Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@Gmail.com) BİLİM TARİHİ Dijital göçmenlerin madde bağımlılığı ile aynı kefeye koyduğu internet ya da sosyal medya bağımlılığı dijital yerliler için yeni norm tarifi gibidir. İdrak edilmekte olan dijital paradigma sıçraması da dijital yerlilerin lehine çalışmakta. Mühendishane ne zaman kuruldu? Dijital Paradigma Sıçraması CBT 1384 12 / 27 Eylül 2013 Geçen hafta Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de yayınlanan yazılardan bir tanesi de internet bağımlılığı ile ilgili idi. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bir grup akademisyenin Mersin’deki on iki lisede okuyan bin 156 öğrenci arasında yapmış oldukları araştırmanın çarpıcı bazı sonuçları şöyle: Erkek olmak internet bağımlılığını iki kat artırıyor. Hobisi olmayan öğrencilerin hobisi olanlara göre bağımlılığı 2.3 kat artıyor. Hiç kitap okumayanların bağımlılığı haftada bir kitap okuyana göre 3.3 kat artıyor. Kızlar içinde bağımlılık oranı %9.3 erkeklerde %20.4, genel ortalama ise %15.1 Yani genel olarak internet kullanan her yüz gençten 15’i internet bağımlısı. Bağımlı olmak riskli bir şey çünkü bağımlısı olduğumuz şeye erişim olmazsa ya da sınırlanırsa hayatımız olumsuz yönde etkilenebilir. Bağımlılık dendiğinde akla hemen nahoş konular, durumlar gelir. Örneğin teknoloji dünyasında önce bilgisayar (ve oyunları), sonra internet şimdi de sosyal medya bağımlılığından bahsediyoruz. Ya da günlük yaşamda madde bağımlılığı kavramı var. Oysa insanın oksijen bağımlılığından bu şekilde bahsedilmez. Oysa o olmazsa kesin olarak ölürüz (en azından bir olasılık mutasyona uğrayana kadar). İnsanın oksijen bağımlılığı kabul edilmiş bir olgu gibidir. Oysa dünya atmosferinin oluşum süreci incelendiğinde oksijen oranının gelişim sürecinin dünya üzerinde ne tür yıkımlara neden olduğu kolayca öğrenilebilir. İnsanoğlu bugün oksijen bağımlısı bir canlı olarak oksijenli yaşam paradigmasını benimsemiş daha doğrusu benimsemek zorunda kalmıştır. Internet ya da sosyal medya kullanımı da benzer bir eğilim sergilemektedir. Kendini bilmeye başladığından beri bilgisayar ile, cep telefonu ve internet ile (ve giderek sosyal medya ile) içiçe olan kuşaklar (bunlar Y ve Z kuşaklarıdır; tamamına Dijital Yerli denir) insanın oksijen ile ilişkisi neyse anılan dijital kültür ögeleriyle benzer bir ilişki kurmuş durumdadır. Yani dijital yerliler için internet ya da sosyal medya bağımlısı olmanın kötü bir yanı yoktur. Sabah gözünü açtığında eli akıllı cep telefonuna gidip sosyal medyaya erişen bir dijital yerli bunu kınanması gereken bir davranış, asosyal bir yaşam tarzı vb. gibi algılamamaktadır. Oysa bu kavramları yaşamının belli bir aşamasından sonra öğrenmek zorunda kalan, bilgisayarsız, cep telefonsuz, internetsiz bir dünyayı da anımsayan diğer kuşaklar (topluca dijital göçmen denmekte) için bu bağımlılık madde bağımlılığı gibi kötü ve bir an önce kurtulunması gereken bir “hastalık” gibidir. Zaman dijital yerlilerin lehine çalışmakta. Internet kullanımı, düzenli sosyal medya erişimi gibi olgular giderek yeni norm halini alacak ve bu imkânlardan yeterince istifade edemeyenler, tedavi edilmesi gerekenler vakalar haline gelecektir. Sanırım buna dijital paradigma sıçraması demek hatalı olmaz. Tabii sanmayın ki tüm kötü haberler dijital göçmenlere. Dijital yerlilerin ilk kuşağını oluşturan Y Kuşağı’nı da bir tehlike bekliyor: Arkalarından gelen Z Kuşağı. Yetiştiklerinde bugünün “ileri” teknolojilerinin ne kadar “geri kalmış” olduğunu söyleyerek başlayacaklar söze. M Tarihsel belgeler ve bilgiler, Mühendishane’nin resmi olarak 1773’te değil, 1776’da kurulmuş olduğunu gösteriyor. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com ehmed Esad Bey, Miratı Mühendishanei Berrii Hümayun (1896) adlı, Mühendishane’nin ülkemizdeki tarihini anlatan eserinin girişinde şunları söylüyor: “(hicri)1173 (miladi 1759/60) tarihlerinde Sultan Üçüncü Mustafa Hazretlerinin saltanat zamanlarında meşhur Mehmed Ragıb Paşa mektep açma fikrini takip edip mezkur öğrencilerden (kapatılmış Humbaracılar Ocağı öğrencilerini kastediyor) hayatta olanlarını ve ölenlerin de çocuklarını ve torunlarını toplattırdı. Kağıthane’de Sütlüce yakınlarında Karaağaç tarafında büyük bir haneye talebeyi yerleştirip pek de aleni olmayarak hendese ve diğer ilimlerin tahsiline başlattı. İşte bu mühendis talebenin halefleri ve fenleri, Sultan Üçüncü Selim Hazretlerinin saltanat zamanına kadar kalmış idi.” (s.5). Eğer Mühendishane’nin tarihsel köklerini arıyorsak, öncelikle bu girişime bakmamız gerekiyor. Çünkü zeki, entelektüel, bilimsel düşüncenin savunucusu, eğitimci ve şair bir Osmanlı sadrazamı olan Koca Ragıp Paşa’nın (16981763) böyle bir kuruluşu gerçekleştirdiğine, hükümetin bunlara maaş verdiğine ve daha sonra açılan Hendese Odası’nın ilk öğrencilerinin de bunlar arasından seçildiğine dair belgeler bulunmaktadır. (Koca Ragıp Paşa, Voltaire’in Newton fiziği üzerine yazdığı bir popüler eserini Türkçeye çevirtmek istemişti). Öte yandan, örneğin İTÜ’nün kendi tarihsel başlangıcı olarak kabul ettiği 1773 tarihinde bir mühendishane kurulduğuna dair herhangi bir resmi belge bulunmamaktadır. Mühendishane olarak kabul edilmiş olan Hendese Odası’nın 1773’te kurulduğunu ilk olarak söyleyen kişi, bu okulun kurulmasında rolü olan Baron de Tott’tur. Ondan sonra bu tarihi kuruluş yılı olarak alanların hepsi, Baron de Tott’un bu ifadesine dayanmışlardır. Oysa bu kuruluşun 1773’te değil, hicri 1190 (miladi 1776)’da kurulduğunu gösteren resmi bir belge bulunmaktadır. Sultan Üçüncü Selim zamanında Küçük Hüseyin Paşa’nın, kaptanı deryalığı sırasında ve 27 Recep 1211 (Ocak 1797) tarihinde Babı Âli’ye sunduğu Hendesehane’ye dair önemli bir layiha sureti, Hendesehane’nin kuruluşundan da bahsetmekte ve o döneme ait önemli bilgiler vermektedir. Bu layihanın başlangıç bölümünde şunlar söylenmektedir: “Donanmayı Hümayun kalyonlarında hendese ve coğrafya ilmini bilen adamlar bulunmasının gerekli olması nedeniyle bundan önce (h.)1190 (miladi 1776) senesinde Tersanei Amire’nin Darağacı semtinde bir Hendese Odası inşa olunup...” . Layihanın bir başka bölümünde de, “Tersaneye lüzumlu olan gemileri inşa eylemek ve derya haritasını ve teferruatlarını bilmek için hendese (geometri) eğitimine 1190 tarihinde nizam verildiğinde...” denmektedir. Görüldüğü gibi daha önceki yıllarda öğretime başlanmış olsa bile (Büyük olasılıkla Hendese Odası öğretime fiilen 1776’dan önce başlamıştı. Çünkü özellikle Rusların 1770’deki Çeşme baskınından sonra gemi yapımı ve yönetiminden ve deniz coğrafyasından anlayan nitelikli eleman yetiştirme girişimlerine başlanmıştı) bu kuruluşun resmi açılış tarihi 1776’dır. (Tıpkı bugünkü İTÜ’nün doğrudan başlangıcını oluşturan Hendesei Mülkiye Mektebi’nin eğitime 1883’te başlamasına karşın, nizamnamesinin ve resmi açılışının 1884’te yapılması gibi). Öte yandan yine bu belgeden de anlaşıldığı gibi okulun resmi adı, Hendese Odası’dır. Bazı metinlerde Hendesehane olarak da geçmektedir. 1780’li yıllardan itibaren Mühendishane de denmeye başlanmıştır. Fakat hiçbir resmi belgede bu okulun adı, günümüzde çok yaygın olarak kullanıldığı şekliyle Mühendishanei Bahrii Hümayun olarak geçmemektedir. Bu isim, büyük olasılıkla Mühendishanei Berrii Hümayun’un hicri 1210 (miladi 1795) senesinde kurulmasından sonra, okulun iki aşaması arasındaki farkı belirtmek için kullanılmış olmalıdır. Fakat bu yakıştırma, günümüzde yanlış bir şekilde sanki birbirinden ayrı deniz ve kara mühendislik okulları olmuş gibi bir yanlış anlamaya yol açmaktadır. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü Hendese Odası’nda kale, bina, köprü inşaatı eğitimi de veriliyordu ve daha sonraki Mühendishanei Berrii Hümayun’da gemi yapımı ve denizcilikle ilgili eğitimin verilmesine de devam edildi. Mühendishane adını taşıyan ilk resmi kurum olan Mühendishanei Berrii Hümayun’da ancak 1808’den sonra bu iki alandaki uzmanlaşma ayrışması başlamıştı ki, tam da o sırada Üçüncü Selim öldürülmüş ve Nizamı Cedid hareketi sona ermişti. Bu yüzden mühendis subaylara olan istek ve ihtiyaç azaldığı için Mühendishane’deki eğitim de geriledi. Ancak h.1241 (m.1826) tarihinde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte Mühendishane’nin de yeniden canlandırılmasıyla denizci ve karacı mühendis eğitiminin ayrılması gündeme geldi ve bu tarihte Mühendishane’deki ayrışma fiilen gerçekleşti. Fakat bu durumda da Mühendishanei Berrii Hümayun’dan ayrılma, Mühendishanei Bahrii Hümayun’un değil, Mektebi Bahriye adını taşıyan okulun kurulmasıyla oldu. Bu ayrılan bölümün, İmparatorluk Deniz Mühendishanesi (Mühendishanei Bahrii Hümayun) olarak değil de, Mektebi Bahriye adıyla ayrılması da son derece doğaldır. Çünkü bu bölüm zaten Birinci Abdülhamid zamanında (1784’te) bir bahriye mektebi olarak yeniden düzenlenmişti. Nitekim Mehmed Esad Bey de yukarıda belirttiğimiz eserinde şunları söylemektedir: “Sultan (Birinci) Abdülhamid Hazretlerinin saltanatları zamanında Tersane’de bir Mektebi Bahriyei Şahane inşa olunmuş ve şöhreti Avrupa bilim erbabına kadar akseden Gelenbevi İsmail Efendi muallim tayin buyurulmuştur. O sıralarda ortaya çıkan birçok olay yüzünden gerektiği kadar ilerleyemeyen bu mektep, 1210 (1795) tarihinde Sultan Üçüncü Selim hazretlerinin iradesiyle genişlettiği ve yenileterek ihya ettiği Mühendishanei Berrii Hümayun ile (eğitim tarzı ile) birleştirilmişti.” (s.21). Mühendislik tarihimizde, Mühendishanei Bahrii Hümayun ismiyle bir mühendislik okulu bulunmamaktadır. Bu isim, Hendese Odası’na ve Bahriye Mektebi’ne sonradan yakıştırılmış bir isimdir. Sonuç olarak, ülkemizde mühendislik eğitiminin ilk temellerinin 1759/60’da Koca Ragıp Paşa’nın girişimleriyle atılmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda Mühendishane’nin fiili kuruluşunu bu tarihe kadar götürebiliriz. Fakat mühendislik eğitiminin resmen (bir kanunnameye dayanarak) başladığı tarih 1776’dır. Mühendishane adını resmen kullanan ilk eğitim kurumunun kuruluş tarihi de 1795’tir. Son aşaması İTÜ olan Hendesei Mülkiye Mektebi ise 1884’te kuruldu.