Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kötü ile didişmek için kötü olmak gerektiğini iddia eden bir şiirden söz açıyoruz; oyunun kuralı bu. İyiler ile kötüler arasında geçen bir hikâye olamaz artık çünkü; kötü sınırlarını aşmış ve karabasana dönüşmüşse iyinin de bu evrimden payını alması ve kazanıp bir sonraki “iyi” kuşağa dünyayı teslim edebilmesi için şimdilik kötü olması şarttır. Metal müziği düşünün; o ağır tınıların nedeni birilerini rahatsız etmek değil midir temelde? Siz sertleşmediğiniz sürece daha çok Ali’ler kaybedilecektir. Şiirde inancın tükenmesi, bireyde bağımsızlık disiplini sağlayabilir. Denemekte fayda var. Yağmur, bulut, özgür at, küfür, cinsellik, özgürlük, insan, hayvan, imtihan, okyanus, sürek avı, ölüm, kavga, gece, din, siyah beyaz, buz, envanter, yılgı... “Ali” kitabındaki önceliklerine göre sıralar mı şairi? Bütün bu sözcüklerin öncülü “sahicilik”, ardılı da “vefa”; vicdanı serbest bırakırsanız her ütopya gerçekleşir. “EDEBİYATÇILARI OKUMUYOR, DİNLİYORUM!” “Eflatun Sufleler”... Seslenen tarzda yazmak... Konuşur gibi yazılar... Kimi onlarla, kimi kendi kendiyle... Can Yücel’in takıldığı bir konuydu bu: “Şiir yazılır mı, söylenir mi?” Hem derin hem de menzili geniş bir tartışma konusu. Konuşmak değil de sohbet dersek belki sağlıklı bir bakış edinebiliriz; bir okurum “son şiirlerini çok sevdim, çünkü bunları anladım” diye yazmış geçenlerde. Galiba aslolan da o: Deneme denen edebiyat türünü mektup denen edebiyat türünden de beslenerek her metne yaymak. Okuru uzaya yollamak için zorlamaz, uzayı okura getirebilirseniz iş bitmiştir. “Eflatun Sufleler”in Önsöz’ünde şairleri oldukları ve şiirleri göründükleri gibi değil de, olmalarını, görünmelerini istediğiniz gibi yorumladığınızı belirtiyorsunuz. Ve “Açıkçası, dürüstçe, çoğunu da sevemedim” diyorsunuz... Herkesi, her şeyi seven insanın değerleri yoktur da ondan; ölçüp biçemiyordur. Haklıyıhaksızı, güzeliçirkini ayırt edemiyordur. Rastlantı sonucu hümanizm diye bir kavram yok. Sırf ürünlere bakarak bir harita çizersek yanılırız; nedenlerden çok sonuçlar üzerinde durma eğilimi taşıyoruz. ‘Bu hükümet hiç mi iyi bir şey yapmadı’ sorusu bile dediklerimin kanıtı. Hafifletici nedenler bulmak konusunda uzmanız. Ben değilim. Kötü olana en ağır cezayı veriyorum; sevmiyorum yani. “METİN ALTIOK DA ALİ BENİM GÖZÜMDE, ÖLDÜRÜLEN HERKES ALİ!” “Ve ben, küçük İskender, bütün zamanlara dağılmış kayalıklara âşık bir leylek yavrusu gibi, zorlandığım göçü reddederek ölümüne kaldığım bu mecrada, el sıkıştığım tüm şairlerin parmakizlerini hâlâ özenle saklıyorum avcumda! Sol Avcumda!” Anlatır mısınız? Ben edebiyatçıları okumuyorum işte, dinliyorum. Bir rehberin C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Suriye’den gelen kurşunlarla ölen çocuklar da, cinsel yönelimleri nedeniyle öldürülen travestiler de. Herkes Ali. “EFLATUN SUFLELER SİYASİ VE DİŞİ BİR METİNDİR” Kültür rahmini neden yadsıyor (mu)sunuz? Kültür rahmini topografik ölçekte değerlendirmiyorum; gezegen zenginliği olarak benimsiyorum. Yazdıklarımın dünyanın diğer ucundaki insana bir şey ifade etmemesi yorar beni. Önce insana anlatayım, sonra belki doğaya anlatma şansım doğar. Ne kadar biyografiktir “Eflatun Sufleler”? Kendini ne nebze daha açık etmedir? Eflatun bir renk olduğu kadar da hocadır, düşünürdür; kendi okuma günlüklerimi ders notlarına çevirebildiysem eğer, bunun “ruh durumu” ile “var oluş nedeni” arasındaki ince ayarıyla gerçekleştirebildim. Şair de herkesi, her şeyi görebilmeli. Onun tuttuğu sevapgünah defteri de olsa olsa şiirleri. Ne kadar siyasi bir metin(mi)dir “Eflatun Sufleler”? Türkiye’nin zemin katına nasıl bir iniştir (midir)? Ve “ben, siz, o”dur? Siyasidir, çünkü tavır alabilme riskini göz ardı etmemiş bir metin. Üstelik dişi bir metindir; her baskısında genişleyebilir, daralabilir, hatta kimi yargılareleştiriler değişebilir. En kadın kitabımdır diyebilirim. Ülkemizin katmanlarından çok tonlarına yakın durur Eflatun Sufleler. Farklı bölgelerinden şairlere yönelerek pratiği güçlendirmeye, sırf İstanbullu kalmamaya çalıştım. “Bir dün kurmanın bir düş kurmaktan daha güç olduğunu” bildiğini ifade ediyorsunuz kitapta. Peki ya gelecek için neler söylersiniz bu anlamda? Teklifi reddediyorum denebilir; sürprizden yanayım. Düş bir tekliftir, dün kurmak ise sürprizlere açık olmak, her olayla eskiyi sil baştan yazabilmek cesaretini taşır. Ailemi oluşturan edebiyatçılarla monologum ister istemez benim de gelecekteki koordinatlarımı belirleyecek. Okura karşı sorumluluğum bu; öldüğümde beni ‘herkesle arasını iyi tutan bir fırsatçıydı’ diye hatırlamalarını istemem. “GÜZEL OLAN HER ŞEY BİZ ÇAPULCULARLA GELECEK” Derken omzunuzda “Talebeniz Martı”, yoldaşınız “Renkkörü Kurt”la birlikte şiiri severek, şiiri yaşayarak Ruh’un Gemisi’ni inşa etmeye karar veriyorsunuz. İlhan Berk’in “Gün düştü / Artık oturup eski şiirler okumalı” dizelerini anımsatıyorsunuz sonra. Talebeniz, yoldaşınız, Ruh’un Gemisi, İlhan Berk’in şiiri ve günün düşüşüne atfen söyleyin sözünüzü burada da... Gün düşmez bende; tufandayız ve gemimiz büyük. Güzel olan her şey biz çapulcularla gelecek, geriye kalan tüm kötülükler hak edenlerin ganimetidir. Kitabın “EK” bölümündeki yazılarına atfen sorarsam küçük İskender kimi kalem sahiplerini amma da provoke etmiş. Polemik, elzemdir ve üslubuyla yapılırsa hepimiz aydınlanırız. Ayrıca demokratik bir platformdur; okurun sağlıklı okumalar yapabilmesi için tüm metinleri karşılaştırmalı olarak incelemesi doğrudur. Ben de bir okur olarak bunu özlerim. Çatışmalar, denklemlerin çözümü için formül üretebilir. Solcu, sağcı, yazar, çizer, İslamcı, Komünist, köylü kentli epey kesimin size kendinizi “öteki” hissettirmesiyle biriken tortuyu kazımanızı rica etmeliyim mutlaka. Bunda, imtinasız diliyle az da olsa bir kabahatiniz olup olmadığını da sormalıyım yanılmayı göze alarak? Dobralık kabahatse, bunu üstüme alabilirim. Bir de sanırım, birilerinin hoşuna gitmeyen kişisel doğrularım var. Yoksa ılıman biriyimdir. Düşünsel, düşsel alanıma müdahalelerde hırçın davransam da Cuma’yı Robinson’a ezdirmem. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr “Bizim en hamasi duygumuz aşk; kim bilir çıkış yolumuz da odur belki. Aşksız insanı eksik görürüz, aşksız insanı küçümseriz için için.” bana yol tarif etmesine benziyor bu. Nereye gitmek istediğimi iyi anlatırsam onlar da bana doğru adresi gösteriyor. Solaklık ve solculuk da maceranın içine girdi mi “gül dönen avuç” da tek işte. Metin Altıok’un yeri ise ayrı... “1940 doğumlu yaşlı çocuk!” dediğiniz ve metninizden sizi hayattaki her ana dair çarçabuk harekete geçirebildiğini duyumsadığımız ustanın büyük etkisini, kaleminize sirayetini ve hele ki süveydâ ile o hakikat ile hem Altıok’un hem sizin mesafenizi anlatır mısınız burada da? “sıvası dökülmüş kahpe bir duvar gibi / sivas’ı dökülmüş bir Türkiye kaldı içimizde” dizelerini yazdığım zamanlardı; Metin Abi, o içler acısı fotoğrafta merdivende oturuyordu otelin içinde. O kareye bakıp da ağlamayanımız, öfkelenmeyenimiz mi vardı? Bu ülkede Ali’ler öldürülür, oteller yakılır, heykeller yıkılır, ressamlar bıçaklanır, gazeteciler tutuklanır; mesafeleri daraltmadığımız sürece de sürer gider bu. Metin Altıok da Ali benim gözümde; Ali/ küçük İskender/ Sel Yayıncılık/ 133 s. Eflatun Sufleler/ küçük İskender/ Sel Yayıncılık/ 384 s. “Öyleyse ben size hep Ali diyeceğim Aşk bazen çok Ali Mehmetler ölüyor, Aliler öldürülüyor çünkü Ayşelerse doğuştan ya dul ya evli Ayşe bazen çok Ali İçimizdeki isimlere bazen yeni bir şans vermeli, Gidenin peşine düşmeden Ölenin duasını etmeden Mümkünse sade, mümkünse seviyeli Yalnızlık unutuluyor, ayrılıklar unutturuluyor çünkü Kalanlarsa bile bile ya sessiz ya deli Öyleyse ben size hep Ali diyeceğim, Hikâyenin gerisi zaten çok belli Dertler zarifse, vakit almaz teselli Hoş geldin esvabımın cevabı, aklımın zamanı Aşk bazen insandan çok evveli Öyleyse ben size hep Ali diyeceğim Ayşe bazen çok Ali” küçük İskender (Ali İsmail Korkmaz’a ve tüm Ali’lere) n 1227 2 2 A Ğ U S T O S 2 0 1 3 S A Y F A 1 3