Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Çağdışı ile Çağdaş ‘Sevgili okuyucular, Kentlerimizin sokaklarında, televizyonların ekranlarında, gazetelerde toplumun çağdışılığını, ya da çağdaş olmakta zorlanmasını vurgulayan sayısız eğri büğrü olgu, kuralsızlık, dengesizlik, yalan ve zorbalık var. Bunlarla kuşatıldık. Bu sahneler bizim toplumu doğrudan yansıtıyor. Hiç kimse bunu yadsımıyor. Hatta kendimizi bile suçlamaya başlıyoruz. T oplumu uygar ve çağdaş olmaktan uzaklaştıranların nüfusun yüzde kaçı olduğunu bilmiyorum. Bunlar ulusal kültür dediğimiz şeyin de üreticilerinin önemli bölümü. Çünkü biz sadece lahmacun yemiyoruz. Kadınları da kolayca öldürüyoruz. Kültür hep bal kaymak değil. Bütün olumsuz davranışlar da aynı kültürün gösterileri. Bu temsilciler içinde hepimiz varız. Okuyan, okumayan, erkek, kadın, solcu, sağcı, dinli, dinsiz, köylü, kentli, memurlarımız, öğrenci ve öğretmenlerimiz, yazarlarımız, işadamlarımız, politikacılarımız. Aslında hepsini yazmalı ki, ‘Bu listede biz yokuz’ demesinler. Bu milyonların içinde zeki, kurnaz, aptal, iş bilir, becerikli, zengin, fakir her tür insan var. Bu kadar çok olmasa başımıza bu ilkel felaketler gelmezdi. Çağdışılık bu olan biteni yaratan bir kültürel durum. Bu sorun bütün İslam ülkelerinde de aynı. Biz bunu Cumhuriyetle aştık sanıyorduk ama, aşamamışız. Ülkenin sorunu da bu: Bu engel nasıl aşılacak. Bu bir toplumsal irade sorunudur. Önce bu durumun farkında olmak, sonra onu aşmak için gerekli çabayı göstermek gerek. Bu noktada toplumun içinde bulunduğu durumu anladığına inanmazsak yapacak bir şey kalmaz. Fakat kentlere dolan halkın, evrensel iletişim ortamında yeni dünyanın ürettiklerini tüketmek istediğini biliyoruz. O halkı Cumhuriyetle yarattık. Bu inançla, Türk toplumuna sorunun yanıtının her yerde aynı ve bir tane olduğunu yinelemek gerek: O sırlı yanıt ÇAĞDAŞLIK. Çağdışı kalmış milyonlar dünyanın geleceğine ortak olacak niteliklere sahip nasıl olacaklar? Bu bir tehlike çanı sorusu.‘Geleceğimiz tehlikede mi’ anlamına geliyor. Tabii yaşamaya devam edeceğiz. Ama koyun ya da balık gibi değil, insan gibi! şey. Ne var ki halk çağdaşlık kavramını yeteri kadar açık öğrenememiş. Yani istediği şeyin ne olduğunu bilmiyor. İlkel bir kabile başkanı bir uçak alabilir, kravat takabilir, kendisine lüks bir villa ve yüzme havuzu yaptırabilir. Amerika’ya seyahat edebilir. Birleşmiş milletler de konuşma yapabilir. Bundan dolayı kabilesi çağdaş olmaz. Komşu kabileleri öldürmek için Kalaşnikof satın alabilir, arazisinde petrol çıkıyorsa gökdelen de yaptırabilir. Zenginse Avrupalı, Amerikalı, Çinli, Japon işadamları ve diplomatlarla şakalaşabilir. Fakat, kabilesi çağdaş olmaz. Kolay gibi görünen bu çağdaş yaşam, kolay ulaşılan bir insanlık aşaması değil! Ben M.I.T mezunu, fakat karısını misafirlere çıkarmayan Arap bakanlar tanıdım. Amerika’da çağdaştı. Suudi Arabistan’da değil. Dünya da kimse karısını saklayan bir adama çağdaş olarak bakmıyor. Bu bağlamda ‘bu gelenektir, dini emirdir’ gibi argümanlarla bir yere varamazsınız. Kaldı ki öyle bir şey yok. Dünya sizinle alışveriş yapar, malınızı alır, sizi işçi olarak kullanır, sizi işine ortak bile edebilir. Gülerek elinizi sıkar. Ama sizi çağdaş ve eşdeğer insan saymaz. Bunun sonucu sadece ikinci sınıf bir dünya insanı olmak değildir. Ekonomik köle olmaktır. Küresel mekanizmalara egemen olan ülkeler Türkiye’ye hor bakarlar. Bu mutlak bir gerçeğe değilse bile politik bir gerçeğe tekabül eder. Bu panoramada devletle birlikte halk da aşağılanır. Kapitalist dünya düzeninde para için kuyruğa girince yakanıza takılacak rozet budur. Çağdaşlık toplumun tümel bir kültürel örgütlenmesi olarak algılandığı için Türkiye’nin böyle damgalanması utandırıcıdır. Çünkü bu sadece bir derecelendirme değildir. Bir yaşam kıskacıdır. YARININ SORULARINA YANIT YOK ÇAĞDAŞLIK SEÇİLECEK BİR MAL DEĞİL Toplum dünyaya ayak uydurmaya çalışıyor. Fakat çağdaşlığın dünya ile paralel ve birlikte tümel bir örgütlenme olduğunu anlamış değil. Bu bilinçsizliğin pek çok gösterisi var: Hayır ve evet dediklerinin içerikleri konu sunda hiçbir fikri yok. İkilemleri göremiyor. Çağdaş yaşamın sunduğu konforu el de etmek için kuyruğa giriyor. Fakat bunu dünya böyle yaptığı için taklit ediyor. Örneğin sinemayı, televizyonu, fotografı, mağazalardaki mankenleri, politikacıların kat yüksekliğindeki resimlerini, reklamları seyrediyor. Fakat resim ve heykellere dini nedenlerle (?!) karşı çıkıyor. Çağdaşlık seçip seçmeyeceğiniz bir mal değil. İnsanın doğa ile savaş sürecinde binlerce yılda gelişmiş bir bilgi ve deneyim birikimidir. Evrensel bir mirastır. Maymun gibi dünyayı taklit edip, bazı şeyleri dışlamak çağdaş olmayı engelliyor. Oysa çağdaş dünya yaşamınızı kontrol ediyor. Size otomobil, televizyon, telefon ve bilgisayar satıyor. Amazon ormanlarından New York’a insanlar benzer eşyalar kullanıyorlar. Fakat Aristo’nun bir ayda gittiği yolu yarım günde alan bir modern Yunanlı, Aristo’dan daha uygar olmuyor. Bir kör cahil, eline Kalaşnikof’u alınca çağdaş olmuyor. Cani oluyor. Çağdaş örgütlenmenin en gelişmiş teknolojisi, peygamber dönemini geri getirmeye yeminli teröristi elinde olabilir. Sudan parlamentosundaki odun kafalı, gelişmiş zehirli gaz kullanmasını biliyor, ama insan hakları bildirisinden haberi yok. Birileri üretiyor. Birileri kullanıyor. Bilenler ve üretenler sömürüyor, kullanan fakat üretemeyenler sömürülüyor. İnsanlar, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı, güzel ve çirkini, insancıl veya hayvansı davranışların varlığını bilerek, tarih boyunca olumsuzu kontrol etmeye çalışmışlar. Fakat hâlâ haydut’un eline silah geçmesine engel olamıyoruz. Fakat çağdaşlığa ulaşmanın tek yolu, yaşamı sürdürebilecek yeterli üretim yapmaktan geçiyor. Bu hem düşünce, hem davranış, hem de mal. Bu yaşamın standartlarını saptayan sadece bilim ve teknoloji. Bu her şeyi birbirine bağlı yaşam örgütlenmesinin adı da ÇAĞDAŞLIK . Sevgili Okuyucular, Bilgisiz yaşamak zaten olanaksız. Fakat insan düşüncesi çağdaşa ulaşmak için genel bir davranış ilkesi de koymuş: Yaşama saygı. Bunun iki temeli var: Biri, kendi varlığının bilincine varmak. İkincisi akıl. Bu, toplumsal dayanışmanın temeli. Bu dayanışmanın arkasında vicdan (Bilinç, conscience) denen bir meleke var. İyi ve kötüyü ayırıyor. Vicdan bilinçte ‘vecd’ dolu bir istek düzeyine ulaşınca ona uygarlık deniyor. Hint’te Avatar’lar (tanrıların dünyadaki görüntüleri) kötülük arttığı zaman ortaya çıkar, doğruluğu kurtarırlar. Gökdelen, alışveriş merkezi, füze bir yana, insana saygı bir yana. Bunun seçim sandıklarıyla da ilgisi yok! Tayfun Akgül CBT 1402/5 /31 Ocak 2014 Peki sabahtan akşama kadar tartışılan rüşvetler, kasalar, paralar, tırlar, hakimler, savcılar, polisler, açılıp kapanan dosyalar ya da davalar, gelecek konusunda sıradan insanın sorunlarına bir yanıt getiriyor mu? Neden Türkiye’de oynanan akkara pandomiması geleceğinize ilişkin hiçbir şey dile getirmiyor? Su var mı, ekmek var mı? enerji var mı? Bu soru, cebinde kredi kartı gibi oy biriktiren insanlar için önemli olmuyor. Türkiye’de insan kişi olarak yok. Oy atan bir politik araca dönüşmüş. Demokrasi (halkın gücü) bundan ibaret. Oysa çağdaşlaşma denilen olgu ‘bir, beş, on yıl sonra halim ne olacak?’ diye soranların ulaşabileceği bir bilinç ortamıdır. Mecliste bunlar konuşulmadığı için biz çağdaş bir toplum değiliz. Gevezelik etmeden, yalan söylemeden ve kendimizi aldatmadan, sabırla çağdaşlık olgusunu tanımlamaya çalışmak zorundayız. Buna 90 yıl sonra yeniden başlamak utandırıcı bir