Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ lumdevlet) örgütlenmesinde öz olarak nitelenenler ölçü alınmamalı. Biraz yurdumuza dönelim. Türkiye insan hakları eğitiminde bugün hangi noktada? İnsan hakları konusunda 90’lı yılların sonundan itibaren ivmelenen çalışmalarla elbette belli bir mesafe elde edildi. Kavrama dikkati çeken çalışmalar yapıldı. İnsan haklarının tanınmasıkorunmasıgeliştirilmesi, kamusal ve siyasal alanda, kurumsallaşmada son derece önemli. Ancak haklar ilkin ailede, yani özel alanda tanınıp korunmalı ve geliştirilmeli. Bu da toplumun tüm bireylerinin haklar konusunda, özellikle eğitim hakkının korunması ve geliştirilmesi konusunda ve bununla da bağlantısı içinde “insan hakları eğitimi” konusunda duyarlı olması gerekiyor. Bu duyarlılık için bir yaşama iklimi yaratılması gerekiyor. Ben 1998’den beri, İstanbul Üniversitesi’nde bulunduğum yıllardan başlayarak, insan hakları eğitimi çalışmaları yaptım. İnsan haklarının felsefi temellerini ele alan derslerin verilmesini anabilim dalı başkanı olarak sağladım. Elbette bu konudaki çalışmaları başlatan değerli hocamız İoanna Kuçuradi’ydi. Hacettepe Üniversitesi’nde gerek felsefe bölümünde gerek İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde yaptığı çalışmalar hepimiz için çok önemli. 2000’den bu yana bu türden çalışmaları Maltepe Üniversitesi’nde çok farklı düzeylerde sürdürüyorum. 2005’te üniversitemizde İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin açılmasına öncülük ettim. Aynı yıl aramıza katılan Sevgi İyi ile birlikte, ardından da 2006’da İoanna Kuçuradi hocamızla birlikte hem çevre ilçelerde ve okullarda ve bizzat Felsefe Bölümü’nde insan hakları konusunda çalışma yapıyoruz; genç arkadaşlarımız da bu çalışmalara katılıyor. Ders planımızda yer alan “Eleştirel Düşünme”, “İnsan Hakları”, “Kamu Yaşamında Felsefe”, “Felsefi Danışmanlık”, “Çocuklar İçin Felsefe” dersleri arasında sıkı bir örgülenme olduğunu düşünüyorum. Bu dersleri 2004’te kurduğumuz ve kurucu başkanlığını yaptığım Felsefe Bölümü’nde altı yıldır sürdürüyoruz ve sürdüreceğiz. Yine 20072010 arasında yöneticiliğini üstlendiğim Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İnsan Hakları Anabilim Dalı’nı açtık. Çok sayıda polis öğrencimiz var; yine öğrencilerimiz arasında yargıçlar ve savcılar ve avukatlar var. Disiplinlerarası bir anlayışla oluşturduğumuz ders planımızda elbette hukuk ve iletişim boyutu da büyük önem taşıyor. Bu arada Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi (I ve II) bu konuda gerçekten önemli çalışmalar olarak dikkati çekiyor. Konu kimi üniversitelerde daha çok hukuksal boyutuyla ele alınıyor (İstanbul Bilgi Üniversitesi). Sahada; sokakta konunun algılanışı nasıl? Doğrudan halka yönelik çalışmalar da yapıyoruz. 20052009 arasında “Ben İnsanım” başlıklı insan hakları projesini yürüttük. Projede Pendik İlçe İnsan Hakları Kurulu, sivil toplum kuruluşu olarak Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Pendik Şubesi yer aldı. Bu proje kapsamında okullar aracılığıyla, özellikle annelere ulaştık ve onlarla atölye, seminer çalışmaları yaptık. Üniversitemizin kurucu vakfı olan İstanbul Marmara Eğitim Vakfı’nın açtığı okuma yazma kurslarında insan hakları eğitimi yaptım. Sokağın insan hakları ve bağlantılı kavramlara gündeminde yer ayırabilmesi için, iyi örneklere gereksinim var. Ada Betül Çotuksöken İnsan Hakları ve Felsefe’nin “belli bir insandünyabilgi anlayışıyla kaleme alındığını” ve kitabın “toplumun, sivil topluma, kamuya dönüşmesinde insan hakları bilgisinin ve bu bağlamdaki eğitimin önemine işaret ettğini belirtiyor. Çotuksöken’e göre “toplum, aklın kamusal kullanımı, başka bir deyişle aklın bilgiye dayalı, özgürce kullanımı yoluyla dönüşürse bu dönüşümün sağlıklı olduğundan söz edilebilir.” (Fotoğraflar: Özer Sayın) letin, eşitliğin, özgürlüğün somutlaşmadığı toplum ya da kamu yaşamında konu inandırıcılığını yitirir. Adil yargılanma hakkı, örgütlenme özgürlüğü, fırsat eşitliği konusunda özel sektör ya da devlet sektörü olsun, kamu hizmeti veren herkesin yaptığı hizmetin “kamu hizmeti” olduğu anlayışı herkesçe içselleştirilmeli. Kitapta bu anlayış, “kamu hizmeti vermek insan haklarını korumaktır” deyişinde yer alıyor. Sokağın bunu çok net bir biçimde görmesi ve hizmet veren her insandan da bunu beklemesi gerekiyor; keyfilikle, keyfi tutumlarla ancak böyle başa çıkabiliriz. Başta yerel yönetimler olmak üzere, üniversitelere, okullara, kamu kurumlarına, herkese çok iş düşüyor. Kamu hizmetini verirken insan haklarına dayalı bir biçimde eylemde bulunmak gerekiyor. “KRİZLERİ ÇÖZMEDE REHBER İNSAN HAKLARI KAVRAMI” Yüzyılımız krizler yüzyılı, bu anlamda hem Türkiye hem de dünya bağlamında insanoğlunun içinde bulunduğu krizler insan hakları eğitimi, kavramlaştırması ve uygulamalarda nasıl güçlükler yaratıyor? İnsanoğlunun dünyaya ayak bastığı andan beri kriz ya da bunalım içinde olduğu; kendisiyle, kendisi gibi olanlarla, doğayla olan ilişkisinde sürekli olarak sorunlarla baş edebilmenin yolunu aradığı bir olgu, bir gerçek. Nermi Uygur’un dediği gibi, insan “bunalımdan yaşama kültürü”nü yaratıyor. İşte yaratılan bu yaşama kültüründe insan öncelendiği, hiçbir tek insan feda edilmediği takdirde, daha iyi bir dünyayı kurabilme şansımız olabilir. Krizlerden dolayı birçok şeyin, özellikle insanın unutulduğu da açık. Ancak biz felsefeciler işte bu unutulmuşluğun önüne geçiyoruz, insana sürekli olarak insanı anımsatıyoruz. Platon’dan Sartre’a, Wittgenstein’a kadar, Uygur’a Mengüşoğlu’ya, Kuçuradi’ye kadar bu böyle. Benim antropontoloji (insanvarlık bilgisi) saptamam da böyle anlaşılmalı. Krizleri ilkin çözümleyip ardından da çözmede insan hakları kavramı bize rehber olabilir. Çünkü insanın varoluşuyla, olanaklarıyla ve gereksinimleriyle, bir değer ve eylem ilkesi olan ya da olması gereken insan hakları arasında sıkı bir ilişki var. Biz Türkiye’den birkaç kişi bu ilişkiyi somut ola rak kuruyoruz. Dayandığımız düşünme geleneği, İstanbul Üniversitesi’nde filizlenen oradan, Hacettepe Üniversitesi’ne, Uludağ Üniversitesi’ne, şimdi de Maltepe Üniversitesi’ne geçen düşünme geleneği. Ardında da ilkler olarak Takiyettin Mengüşoğlu, Nermi Uygur var. Özellikle Mengüşoğlu’nun Değişmez Değerler, Değişen Davranışlar adlı kitabı bu gözle okunmalı. Bir sivil toplum kuruluşu olarak Türkiye Felsefe Kurumu’nun 1974 yılından beri sürdürdüğü çabaları da unutmamak gerek. Ancak insan hakları eğitimi konusunda asıl dönüşümü sağlayacak olanlar, dar anlamında kamuyu, devleti taşıyan karar vericiler, siyasetçiler olacaktır. Ne zaman ki siyasetçiler, ülkenin kamusal yaşamının ana payandasını oluşturan hukuk dizgesini belirleme ve uygulamada aklın kamusal kullanımını ve insan haklarını temele alan, ona dayanan çözümler üretir ve keyfilikten kurtulmak için kararlı bir tavır takınır, o zaman daha iyi bir Türkiye kurulur ve böyle bir Türkiye de daha iyi bir dünyanın oluşmasına ve sürdürülmesine katkıda bulunur. Yanılıyorsam düzeltin, İnsan Hakları ve Felsefe yayımlanan yirmi üçüncü kitabınız; onca yıllık deneyiminize dayanarak soruyorum, Türkiye’de felsefeciler birbirini ne kadar izliyor? Özgün kitaplarım, çevirilerim, tek başına ya da meslektaşlarımla yayıma hazırladığım kitapların sayısı dediğiniz gibi 23, yenileri de geliyor. Sorunuzun asıl önemli bölümüne gelince: Türkiye’de felsefecilerin bir diyalog ortamı yarattığını söylemek biraz güç görünüyor. Elbette birbirinin çalışmalarını izleyen, tartışmaya açanlar var. Bu bakımdan, hocalarımızdan daha iyi bir ko numda olduğumuzu söyleyebilirim. Bir araya gelip ortak kitaplar yayımlıyoruz. Armağan kitaplar hazırlıyoruz. Bunun onlarca örneğini verebilirim. Çok sayıda dergi yayımlanıyor. Ancak dünya görüşleri konusundaki bölünmüşlük sürüp gidiyor. Felsefi söylemin olup bitene, kendisine, sanata, bilimsel bilgiye dayanarak kurulması, üretilmesi son derece önemli; felsefe hem besler hem de beslenir. Ancak felsefeyle ilahiyatın ülkemizdeki ilişkileri henüz normalleşmiş değil. Bu durum, özellikle üniversitelerdeki felsefe bölümlerini, örgütlenme özerkliğini ve yine özellikle lise ders kitaplarını zorluyor. Yeni kurulan bazı felsefe bölümlerine ilahiyatçılar atanıyor. Bu durumda da çokça herkes kendi “camiası”nda, “cemaati”nde kalmayı yeğliyor. Ama ben yine de çok umutluyum, gençler hem dünya felsefe yazınını çok iyi izliyor hem de daha çok üretiyor. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Felsefi söyleme Türkiye’den yapılan katkıların dünya felsefe yazınına girebilmesi için dışa açılmak, uluslararası kongrelere, seminerlere katılmak ve Türkiye’de yapılan halis felsefe çalışmalarından bu ortamlarda söz etmek son derece önemli. Daha önce de birkaç kez dile getirmiştim: Türkçede üretilen, yaratılan felsefe metinleri Kültür Bakanlığı’nın desteğinde dünya dillerine, özellikle İngilizceye çevrilmeli; yalnızca kendi içimizde değil, dünya felsefecileri ve filozoflarıyla da daha sıkı bağlar kurmalıyız. ? bulunmazali@hotmail.com http://bulunmazali81.blogspot.com İnsan Hakları ve Felsefe/ Betül Çotuksöken/ Papatya Yayıncılık/ 184 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1089 SAYFA 19