02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tartışma CBT 1445/28 Kasım 2014 19 Uluğ Nutku için... Öğrencilerinin, felsefe dünyasının sevgili ve değerli hocası, sevgili arkadaşım, dostum Uluğ Nutku’yu kaybettik. Bir bilim adamını çoğu kez eserlerinden tanımaya, anlamaya çalışırız. Bunun yeterli olduğunu düşünürüz. Acaba gerçekten yeterli mi? Onun çeşitli yapıp etmelerini, ideal ve beklentilerini, hüzün ve sevinçlerini, doğru ve yanlışlarını kısaca yaşamını, yaşama bakış açısını, dünyayı algılayışını da tanımak ve anlamak gerekmez mi? İşte, bütün bunları düşündüğümde, kendini belirleyen idesini ve ilkesini hiç yitirmemiş ve hiç ödün vermemiş Uluğ için bir yazı yazmalıydım. Onu, yaşamının büyük bölümünün ve belki de en belirleyici bölümünün geçtiği ortamı da göz önünde bulundurarak gençlere tanıtacak bir yazı. Uluğ ile çok eskilere dayanan dostluğumuzu, arkadaşlığımızı düşündüğümde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin 202 no.lu odasında sevgili hocamız Takiyettin Mengüşoğlu ve felsefeci eşi Tomris Mengüşoğlu’yla kimi zaman hüzünlü, üzüntülü ama çoğu kez tatlı günleri, jeoloji anfisinde ve 201 no.lu derslikte yapılan coşkulu ders ve seminerleri, bisküvi ve çayla geçen öğle saatlerini, hocamızın yanında yer alarak yaptığımız sınavları özlemle anıyorum. Ülkemizde süregiden o kargaşa günlerinde fakülte koridorlarında olup biten her ne olursa olsun, öğrencilerimiz için kapısı daima açık olan odamız , öğrenen ve öğreten arasında sevgiye dayanan saygı, saygıya dayanan sevginin yeşerdiği bir yerdi. Kendi aramızda ve öğrencilerimizle böylesi bir ilişkinin kurulmasında en büyük katkının, öğrenme ve öğretmeyi hayatının olmazsa olmaz idesi, alçakgönüllülüğü, sevgi ve saygıyı yaşam ilkesi olarak değerlendiren Uluğ’a ait olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde, sadece öğretmen ve akademisyen olarak değil çok farklı alanlarda çalışan pek çok eski öğrencisi de dahil olmak üzere, felsefeyle doğrudan ya da dolaylı ilgilenen kimseler için bir bilim adamı olarak Uluğ Nutku kimdir? Bu sorunun yanıtı onun aynı zamanda felsefeci olarak da portresidir. Tüten Anğ İlk söylemem gereken, Uluğ’nun her zaman güveneceğiniz bir dost olmasıdır. O, güvene dayalı dostluğun ender bulunan örneğidir. Yaşadığımız dünya için ne kadar zor anlaşılır bir özellik değil mi? Zaman zaman, herkes gibi, insanlar hakkında yanıldığını anlasa bile, onları asla yarı yolda terk etmez. Uluğ, sadece arkadaş ve dostlarına değil, kendisine, düşüncelerine de sadıktır. Çünkü o, koşulların gerektirdiği gibi değil, kendi belirlediği doğruya göre eyler. Bildiklerini paylaşma anlamındaki vericiliği onu o yapan özelliklerin en önemlilerindendir. Uluğ, insanlarla olan ilişkilerinde ve düşünce dünyasında yargılamanın değil anlamanın değerine, önemine yürekten inanmıştır. Bu onun için adeta bir hayat düsturudur ve bu konuda olağanüstü sabırlıdır. Onun dünyasında önyargılara, kırıcılığa yer yoktur. Sessiz, sakin, sevecendir ancak gerektiği yerde ve şekilde gösterdiği direnç sizi şaşırtabilir. Alçakgönüllülüğü en belirgin özelliklerinden olan Uluğ için hem insan ilişkilerinde hem de düşünce dünyasında çıkarların, çıkarcılığın, gelip geçici değer ve modaların yeri yoktur. Çıkar hesaplarının dünyasında gelip geçici olanın yanında asla onu göremezsiniz. İnsanın disharmonisi ve evrenin diyalektik yapısı Uluğ’un düşünce dünyasının temel problemini oluşturmuştur. Her zaman, her mekân ve her alanda insanın insanlaşma sürecini geciktiren her şeye karşı durulması gerektiği yazı ve eylemlerindeki ana temadır. Bu çerçevede ortaya koyduğu tüm bilimsel eylemlerinde, açık ve anlaşılır bir Türkçe’yi bilim dili olarak kullanmada gösterdiği titizlik, çok iyi yabancı dil bilgisine rağmen gerekmedikçe kullanmamakta gösterdiği itina onun açık, anlaşılır, gösterişten uzak, içten kişiliğinin uzantısıdır. Aynı zamanda, humanizm, rönesans ve aydınlanmayla ortaya çıkan dönüşümlerin, bilim ve felsefe başta olmak üzere kültürel, sosyal ve tarihsel sonuçları da onun düşünce dünyasının temellerini teşkil etmiştir. Kendi ülkesinin sorunlarına da gerçekten duyarlı bir akademisyen olan Uluğ bu sorunları tarihsel ve felsefi temelde irdelemiş, yanıtlar aramıştır. Daima “insan” dan yana olan, sahteciliğe, gelip geçici olana, çıkarcılığa “hayır” diyebilen, dürüst, içten bir insana, bir bilim adamına, bir felsefeciye, dostuma sevgiyle, saygıyla “güle güle” diyorum… GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner [email protected] Tablo 1. H>20 sayısına sahip erkek bilim insanlarına ait ikinci ek liste Bilim Dalı Yayın yapanın Adı          Tıp İsviçre A. Cezmi Akdiş EnerjiKanada İbrahim Dinçer TıpIsrail Erol Çerasi Toplam yayın sayısı 258 594 199 59 208 166 189 80 147 188 84 221 91 148 91 102 71 145 114 115 43 74 57 71 En çok atıf  alan 3 yayına atıf  sayısı 593542461 213186146 241183154 280243196 207162159 835225200 512497461 542343153 247156142 15111569 266137115 13411299 275216198 907465 14211687 304213156 1558866 159116107 1044240 373434 936351 31510289 1304187165 828062 Toplam AtıfSelf dışı atıf 114549830 92917381 40983685 32373156 26612071 41374004 43173380 2784 2741 29262785 23602047 20131892 24902247 27222561 18951645 15931287 23862296 11911134 15261451 13681311 1043824 875727 13541266 27692544 10951030 h Değeri 58 45 36 33 29 29 28 27 27 27 26 26 26 25 23 23 21 21 20 20 20 20 20 20 Tıp Mol Bio İtalya Mauro Melli Tıp Altan Onat Enerji ABD T.Nejat Veziroglu Tıp Özcan Erel Fizik Sehban Kartal Vedat Hamuryudan Tıp Tıp Biyokim Müjdat Uysal Tıp Tamer Demiralp Tıp İlker Durak Elk M. Sabri Arık Biyo Müh Erdal Bedir Tıp Cem Evereklioğlu Tıp Yalçın Tüzün Diş Erhan Fıratlı Eczacı Ahmet Aydın Tıp Erdener Özer Fizik Hüseyin Sarı Makin M. Önder Özgener Tıp Ömer Ergönül Fizik Atilla Gürsoy İhsan Sabuncuoğlu End M Henüz ortaokulu yeni bitirmiştim. Ankara Atatürk Anadolu Lisesinde yatılı öğrenciydim. Ailem uzaklardaydı ve daha henüz 1213 yaşlarındaydım. Babam bana demişti ki; eğer Ankara’daki okula gitmezsen en çok benim kadar olursun, ama gidersen daha iyi eğitilirsin, daha fazlası olursun. Bilgi her şeydir, güçtür... Dünden razıydım, babamın sözünü dinledim ve Ankara’da yatılı öğrenci olarak Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nde öğrenim görmeye gittim. Bir yıl hazırlık ve 3 yıl ortaokul... Dört yılın sonunda tükendim, ailemi özledim, uzakta olmak ağır geldi çocuk yüreğime, Kayseri’ye, ailemin yanına dönmeye karar verdim.Bir yaz tatili günü karar verdik. Annemle beraber Kayseri’den bindik Ankara otobüsüne ve okula geldik, amacımız kaydımı Ankara’daki okulumdan almak, Kayseri’de bir liseye aktarmaktı. Bizi o yaz günü okulumuzun müdür yardımcısı, Melahat Akmut karşıladı, Disiplin Kurulu Başkanı, pek az gülen, hepimizin çok çekindiği bir öğretmendi. Matematik öğretirdi bize, ne kadar zordu dersleri... Bizi kapıda karşıladı, uzun konuştu benimle, hiç aklıma gelmeyecek biçimde, sanki bir arkadaşı gibi oturttu karşısına, annemi odadan dışarı çıkardı. Hiç abartmıyorum iki saate yakın sohbet etti benimle. O sert kadından eser yoktu, âşık olduğum kızlardan, hafta sonu neler yaptığıma, tuttuğum takıma... Annem gibiydi. Bana dedi ki; bırak annen dönsün, sen devam et burada okulunda, hafta sonları benim evime gel, istersen bende kal. Kabul ettim. Bir de sır paylaştık onunla, okul yıllarında herkesten sakladığım, sonra da pek az insana anlattığım. Artık söyleyebilirim. Bana müdür yardımcısı odasının anahtarını verdi. Sınav soruları, disiplin kurulu evrakları gibi bir sürü “değerli” evrak olan odasının anahtarını. “Bu anahtar sende kalsın” dedi, “Çok sıkılırsan, bunalırsan, sessizlik istersen, çalışacak yer bulamazsan bu odayı kullanırsın.” Tüm bir lise eğitimim boyunca beni uzaktan izledi, derslerimi, notlarımı takip etti. Türkiye’nin sağsol kavgasına itildiği o akıldışı yıllarda bizlere zarar gelecek diye üzerimize titredi. Disiplin kurullarında, okul içinde, okula gidip gelirken bizleri korudu. Koruduklarından biri şimdi Amerika’da meslek yaşamını sürdüren Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’dir. Yani bu ülkenin bilinen en önemli tıp insanlarından biri, Harvard Üniversitesi Genetik Bilimler Bölümü Başkanı... Henüz doçent olduğum yıllarda onunla yeniden karşılaştık, nadiren görüştük, sıkça telefonlaştık. Her Öğretmenler Günü’nde aradım, ses tonum onunla konuşurken hep o eski yıllardaki şekline dönüyordu, biraz çekingenlik, çokça minnettarlık. Sesini en son 1 ay önce duydum. Düşmüş, kalçasını kırmıştı. Geçtiğimiz günlerde haberi ulaştı bana. Bugünlere gelmemde bana çok katkısı olmuş sevgili öğretmenim Melahat Akmut yaşamını yitirmişti. Bu satırları neden yazdım? İlki bu eğitim emekçisi ile ilişkili olarak tarihe bir not düşmek için. Ama daha da önemlisi giderek ahlaki değerlerin yozlaştığı, “kısa yoldan” ve “zahmetsiz” adam olmaya çalışanların itibar gördüğü, bilim, bilgi ve emeğin değersizleştirildiği bu ülkede aslolanın “emek” ve “bilgi” olduğunu bir kez daha hatırlatmak için. Bu ülke eskiden de “bilgisiz” ve “cahil” insanların çoğunlukta olduğu bir ülkeydi. Ama bilgiye ve bilgili insana bir saygı ve öykünme vardı. Hiçbir Cumhurbaşkanı “dil bilmek ne işe yarar” demiyordu, “herkese profesörlük verelim” demiyordu. Hiçbir Milli Eğitim Bakanı öğretmenlere bakıp, iyi ki çocuklarım öğretmen değil diye sevinmiyordu. Büyüklerimiz “din dersi seçmeli olsun diyoruz da kimya seçmeli olsun neden demiyoruz” diye yakınamıyordu. Melahat Öğretmenler kıymetliydi... Melahat Öğretmenim...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle