Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Betül Çotuksöken’le ‘İnsan Hakları ve Felsefe’ üzerine ‘İnsan hakları eğitiminde dönüşümü siyasetçiler sağlayacak’ toprak kaysın istemez. Bu toprağın da bileşenleri önyargılar, değer yargıları, her türlü inanç, kalıp düşüncelerdir çoğunlukla. Bu durumda elbette felsefe, felsefi söylem rahatı kaçıran olacaktır; lüks kaçacaktır. Ancak uzun erimde bu rehavet, yere gerekçesiz sıkı basma istemi, insana, topluma en büyük zararı verecektir. Şöyle bir düşünelim, tüm siyasal dönüşümlerin, toplumun kamu haline gelmesinin, kurumsal yapıların dönüşümlerinin ardında felsefecilerin ve filozofların ilkin dikkatimize sunduğu kavramlar yok mu? Adalet, özgürlük, eşitlik, insan hakları gibi. Bunların hangisi lüks? Bunların lüks olmadığını anlamak için krizle, bunalımla sınanmak gerekiyor aslında. Felsefeci keskin bakışıyla olup biteni bağlantıları içinde gören ve gösteren tutumuyla, gördüklerini söyleme veya yazma yoluyla herkesin önüne koyar. Felsefeci bilgi dostu olarak, bilgiyle dünyasını kuran insan olarak, gördüklerini herkesle paylaşır; öyleyse felsefeci yalnızca görmekle yetinmez; görür ve gösterir. Felsefeci ve filozof benim sıkça yaptığım bir betimlemeyle insandünyabilgi arasındaki ilişkilere keskin bakışını fırlatır; bu çerçevelerde ortaya çıkan sorunları görür, gösterir. Felsefeci isteyen herkese rehberliğini, kılavuzluğunu açar; hesap verir, düşündüklerini, dediklerini, yazdıklarını gerekçelendirir; herkesten de bu edimleri gerçekleştirmesini bekler. Bu, aslında hiç de lüks değil; herkesin bu çaba içinde olması gerekir daha iyi bir dünya için. Felsefeci yalnızca düşünmekle yetinmez; yukarıda da belirtildiği gibi sorguladığı insandünyabilgi ilişkisini “felsefe bilgisi” adı altında tartışmaya açar. Felsefeci kendine ve her türlü varolma, gerçekten “varolma” yolunu açar. Çeşitli çalışmalarımda felsefenin ne denli yaşamsal olduğunu göstermeye çalıştım ve düşünenleri, okurları topluluktan, toplumdan, sivil topluma, kamuya geçişte felsefenin göz ardı edilemez rolünü düşünmeye davet ettim. Felsefe bilgi üretiyor ve bilgi neden lüks olsun ki? Her türlü bilgi bizim için, elbette felsefe bilgisi de bizim için. Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Salt biyolojik hayat yaşarsak anlık hazlarımız ve deneyimlerimiz yeter bize; işte o zaman felsefe de lüks olur bizim için! “YAŞAMIN HER ANINDA BİLGİYLE BULUŞMAK GEREKLİ” Yeni kitabınızın adı İnsan Hakları ve Felsefe. İnsan hakları dediğimizde neyi anlamalıyız; bireysel hak mı, bir topluluğun hakları mı yoksa kültürel hak mı? Bunlardan birinin önceliği var mı? İnsan Hakları ve Felsefe, belli bir insandünyabilgi anlayışıyla kaleme alındı ve toplumun, sivil topluma, kamuya dönüşmesinde insan hakları bilgisinin ve bu bağlamdaki eğitimin önemine işaret ediyor. Toplum, aklın kamusal kullanımı, başka bir deyişle aklın bilgiye dayalı, özgürce kullanımı yoluyla dönüşürse bu dönüşümün sağlıklı olduğundan söz edilebilir. Bu noktada İnsan Hakları ve Felsefe kitabı Aydınlanmanın savlarıyla dokunmuştur bir metin olarak. İnsanın yaşamının her anında bilgiyle buluşmasının gerekliliğine işaret ediliyor kitapta. Ayrıca kitaptaki temel savlardan biri de şu: Kamu görevi yapmak, aslında insan haklarını korumaktır. Bu haklar da birey ve kişinin hakkı. Topluluk hakları, birey ve kişinin haklarının önüne geçmediği, onların üstünü örtmediği ya da ortadan kaldırmadığı sürece ancak korunabilir. Topluluk, grup ve ”cemaat” hakları insanın insan olarak olanaklarını yok saydığı, bir kişinin insan olarak kendini gerçekleştirmesine engel olduğu zaman, örneğin sağlıklı yaşama hakkını ya da eğitim alma hakkını ortadan kaldırdığı zaman tanınmasıkorunmasıgeliştirilmesi gereken bir hak olmaktan çıkar. Bu noktada onlara “dur!” demek gerekir. Öyleyse ortak payda ne? Kimi kültürel değerler, değer yargıları, gelenekler için kişiler araç kılınır ve bu durumda hakların artık tanınmasıkorunmasıgeliştirilmesi mümkün değil. Bireysel haklar bir bütün olarak tanınmalıkorunmalıgeliştirilmeli. Bu incelikleri konuya yalnızca hukuk bilgisiyle bakarak göremeyiz; genel olarak felsefe bilgisiyle, özel olarak da insan felsefesiyle, benim birkaç yıldan beri, hem bakış açısını hem de belli bir felsefe disiplinini göstermek üzere kullandığım “antropontoloji”yle (insanvarlık bilgisiyle) baktığımızda bu incelikleri görebiliriz. “İnsan hakları” kendi başına bir kavram ama bunu açıklar, irdeler ve temellendirirken yan kavramlara da başvurmak zorunlu. Sizin felsefeye kavramlar kattığınızı dikkate alırsak, bunların en önemlileri ne? Örneğin “antropontoloji” (insanvarlık bilgisi), antropolojik eksenli varlık anlayışına işaret ediyor ve terim olarak benim özgün buluşum. Bir başka noktaya daha burada dikkati çekebilirim; o da şu: İnsan dünyasında bilginin doğumunu başlatan özne. Bilenle varolan arasında bir gerilim yaşandığında, insan varolana, soruna doğru gerildiğinde, yöneldiğinde özne olur ve ancak bu andan başlayarak bilgi elde etme olanağını elde eder. Felsefe tarihinde öteden beri kullanılan terimleri, yine insan temelinde elbette insan merkezli değil anlamaya çalışıyorum ve gerçekten herkesin, hiç zorlanmadan anlayabileceği bir dille anlatmaya çalışıyorum. Günümüzün artan ve çeşitlenen insan ilişkileri ortamında insan hakları kavramını ve çerçevesini herkes için ortak bir başvuru noktası olarak değerlendiriyorum. Elbette modernliği, Aydınlanmayı, bilginin toplumsal ve özellikle de kamusal ilişkilerde değerli kılınmasını; günümüzde insan ilişkileri, siyasal ilişkiler ve özellikle de demokrasi için önemli olan “temsil” ve “katılma”nın ya da ”katılım”ın bilgi eksenli olmasıyla, bilginin yayılmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Modernlik bireyin keşfi bağlamında, Aydınlanma aklın kamusal yani bilgiye dayalı kullanımı bağlamında son derece önemli görünüyor; keyfilikten kurtulmanın yolu oluyor. Kitabınızda maddelerine yer verdiğiniz İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi elimizdeki temel metinlerden. Acaba insanlık bu metni yeterince içselleştirebildi mi? Ne yazık ki henüz tam bir içselleştirme yok. Toplulukla ve toplumla, sivil toplum ile kamu arasındaki açıklığın, farklılığın daha az olduğu ülkelerde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi biraz daha iyi bilinçli olarak en iyi demiyorumbir biçimde işliyor. Kurumlar, genellikle kamu, bir ölçüde de olsa eğer insan haklarına dayalı olarak örgütlendiyse, insanın onuru biraz daha iyi korunuyor. Alınacak önlemlerle, yapılacak eğitim çalışmalarıyla, daha iyi noktalara gelinebilir. Bunun için de yoksullukla mücadelenin gerçekten bilinçli olarak yapılması gerekiyor. “AYIRIMCILIK, İNSAN HAKLARI ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL” Kitapta kendini gösteren konulardan biri de ayırımcılık. Temelinde özcü yaklaşımın ya da yönelimin yattığı ayırımcılığın insan hakları kavrayışına nasıl bir zararı var? Ayırımcılık, kitapta da çok açık seçik bir biçimde üzerinde durulduğu gibi insan haklarının tanınması, korunması ve geliştirilmesinin önündeki en büyük engel. Felsefe kavramı yaratan, felsefe bilgisi üreten biri olarak, bir felsefecinin ve filozofun temel görevinin, işinin “varlık”, “varolan” karşısında; “insan”, “insanın eylemleri”, “insan ilişkileri”, “insanın gereksinimleri”, “insanın değerleri” konusunda nasıl bir duruş sergilediğini açıklıkla ortaya koymasının gerekliliğini ileri sürüyorum. Benim bu noktadaki duruşum antropontolojik nitelikli ve her bir insanı dikkate alan adcı (nominalist) ontolojiyi benimsemekten yana. Bana göre hiçbir insanın, hatta varolanın, varlığın değişmeyen, sabit kalan bir özü yok. Her varolan değişebilir nitelikler toplamı. Bizim kimliğimizi oluşturan işte bu niteliklerin toplamı. Bu durumda bireyin varlığının, varoluşunun, öz üzerinden değil, nitelikler üzerinden öne çıkarıldığı açık. Varolanda öze asıl varlık yüklendiğinde, insanı insan yapan tek bir nitelik, özellik değişmez, sabit bir öz olarak algılandığında ve bu öz grup ya da topluluk kimliği olarak da öne çıkarıldığında, o öze sahip olmadığı ileri sürülenler için ayırımcılık başlar. Öyleyse ayırımcılığın olmaması için her şeyden önce özcü (essensiyalist) varlık anlayışından vazgeçilmeli ve ¥ toplumun kamu olarak (sivil top Betül Çotuksöken ürettikleriyle, hem yurtiçinde hem de yurtdışında tanınan bir felsefeci. Bunun nedeni ilgi ve düşünme yelpazesinin genişliği. Yirmi üçüncü kitabı İnsan Hakları ve Felsefe yakın zamanda yayımlanan Çotuksöken, çalışmasında insan hakları kavramında aynı geniş bakış açısıyla yaklaşıyor. Çotuksöken’le “insan hakları”nın neliği bağlamında kitabını konuştuk. Ë Ali BULUNMAZ hierry Paquot “Felsefeci, bir toplum için kesinkes lükstür; onun etkinliği apaçık olarak görünen şeyi yerinden oynatmak, bunun sonucu olarak da gerçekliği, en azından kafadaki gerçeklik düşüncesini kemik gibi yerinden çıkarmaktır” diyor. Özellikle Türkiye açısından düşünüldüğünde, felsefe ve felsefeciler lüks olarak değerlendirilebilir mi? Felsefeci ya da filozof her türlü var olanı çerçeveleyen; algıladıklarımızı “işte öyle” algılamamızı sağlayan; başka bir deyişle, algıladıklarımızın çerçevesi olan kavramlara yönelik olarak çalıştığı için kimi zaman gerçekten kemikleşmiş yapıları yerinden edebilir; onları yerinden oynatabilir. Ancak bunun kolay olduğu sanılmamalı. İnsanların çoğu Isaiah Berlin’in dediği gibi “dogmanın rahat sedirine uzanır ve orada uykuya dalabilir, hatta dalar.” Benim de sıkça kullandığım bir ifadeyle kimse ayağının altındaki SAYFA 18 T CUMHURİYET KİTAP SAYI 1089