisinde ve tartışmalarda bulduğu başka ülke edebiyatı var mı? Çok uzaklarda, Birleşik Amerika ile Latin Amerika’da var elbette, bizdeki gibi, her yerden öykücülerin çıktığı edebiyatlarda.” (13, 14) Bu yargısını Semih, şöyle bir kesinlemeyle bir kez daha pekiştirmeye girişiyor: “Bir öngörüde bulunmam (ya da inancımı belirtmem) gerekirse: Öykünün üç atlısı var: Amerikan ve Latin Amerika öykücülüğü, bir de bizim öykücülüğümüz: İlki usta, öteki dörtnala koşmaya alışmış, bizimki tırısta.” (137) NECİP TOSUN: “MODERN ÖYKÜ KURAMI”… Semih Gümüş, öznel tutumun önemini gösterirken Necip Tosun, yorumlar, değerlendirmeler kadar ayrıntıların yerli yerine oturtulduğu bütünlüklü bir yapıta yöneliyor. Bu anlamda Modern Öykü Kuramı, akademik ilkelere yaslanışıyla dikkati çekiyor denebilir. Nitekim Tosun, kitabına dönük bu yöndeki saptamasını daha işin başında şöyle dillendiriyor: “Modern Öykü Kuramı tüm başlıkları önceden belirlenip tasarlanmış yazılardan oluştuğu için sistematik bir karakter taşıyor. Baştan sona bilinçle, bir bütünlüğe doğru gidildi.” (10) Bu nedenle okurların, gerek dünya öykücülüğü gerekse bizim öykücülüğümüz konusunda ansiklopedik anlamda yararlanabileceği, başucu kaynağı olarak kullanabileceği değerde bir kitap Tosun’un yapıtı. Tosun, Gümüş’ten ayrılan tutumla, öykücülüğümüze en genelden bakarak, olguyu kendi tarihi geçmişine, kabına oturtan yaklaşım sergiliyor denebilir. Bu çerçevede o, dünya öykücülüğünün “özellikle, kurucu, dönüştürücü adlar”ı (16) olarak Gogol, Poe, Maupassant, Çehov, Mansfield, Joyce, Kafka, Hemingway, Faulkner, Borges, Hidâyet, Márquez üzerinde durup, ardından bizim öykücülüğümüze geçerek başlangıcından günümüze neredeyse eksiksiz tarihçe koyuyor ortaya. Öte yandan öykü sanatında uç verdiği gözlenen farklı yönsemelere dönük örneklemeli açıklamalar da getiriyor Tosun. Bu çerçevede yoğun emekli, bunu apaçık gösterdiği için de ilgiyi hak eden bir yapıt Modern Öykü Kuramı. İşte size öykü sanatı, öykücülüğümüz, dünya öykücülüğü bağlamında yararlanabileceğiniz üç kitap… Hele bunlarla buluşalım, haftaya öykülere de gelecek elbette sıra… Ama bu arada iki not ayrıca… Tüm öykülerine, romanlarına, hatta yazılarına aralıklarla yer açtığım değerli öykü ustamız Oktay Akbal, son yazılarındaki öykü bilgesi tutumuyla öykücülerimiz için kılavuzluğunu sürdürüyor yine… Aynı şekilde öykülerine, romanlarına, çevirilerine yer açtığım Kâmuran Şipal de ustalığıyla köşe taşımız kuşkusuz… İki büyük yazarıyla iki ulu çınarını öykücülüğümüzün, bizi onurlandıran adlar olarak, öykü severlere anımsatayım istedim… 14 Şubat Dünya Öykü Gününüz, Sevgililer Gününüz kutlu olsun efendim; hep aşkla, öyküyle nice yıllara…n K İ T A P S A Y I 1252 Ş U B A T C U M H U R İ Y E T