02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİKBİLİM Aykut Göker http://www.inovasyon.org; [email protected] EKONOMİKALKINMA Amerikan Sanayiinin Ardındaki Güçlü El… Bu yazıda da kullanacağım ‘ARGE’ye dayalı tedarik’ terimi, devletin yeni ya da daha gelişkin ürün, yöntem ya da sistemler ortaya konması için firmalara verdiği siparişleri anlatır. Firma gereken ARGE’yi yapmakla da yükümlüdür. İki hafta önce ABD’nin ulusal inovasyon stratejisi ile ileri imalat planından söz etmiş; bu strateji ve planda öngörülen hedeflere erişebilmek için “ARGE’ye dayalı tedarik” ve “kamuözel / kamusanayiüniversite ortaklıkları” gibi iki etkin araçtan yararlanıldığını belirtmiştim. Liberal bir ekonomi bu iki aracı hangi amaçla ve nasıl kullanıyor? Sorunun yanıtını ükenin Federal Araştırma ve Geliştirme Bütçesi’nde bulabiliriz. O bütçeye göz atarken, Türkiye’nin özel sektörü, kamusu, üniversitesi dâhil 2012 yılı toplam ARGE harcamasının 7,3 milyar dolar dolayında olduğunu kıstas olarak aklımızda tutalım: Federal ARGE Bütçesi / Kurumlara Göre Dağılım (Milyar Dolar) Kurumlar 2011 2012 Gerçekleşen Gerç. Tahmini Savunma Bakanlığı 77,500 72,739 Sağlık ve Sosyal Yrd. Hizmetleri 31,186 31,153 Enerji Bakanlığı 10,673 11,019 Ulusal Hv. ve Uzay Ajansı (NASA) 9,099 9,399 Ulusal Bilim Vakfı (NSF) 5,486 5,680 Tarım Bakanlığı 2,135 2,331 Diğer Federal Ajanslar 6,635 6,548 Toplam 142,714 138,869 2013 Teklif 71,204 31,400 11,903 9,602 5,904 2,297 8,510 140,820 Planlı kalkınmayı yeniden düşünmek P iyasa mekanizmasına dayalı kaynak tahsis sürecinin çevre ülkelerin ekonomik sorunlarını aşmada yetersiz kalması sonucunda, İkinci Dünya Savaşı ile başlayan ancak esas olarak 1950 sonrasında gündeme gelecek olan planlı kalkınma paradigması sayesinde birçok çevre ülkesinin kalkınmasında önemli bir işlev görecektir. Çevre ülkelerde uluslararası Keynesciliğin bir yansıması olarak gündeme gelen planlamaya dayalı ithal ikameci kalkınma stratejisinden önce, Türkiye 1930’lu yıllarda planlamaya dayalı devletçi sanayileşme modelini uygulayan bir kaç ülke arasında yerini alacaktır. 1929 büyük bunalımının etkisiyle gündeme gelen ve dünyada ilk planlama deneyimlerinden biri olması açısından da “özgün” bir yönü bulunan devletçi sanayileşme modeli, İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile sona erecektir. Kapitalist “merkez” ülkeleri derinden sarsan büyük bunalım sonunda, “çevre” ülkelerin (başta L. Amerika ve Türkiye olmak üzere) ilk kez kendi öz dinamiklerine dayalı bir ulusal sanayileşme fırsatını yakalamış olmaları, 1950 sonrasında “bağımlılık okulu”na mensup yazarların ileri sürdüğü bir tezdir. Kadrocuların daha 1930’lu yıllarda, “Bağımlılık Okulu” nun tezlerinin henüz gündemde olmadığı Türkiye’de Planlı ve Plansız Dönemlerde Ulusal Gelirin ve Sanayiinin Yıllık Ortalama Büyüme Oranları Planlı, Programlı Yıllar (27 Yıl) Plansız, Programsız Yıllar (62 Yıl) Cumhuriyet’in 89 Yılı (19242012) Büyüme Oranı Sanayi 5.6 9.5 4.5 4.8 5.2 6.5 Bayram Ali Eşiyok Görüldüğü gibi, ödenek dağılımında aslan payını Savunma Bakanlığı alıyor. Aşağıdaki tablodan da ödeneğin ARGE kalemlerine göre dağılımını görüyoruz. O tablo bize, Savunma Bakanlığı’na ilişkin ödeneğin tamamının ARGE’nin ‘GE’si; yâni silâh sistemleri geliştirilmesi için kullanıldığını gösteriyor. Savunma Bakanlığı’nınsa bu geliştirme işlerinin pek çoğunu, küçük ve orta ölçekliler dâhil, firmalara tabiî ki Amerikan firmalarına yaptırdığı biliniyor. Yâni Savunma Bakanlığı, silâh geliştirme gereksinmesini, büyük ölçüde, firmalardan Amerikan firmalarından ARGE’ye dayalı tedarik yöntemiyle karşılıyor. Federal ARGE Ödeneği / Kalemlere Göre Dağılım (Milyar Dolar) Kurumlar Temel Araştırma Uygulamalı Araştırma Geliştirme (Bunun içinde Savunma’nın payı) ARGE Tesis ve Donanımı Toplam 2012 Gerçekleşen 31,740 31,618 75,244 (72,916) 2,310 140,912 2013 Gerç. Tahmini 31,826 32,318 76,650 (73,839) 2,109 142,903 2014 Teklif 33,162 34,963 71,463 (68,291) 3,185 142,773 Kaynak:Kalkınma Bakanlığı veri tabanından hareketle kendi hesaplamamız. CBT 1407 8 /7 Mart 2014 Bütün bunlar Amerika’nın silah sistemleri geliştirmeye muazzam paralar harcadığı biçiminde yorumlanabilir ve bu doğrudur da. Ama şunu da gözden kaçırmayalım; Federal Hükumet Amerikan firmalarının teknoloji yeteneklerinin gelişmesine de bu yolla, muazzam bir katkı yapıyor ve firmaların devletten aldıkları siparişler yoluyla edindikleri teknolojik bilgi ve deneyim Amerikan sanayiince sivil amaçlarla da ürün ve sistem geliştirmede kullanılıyor. Diğer ajansların da benzer tedarik yöntemlerini uyguladıklarını; örneğin sağlıkla ilgili 30 milyar doların üzerindeki yıllık ARGE ödeneğinin, özel sağlık kurumları ve ilaç firmalarının bilim ve teknoloji yeteneğinin gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunduğunu bilmem, ayrıca söylemeye gerek var mı? Amerikan sanayiinin teknoloji üstünlüğünün ardında devletin güçlü eli vardır ve sistemin uzun vâdeli çıkarlarını gözeten kendine özgü akılcılığı... ‘Kamu ortaklıkları’ konusunu da iki hafta sonra konuşuruz. bir dönemde, yaklaşık 20 yıl önce, bu çözümlemeyi yaptıklarını özellikle belirtmek gerekiyor. Kadroculara göre 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, Türkiye gibi henüz sanayileşmemiş ülkeler için önemli fırsatlar yaratmıştır. Kuşkusuz, 1930’lu yıllarda kapitalist blokta henüz hegemonik bir gücün ortaya çıkmamış olması ve bu hegemonik gücün biçimlendirdiği bir dünya düzeninin henüz kurulmamış olması ( emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin ve zıtlaşmaların yoğunlaşarak sürmesi), yeni kurulmakta olan Cumhuriyet’in göreli özerklik alanını genişletiyor ve ekonomiye müdahale ederek önemli bir sanayileşme girişimi başlatılıyor. Modern planlama tekniklerinin kullanıldığı 1963–1979 döneminde, 19301939 döneminden sonra, Cumhuriyet tarihinin en temel ikinci sanayileşme hareketi başlıyor ve bu süreç Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ile daha da derinleştirilmek isteniyor. Ancak, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı da tıpkı 1946 İvedili Sanayi Planı gibi tasfiye ediliyor. Türkiye, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı yerine gündeme gelen 24 Ocak İstikrar Programı ile birlikte, 1930’lu yıllarda başlayan ve 1960’lı ve 1970’li yıllarda önemli gelişmeler sağlanan sanayileşme hedefinden vazgeçerek, uluslararası işbölümünün öngördüğü düşük teknoloji içerikli sektörler temelinde, dünya ekonomisine eklemleniyor. 24 Ocak Karar’ları ile birlikte, planlamaya dayalı Keynesci politikaların yerini “serbest piyasa” söylemi ekseninde, “Monetarist” politikalar almaya başlıyor. Neoliberal politikaların giderek bir ideolojik tahakküm aracına dönüştüğü bu yeni dönemde, iktisat politikaları tartışmalarında planlama ve planlı kalkınma kavramları tümüyle gündem dışına itiliyor ve ortodoks bir serbest piyasa söylemi egemen kılınıyor. Planlı Kalkınma Yıllarında Sanayiinin ve Ulusal Gelirin Büyüme Oranı Daha Yüksek Türkiye ekonomisinde planlı kalkınma dönemlerinde (19301939 ve 19631979) ulusal gelirin (GSYH) yıllık ortalama büyüme oranının plansız, programsız döneme göre (19231929; 19401962 ve 19802012) 1.1 puan daha yüksek gerçekleştiği görülüyor. Ekonomideki yapısal değişimi göstermesi açısından sanayiinin yıllık ortlama büyüme oranları göz önüne alındığında, planlı, programlı yıllarda sanayinin yıllık ortalama büyüme oranı %9.5 oranında gerçekleşirken, plansız, programsız yıllarda %5.2 ile sınırlı kalıyor. Başka bir ifadeyle, planlı yıllarda kalkınmacı devletin uyguladığı politikalar sayesinde sanayideki yıllık ortalama büyüme oranı plansız yıllara göre 4.3 puan gibi (neredeyse iki katı) daha yüksek bir oranda gerçekleşiyor. Planlı yıllarda gerek ulusal gelirin (GSYH) ve gerekse ulusal gelirin en temel bileşenlerinden sanayiinin yıllık ortalama büyüme oranının Cumhuriyet’in 89 yılının (19242012 arasında) ortalama büyüme oranlarından daha yüksek gerçekleştiğini belirtmek gerekiyor. Oysa plansız yıllarda sanayiinin yıllık ortalama büyüme oranı Cumhuriyet’in yıllık ortalama değerinden 1.3 puan daha düşük gerçekleşirken, GSYH’nın ise 0.3 puan daha düşük gerçekletiği görülüyor. 20. yüzyılda kalkınma sürecinde başarılı olmuş birçok ülke deneyimi göz önüne alındığında, kısa zamanda sanayileşerek az gelişmişlik sorununu aşmak isteyen Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin salt piyasa sinyallerine dayalı kaynak tahsis süreci ile bu hedefi gerçekleştirmesi gerçekçi gözükmüyor. Piyasa esas olarak kısa erimli ve yüksek kar getiren sektörler yönünde tercihlerini ortaya koyduğu ölçüde yapısal değişmede ve sanayileşmede başarısız oluyor. Kalkınma (sanayileşeme) toplumsal bir amaç olarak ortaya konduğunda, kaynak tahsis sürecinde piyasa ile birlikte planlama en gerçekçi çözüm olarak ortaya çıkıyor. Sonuç olarak, Türkiye’nin son 30 yıllık deneyim açıkça göstermektedir ki, kalkınma sürecini salt piyasa güçlerine ve uluslararası finans sermayesine tabi kılmak, ülkenin sanayileşmeden uzaklaşmasına ve kaynakların giderek üretken olmayan sektörlerde yoğunlaşmasına neden oluyor ve ülke hızla sanayileşmeden (kalkınmadan) uzaklaşıyor. Sermaye hesabının serbestleştirildiği ve ülke ekonomilerinin uluslararası sermaye hareketlerine denetimsiz bir şekilde açıldığı 1990’lı yıllarda ve izleyen dönemlerde birçok çevre ekonomisi ağır finansal krizler ve döviz krizleri ile karşılaşıyor ve kalkınma yolunda tökezliyor. Başka bir ifadeyle, ard arda yaşanan krizler sonucunda ulusal gelirler hızla aşınıyor, yatırımlar çöküyor, işsizlik ve yoksulluk artarak önemli sosyoekonomik sorunlar gündeme geliyor. Ekonominin geldiği bu aşamada piyasa ile birlikte planlamaya dayalı yeni bir kalkınma modelinin uygulanması hem finansal krizlerden kurtulmanın hem de üretime dayalı kalkınmanın en temel çıkış yolu olarak gözüküyor. Bunun gerçekleştirilmesinin ise ancak sermaye hareketlerinin denetlendiği bir dünyada mümkün olduğunu belirtmek gerekiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle