27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Engeller kadim bir kalenin surları ¥ gibi önünde dikilir geçit vermez sana; kimseyle paylaşamazsın, sessiz sedasız içine gömersin. “ÇEVİRİ HEM ZAMAN HIRSIZI HEM DE BÜYÜK BİR BESİN KAYNAĞI” Çağdaş Türk şiirine bakıldığında geleneksel yapının farklılaştığını, birçok şiir akımının bir arada yer aldığını görüyoruz. Bunu göz önünde bulundurarak, 1980’den sonra Türk şiirinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk şiirinin geldiği gelenek belli, şiir gelişe gelişe kendini var ediyor. Zaman ve mekâna bağlı farklılık göstermesi gayet doğal. Her akımın ayrı bir ırmağı var ve o akımlardan sonra gelen şairler farklı farklı ırmaklardan beslenerek gelir. Bugün yeni bir akım yaratılmıyorsa bu Türkiye’ye özel bir durum değil, bütün dünyada bu böyle. Teknolojiyle küçülen bir dünyada kapitalizmin girmediği talan etmediği kültür bulamazsın. Şiir en çok kaynak bulduğu yan insan. İnsanlar son yıllarda kapitalizmin talanı yüzünden doğru dürüst örgütlenemiyor, her şey savruk ve saçma sapan gelişiyor. Dolayısıyla şiir savruk gibi dursa da bu kesinlikle doğru bir saptama değil. Tabii ki bu böyle sürmeyecek ve bir gün beklenmedik bir yerde patlak verecek. 80’den sonra yazılan şiirin birçok yönüyle yeni ve dolgun yanı da mevcut. İyi şairler var. Asla umutsuz değilim ve olmayacağım. Birçok şairin yazma kriterleri var. Sessiz ortam, gecenin yalnız saatleri gibi. Sizin belirli bir kriteriniz var mı? Sabahları çok erken, çalışmak için uyanıyorum; bir gün önce herhangi bir yerde aldığım notları, bu sokakta olabi lir, kafede olabilir fark etmez, beni etkileyen veya kafama takılan bir şeyi ertesi gün oturur şiire dönüştürürüm. Evet sessizliğin hâkim olduğu sabahın erken saatlerinde çalışmayı severim. Şaire kimlik kazandıran sözcükleridir. Ancak sizin şair kimliğinizin yanı sıra çevirmen olarak da adınız ön planda yer alıyor. Çeviri yapmak şiirinizi olumlu veya olumsuz etkiler mi? Mutlaka sözcükler bir şairin her şeyidir, rahmi ve doğup geliştiği yer. Çevirinin aynası ikiyüzlü. Çevirinin bir iyi yanı bir de kötü yanı bulunuyor: Kötü yanı zamanınızı alıyor, çeviri bir zaman hırsızı. Ama boşuna feda edilen bir zaman değil. Çevirisiz asla olmaz, çeviri şiiri ve de edebiyatı tamamlayan ve besleyen bir çeşit halka, çeviri olmadığı yerde halka eksik kalır. İyi yanı, örneğin ben kendi adıma söyleyeyim, Arapçadan çeviri yaptığım için çok mutluyum, çünkü Arapça geniş bir dil ve sözcük hazinesi müthiş zengin. Bu açıdan bana çok büyük yararı dokunuyor. Kısacası çeviri bir bakış açısı; olumsuz yanından çok olumlu tarafından bakarım. Son yıllarda genç şairleri özendiren, her yıl bir yenisi eklenerek artan ödüller ve yarışmalar hakkındaki düşünceleriniz nedir? Ödüle karşıyım demek istemiyorum, ödüller gereksizdir de demek istemiyorum. Dileyen katılır şu veya bu şekilde ödül alır. Ben hiçbir ödüle katılmadım, katılmayı da düşünmüyorum. Bir de şu yanından bakmak gerek: Ödüller gerçekten gençleri özendiriyor mu? Ödül verirken gençlere gereken ilgi gösteriliyor mu? ? Sardunyanın Kehribar Zamanı/ Metin Fındıkçı/ Artshop Yayıncılık/ 80 s. ¥ sonradan, bir romanın bildik tüm öğeleri ile olayların geçtiği ortamı da eklemem gerekiyordu elbette. Yazarın zihnine havadan rüzgârla savrulan tohumların kaynağına gelince, bunların nereden çıktıklarını kim söyleyebilir?” ARKEOLOJİK ÇALIŞMA Şimdi bu cümleden cesaret alıp da yüzünü rüzgâra, uçan kuşa, gökyüzüne falan çevirenler bir an arkasına yaslansın fakat rahat nefes almadan önce bir de Yourcenar’ı dinlesin: “İnsanın kırk yaşını aşmadıkça yazmaya kalkışmaması gereken kitaplar vardır. Önceden, insandan insana, yüzyıldan yüzyıla gelişen insanlık âleminin sonsuz çeşitliliğini bölen doğal sınırları anlamamak tehlikesi vardır, ya da insanla insan arasında yükselen gümrük kapıları ve gözcü kulübelerini gerektiğinden çok önemseme tehlikesi.” Reyna’nın derlemesinde sizi ordan oraya savuran daha nice örnek var ama hiçbiri “hah, işte budur!” diyemeyeceğiniz kadar yazı emekçilerinin sınırlarını zorlamaya müsait. Çünkü nerden bakarsan bak, sonuçta yapılan iş, eni konu insanın kendi çukurunda arkeo lojik bir çalışmadan ibaret! Örneklerin hepsini sayıp, filmin sonunu söyleyen densizlerden olmak istemem ama yine de Elias Canetti’nin ünlü romanı Körleşme’yi henüz yayımlamadan ve de gayet kendinden emin, çağdaşı Thomas Mann’a verip de, birkaç gün sonra Mann’dan “okuyacak gücü kendimde bulamadım” cevabını alınca Yourcenar’a hak vermemek elde değil. Üstelik Canetti “Olağanüstü bir kitap yazmış olduğumdan kesinlikle emindim; bundan nasıl bu denli emin olabildiğim, benim için bugüne dek bir bilmecedir” diyecek kadar da dürüst! İlla da bir sonuç cümlesi isteyenler, “Ne yani yazmak için bu kadar çile şart mı?” diyecekler ya da edebiyattan ziyade yazmanın kendine sağladığı sıfatla ilgilenenler için Yazarın Kuramı’ndan hareketle ve bir o kadar cüretle derim ki özellikle içinde bulunduğumuz çağda bu işin mevcutlu kanaat önderlik mercii, teşvikle takdirden medet umma genel müdürlüğü, imza günlerine aldanıp kitleler kuyrukta seferberliği falan yok. Çünkü sabır, yazının ne kadar abı hayatıysa, adanmışlık da ilhamını yalnızca edepten alan has edebiyatın o kadar mütemmim cüzü. En azında benim kuramdan, bu kitaptan, bahsi geçen yazarların geçtiği yollardan anladığım budur, gerisini “çok satmak” için konu arayanlar düşünsün.? Yazarın Kuramı/ Yayıma Hazırlayan: İshak Reyna/ İletişim Yayınları/ 370 s. SAYFA 11 Edgar Allan Poe Tolstoy CUMHURİYET KİTAP SAYI 1089
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle